2024: Benden sonra 34

Ne güzeldi sorumluluğun olmadığı günler. Elimize bakarak geçirdiğimiz onca zaman, ayağımızla oynadığımız günler. Tek derdimiz mamaydı.

Sesler komik gelirdi, ışıklar bizi gün boyunca meşgul edecek kadar ilginçti. Zamanla hepsinin ne olduğunu öğrendik. Adımlar atmaya başladık. İlk adım, ikinci adım. Yatakta yuvarlanmaya, yerd sürünmeye benzemiyordu. Riski fazlaydı ama başardık. Yavaş yavaş, tutunarak, kendimizi sağlama ağlarak. Kimi zaman da, popumuzun üstüne düşerek.

Yemek nedir öğrendik, yemeyi öğrendik. Seçmeyi öğrendik. Yan odaya geçen ebeveynlerin hayatımızdan çıkmadığını sadece görüş alanımızdan ayrıldıklarını ve her zaman yanımızda olduklarını öğrendik.

Bu arada dünyada bizim gibi birçok kişinin olduğunu ve onların kişiliklerini öğrendik. Beraber oynamayı, yakın olmayı, sosyalliği öğrendik. Diğerlerinin dertlerinin yanı sıra, onların mutluluklarını paylaşmayı da öğrendik. Sürekli öğreniyorduk. Her şey yeniydi çünkü. Sonrasında okuma yazma öğrendik. Sembolleri anlamayı, anlamlı bütünler oluşturmayı. Geçen her dakika bize yeniliklerle geliyordu.

İlk defa sorumlulukları öğrenmeye başladık. Yatağı toplamayı, oyuncakları toplamayı, ödev yapmayı. Dünyada her şey istediğimiz gibi olmaz mesajını alamadık ama bunu öğrendik.

Zaman öylece akıp gidiyordu ama hep sonsuz olduğunu zannettik. Üzüldüğümüz anlar nası gelip geçiyorsa, sevdiğimiz, sevildiğimiz, sevindiğimiz anlar da geçiyordu. Kimisi şanssızdı, tüm bunları çocuk yaşta öğrendi. Çocuk yaşta yanlarındaki insanlar eksildi, evcil hayvanı gitti, nineleri onlrı terk etti. Kimisi ise, her şey olduğu gibi kalacak duygusunu çok daha ileriki yaşlarda farketti.

Çocukken zamanın sinsi oyununu farketmek zordu. Öğrenmeye devam ettik, okumaya devam ettik. Birçok ilkler yaşadık. Hırslarla tanıştık. Hedeflerle, mesleklerle. Bunu herkesin birbirini alaşağı etmeye çalışan bir sistem içinde yaptık. Yavaş yavaş güveni kaybettik, yalanı öğrendik, kıskançlığı öğrendik. İnsanların ne kadar kötü olabileceğini, her şeyin nasıl değişebileceğini öğrendik. Çalışmazsan, mama olmadığını öğrendik.

Yine de güzel hayaller kurduk. Mutlu olduğumuz, sevdiğimiz, yakın olduğumuz ve herkesin olduğu gibi kaldığı hayaller. Kimisini başardık. Kimisi ise hayal olarak devam etti ama yıpranmaya başladık. Zamanı daha çok hisseder olduk. Sorumluluklar arttıkça, öğrenme hevesimizi bile kaybeder oldu. Daha çok kötülükle tanıştık, birçok iyilik ise hafıza da kalamayacak kadar gerçek dışıydı.

Doğumumdan itibaren 34.yıl, İsa’dan sonra 2024.

Hep olduğum gibi yaşadım, hedeflerimin peşinden koştum. Düşene destek olduk, koşanı alkışladım. Hiçbir zaman neden bende ondan yok, neden o noktada değilim demedim. Çünkü kendi tercihlerimin sonucunu yaşıyorum. Çocukluktaki merakı hep korumaya çalıştım, büyümek hiç istemedim. Bilgiye her zaman önem verdim. Böylece zamanı kısmen yavaşlattığımı düşünüyorum. Ne zaman düzenli çalışmaya başladım, o zaman, zaman da koşmaya başladı. Belki de bu nedenle, düzeni hiç sevemedim.

Uzaklaşmayı tercih ettim. Doğduğum topraklardan uzaklaşmayı, yeni yerler keşfetmeyi, yeni insanları. Bana katkısı çok oldu bunun. Aynı zaman da götürdükleri de. Ne çok yakın olabildim ne de uzak.

