Yıkıcı Teknolojiler-3: Otizm, Down Sendromu ve Bazı Etik Konular

Dün tam da yazmak istediğim konuda bir tartışmaya denk geldim, ekşi sözlükte. ‘Down Sendromlu diye çocuk aldırmak’

Photo by Nathan Anderson on Unsplash

Altındaki tartışmalar aslında sıradandı ama yine de korkunç buldum. İnsan hayatına karar vermek çok kolayken, çocuk yaparken etraflıca düşünüp, sorumluluk almak aksine oldukça zor.

Çocuk aldırmak, hali hazırda insan haklarını, etiği, sosyal değerleri içeren tartışmalı bir konu.

  1. Yaşamaya hak vermek ya da vermemek büyük bir seçim. Hayat nerede başlıyor? Konsept bir başlangıç mı yoksa değil mi, sıkıntılı bir hayat süreceğine emin olduğunuz bir bebeğin dünyaya gelmesi etik mi?
  2. Anne adayı, hamilelikte yaşayacağı sorunları ve değişiklikleri göze alamıyorsa, bundan kaçınması kendi kararı değil mi, istenmeyen bir hamilelikse, zorlamaysa? Hali hazırda meydana gelen bir yaşamı sonlandırmak, cinayet sayılmalı mı? Anne sağlığı modern tıp ile korunabilecekken, ilaç kullanmayı reddeden bir anne durumunda ne yapılmalı?
  3. İstenmeyen cinsiyette bir bebek olursa da, hamileliği sonlandırma hakkına sahip olmalı mıyız? Bebek aldırmanın, psikolojik ve duygusal etkilerinin ne kadar farkındayız? Dini inanca göre böyle bir seçim gerekirse ne yapmalıyız?
  4. Devletin buna müdahil olması ne kadar doğru?
  5. Bugünün yazısını ilgilendiren kısım ise: teknoloji, doğum öncesi genetik değişilikler ve yapay rahim.

Konuyla ilgili onlarca yeni soru sorabiliriz. Kısaca teknolojiye göz atalım. Teknik olarak neler mümkün?

Photo by Sarah Penney on Unsplash

Teknik olarak gen modifikasyonu, baskın genin manipulasyonu mümkün. (CRISPR). Benzer şekilde genetik testler ve biyo teknolojideki diğer gelişmeler sayesinde; doğum öncesi birçok hastalığı tespit etme, onarma(gen terapisi) şansımız var. Biyolojik beden dışında döllendirip, embriyoyu anne karnına yerleştirmek mümkün. Tam tersi, anne karnı dışında gelişim teknolojisi mevcut. Taşıyıcı anne konusu zaten uzun zamandır var. Bebeğin cinsiyetini önceden seçmek mümkün. Embriyoyu, ileride kullanmak için dondurmak ya da diğer çiftlerin kullanması için saklamak mümkün. 3 kişinin DNA’sına sahip bebek üretmek mümkün. (Annenin, bozuk mitokondrisi başkasınınkiyle değiştiriliyor), yumurta ve spermleri dondurmak mümkün, sperm enjekte etmek ve tek başına bebek sahibi olmak mümkün, embriyo transferi mümkün ayrıca klonlama mümkün. Aklıma gelen bir diğer örnek ise, nesli tükenmiş bir hayvanın DNA’sını kullanarak onu geri getirmeye çalışmaları. Sanırım tamamen geri dönüş mümkün değil ama hibrit bir canlı yaratmak mümkün.

Photo by Markus Spiske on Unsplash

Bunların bir kısmı kullanılırken, bir kısmı sadece hayvanlar üzerinde denenmiş ve başarılı sonuçlara ulaşmış. Pek hayvanlar üzerinde deneme, onların psikoloji yokmuş gibi davranmaya ne demeli?

Tanrıcılık oyunumuz, düşündüğümüzün çok daha ötesinde. Yıkıcı teknolojiler üzerinde konuşma sebebimiz ise hem bu konuda daha çok farkındalık yaratmak, hem de farklı argümanları göz önünde bulundurmak.

Gördüğünüz gibi bu teknolojiler, başka bir teknolojinin yerini aldığı için değil; yepyeni çözümler ve sorunlar getirerek hayatımızın parçası olduğu için yıkıcı. Getirdikleri, hayatımızı ve dünyanın geleceğini kökünden değiştirecek kararlara itiyor.

Bir yandan; birçok hastalığın önüne geçmemizi sağlıyor, birçok riski azaltıyor; öte yandan duygusal, psikolojik, kültürel, biyolojik, etik, ön göremeyeceğimiz birçok soruna sebep oluyor.