Doğumumdan 34 yıl geçti. Belki de ilk defa zamanın baskısını bu kadar hissediyorum. İster orta yaş krizi diyin, isterseniz yetişkinliğe direniş. Tüm bu geçen yıllara baktığımda çok şey değişti. Çevreme yeni gelenler, çevremden eksilenler oldu. Dünyayı terkedenler, terkiyle bizi şoke edenler oldu. Bulunduğum yer de değişti, hayata bakışım da. Hayata karşı daha bir seyirci kaldım sanki.

Zamanın etkisini, Türkiye ziyaretlerimde daha çok hissediyorum. HEr gittiğimde, aynı hayal ettiğim insanlar değişiyor. Zamana yenilmeye ve teslim olmaya başlıyorlar. Görünüşleri, tenleri, gülüşleri, saç renkleri, duruşları değişiyor. Kimisi hırslarından arınmış ve teslim olmuş durumda kimisi ise zamana karşı direnmeye çalışsa da, bedeninin direnmediğinin farkında. Kimisi ise çoktan her şeyi geride bırakıp gitti.

Zamana ne kadar dirensem de, anlamsızlık hissini atamıyorum. İsa’dan sonra 2024 yılı. Tam 2024 yıl. Çok daha fazlası da öncesinde. Tarih kitaplarından okuduğumuz kadarıyla gelen de giden de çok oldu. Tarih kitaplarında okumadıklarımız peki? Onların düşünceleri, yaşamları, yaşadıkları önemsiz mi? Sevdiklerini kaybedenler, bombalar altında hayatta kalmaya çalışanlar, tek başına mücadele edenler, karnını doyurmak için dağar aşanlar, boşluğa bakarak hayvanlarının otlamasını bekleyen çoban ne düşünüyordu mesela? Bugünü görse ne düşünürdü? Kahramanlık diye anlattığımız, düşmanla ilk temasta beynine mermiyi yiyerek yok olan adamın çocukları ve eşi ne düşünüyor sizce? Makinanın icadından, düzgün kullanımına kadar geçen sürede kendini makinaya kaptıranların, makinada iş bulduğu için sevinen ve statü kazanan ailelerini neden konuşmuyoruz? Peki ya mağaradakiler? Avlayıp, toplamak dışında bir hayatları yok muydu?

Bizim de, hayatımız bundan daha farklı değil. Öylece geçip gideceğiz işte. 34 yıl başardım bir şekilde, bir 34 daha başarır mıyım, daha fazlası da olur mu kim bilir. İsa’dan sonra bir yıl daha ilerliyor. Hiç olmadığı kadar hissediyorum bu yılın geçişini. Bir daha 2024 olmayacağını, sona bir yı daha yaklaştığımızı ve zamanın daraldığını. Takma kafana diyebilirsiniz ama olmuyor işte insan takınca takıyor. Kafama takmayıp, herkesin yaptığını yaparak, herkees gibi olmaya çalışarak, sunulan her şeyden zevk alarak, çoğunluğun değerlerine ve zevkelerine uyarak yaşayacağıma hiç yaşamayayım daha iyi. Emin olun ki, kafaya takmak çok daha sağlıklı. Anlamsızlığın içinde, ufak bir huzur da yok değil. Bu kadar anlamsızsa her şey neden yaşıyorum? Anlamsızlık ve kaos merak duygumu beslediği için. Gerek kendimin gerek dışarıdaki herkesin konuştuklarının, yaptıklarının, hayal ettiklerinin %99 çöp olduğunu bilmek ister istemez bir gülümseme getiriyor. Bu şekilde söyleyince, yaşam dediğimiz aslında sadece bir delilikten ibaret gibi geliyor. Herkesin rollerini oynadığı, kendi yarattıkları saçmalılara inanmaya başladığı için rollerini unuttuğu bir oyun. Ben de, daha deli deli gülmekten başka bir çözüm bulamıyorum.

İnsanların kendilerine bu kadar önem vermesine, kendilerini gösterme yarışına girmelerine, kimliklerini sadece materyaller ve görünüş üzerine kurmalarına gülmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Kimi zamanda, tıpkı küçük bir çocuk gibi zaman ve kaynaklar sonsuzmuş gibi davranmalarına şaşıp kalıyorum. Bunca yıl hayatta kalabilmeleri ble mucize.

Zamanı eskiden sırtımıza vurarak bizi sahaya süren bir koç gibi düşünürdüm. Şimdi ise silip süpüren, tuttuğunu yok eden bir tsunami gibi. Kim bilir, 2024’te kimleri süpürdü, 2025’te kimleri sallıyor. Yeni yılınız yine de kutlu olsun.


Koç kelimesini uzun zamandır kullanmadığımı farkettim. Koç diyince, eşofmanlarını giymiş koç hayvanını hayal ettim. Hadi koçum diyip, oyuncuyu sahaya sürüyor.

,

Comments

Leave a comment