Photo by Nathan Anderson on Unsplash

Her bir konu için sayfalarca yazabilirim. Ben biraz daha merceğimi otizm ve down sendromu üzerine çekmek istiyorum.

Bu konuda aklıma ilk gelen soru: doğum öncesi teşhisin doğruluğu. Hiçbir zaman %100 doğru diye bir şey yok. Teşhise rağmen, sağlıklı büyüyen çocuklar da var; ya da risk olmamasına rağmen tersi olan. Otizm tespitlerinde hata oranı oldukça yüksek.

Diğer soru ise, kaza ya da farklı sebeplerle ‘normal’ bir yaşam süremeyen bireyleri de, yok mu etmeliyiz?

Başka soru da şu: ‘Normal’, ‘Doğru’, ‘yanlış’, ‘iyi’ ve ‘kötü’ ye nasıl karar veriyoruz? Bu kararın doğruluğuna nasıl emin oluyoruz? Benim gözlemim ‘normal’ kabul edilen şey genelde insanların görmeye alışık olduğu şey. Mesela hayatın hiçe sayılıp, aptalca yapılan kahramanlıkları yüceltmeyi normal sayıyoruz. Ancak sonucu iyi olmazsa, bize yanlış geliyor. Ya da sahneye yarı çıplak çıkan, bedenini sanatının önüne koyan pop şarkıcıları bize normal geliyor ama kimse o ‘normal’ gibi sokağa çıkmıyor. Çünkü sahneye öyle çıkmak, sürekli buna maruz kaldığımız için normalleşmiş.

Down sendromuna dönelim. Bu insanların topluma katkısı ne? Duygusal bağlarının güçlülüğü. Dürüst ve neşeli doğaları sayesinde daha güçlü ilişki kurabiliyor ve daha kapsayıcı bir toplum oluşmasına destek oluyorlar. Ayrıca zeka ve yetenek konusundaki, toplum ‘normallerini’ de sarsıyorlar. Şefkat, anlayış ve duygusal zekanın önemini de gözler önüne seriyorlar. Yani duygusal ve bilişsel çeşitlilik anlamında toplumun olması gereken bir parçası.

Peki bunun bedeli ne diye sorabilirsiniz. Bakan kişi için büyük bir yük ve büyük bir sorumluluk. Sağlık ve eğitim sistemi için de. Buna karşı ise topluma dönüş ve toplumun parçası olma argümanını sunabiliriz. Birçok down sendromlu birey, topluma pozitif katkıda bulunuyor. Gönüllü programlarda yer alıyor ve çevrelerine yeni bakış açıları kazandırıyor.

Genetik testleri ve tedavileri kullanarak, down sendromlu bireyleri minimuma indirme şansımız var ya da doğmalarını engelleme şansımız. Erken tanı ile, hayat kalitesi artırılabilir. Konuşma ve motor beceriler geliştirilebilir.

Photo by Camila Quintero Franco on Unsplash

Fakat bunun yanında, geçmişe bir bakış attığımızda da, şunu görüyoruz. Bir yandan bu iş aşırı kurumsallaşıyor ve dışlamaya geçiyor. Bu bireyler değersiz görülüyor. Tarihte bunu sadece down sendromlular için değil, bizden olmayan herkes için yaptığımızın onlarca örneği var.

Birçoğumuz bu bireyler yokmuş gibi davranıyor ya da bu tip bir farklılıktan çekiniyoruz. Çünkü sadece olumsuz görüyor ve kabullenmiyoruz. Halbuki normal eğitim sistemine, iş ortamına katılımları durumunda; farklılıkları kabullenme, eşit haklara sahip olma konusundaki anlayışın daha hızlı gelişmesine yardımcı olmuş. Yani down sendromlu bireylerin toplumda yer alması, daha açık görüşlü ve kapsayıcı toplum oluşturma, bizden olmayanlara karşı önyargılarımızı kırma anlamında son derece faydalı olabilir. Son yıllarda, down sendromlu bireyler, şans verildiğinde neler yapabileceklerini fazlasıyla kanıtladı.

Genetik modifikasyon ile insanları ve farklılıkları elemeye başladığımızda, farklı olan her şeyi ‘hata’, ‘yanlış’, ‘bozuk’, ‘hasta’ olarak değerlendirebiliriz. Bu da ciddi bir ayrımcılığa sebep olabilir. Bu algıyı, genele yayma her türlü hastalık, engellilik ve farklılığa uyarlamak da çok mümkün. Irksal çeşitlilik konusunda zaten tarihte son derece trajik örnekler var. Mesela ‘Kanı bozuk’ diye bir söz var. Anlamının kapsamını düşününce, dehşete düşmemek, bu işin nerelere varabileceğini görememek mümkün değil.

Şimdi de otizme bakalım. Genelde matematik, sanat ve müzik becerileriyle ön plana çıkıyorlar. Detaylara verdikleri inanılmaz önem, inovasyon ve yaratıcılığın da önünü açıyor. Bu da hem yeni bakış açısı kazandırma, hem de kolektif problemleri çözme anlamında büyük bir katkı.

Peki bu kadar olumlu etkinin yanında, tersi durumlar da söz konusu mu? Evet. Otist bireyler, sosyal normları, sosyal sinyalleri anlama konusunda oldukça zorlanıyorlar. Bu da izolasyona sebep oluyor. Sensör uyaranlara karşı aşırı duyarlılar. Işık, gürültü, bazı desenlere aşırı tepki gösterebiliyorlar. Bu da, onlarla yaşamayı zorlaştırıyor. Tekrar eden aktivitelere olan bağlılıkları yanlış anlaşılabiliyor ve günlük ‘normallerle’ çatışabiliyor. Yine eğitim konusunda özel ilgi istiyor. İş dünyasında yer edinmeleri zorlaşıyor. Çevresel değişim, takvim değişimi de, onları fazlasıyla rahatsız ediyor. Böyle bir durumda toplum gerekli desteği vermeli mi, verebilir mi?

Cevap yine kabullenmede ve farklılıkları kucaklamada gizli. Bu konudaki farkındalık, hem otist bireylerin hem de onlarla aynı ortamı paylaşan bireylerin tecrübesini geliştirebilir ve iletişim sorunlarını da çözebilir. Böyle bir imkan varken, otist olacak diye vazgeçmek ne kadar doğru?

Tarihte kötü örnekler bulmak da mümkün. ‘Hatalı’ oldukları için öldürülenler, dışlananlar, hapsedilenler. Tabii ki dünyaya geldikten sonra bunlar yapılınca, insan daha çok etkileniyor. Peki anne karnında varlığı doğrulandığında, dünyaya gelmiş olmuyor mu?

Teknoloji geliştikçe, bu konudaki farkındalık da artıyor aslında. Peki bunu neden nöral çeşitlilik olarak değerlendiremiyoruz?

Otizm mi, down sendromu mu diye bir anket yapsak, otizmin daha çok tercih edileceğini düşünüyorum. Belki mühendis olduğum için böyle bir ön yargıya sahibim ama biraz da bu önyargımın sebebi; gelişmenin, teknolojinin, endüstriyelleşmenin en önemli şeymiş gibi anlatılması, bilimin populerleşmesi ve eğitim seçimlerinde mühendislik, tıp, mimarlık gibi sayısal alanların daha ön planda olmasıyla ilgili.

Bu varsayımsal sonuç da, biraz ilginç. Çünkü duygusal ve kültürel gelişimi, gelişim olarak saymıyoruz. Kültürel çeşitlilik fikri, hayatımızın bir parçası değil. 18. yüzyıldan bugüne kadar gelen milliyetçilik fikri halen baskın bir fikir. O olmasa, inanç temelli önyargılar, hemşehricilik hayatımızın normali. Bu da ayrımcılığın ne kadar muhtemel olduğunu, farklı olan her şeyi yok etme kapasitemizi gösteriyor.

Diğer bir risk de, standartlaşma. Bunu zaten sosyal medya ve güzellik standartları, kozmetik dünyası ve güzellik algısı ile ilgili eleştirilerimde dile getirmiştim. Genetik mükemmelliyetçilik ise bambaşka noktalara gidebilir, tarihte bunun karanlık bir örneği olmasına rağmen. Ojenik fikri ile gelen üstün insan düşüncesi (aslında Ojenik fikriyle harmanlanan) 6 milyon Yahudi, 4.5 Milyon Rus, 1.8 Milyon Polonyalı, yine binlerce diğer milletlerin yanı sıra; 270 Bin engelli, 15 Bin homoseksüel ve birçok siyahi insanın katledilmesiyle sonuçlandı. Nedeni, genetik olarak ‘mükemmel’ olmamaları.

https://www.bnbdolcevita.de/kapuzinergruft-palermo

Bugün, genetik değişimin ve bu teknolojilerin etik çıktıları üzerine düşünmezsek, benzer sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz.

Olası negatif çıktıları özetlersek:

  1. Farklılıkları hastalık olarak görme: Tıpkı geçmişte, Siyahilerin köle olarak kullanılması, toplu taşımaya binmelerinin bile yasaklanması, oy haklarının olmaması gibi; Kadınların cadı diye yakılması gibi bir ayrımcalığın oluşması muhtemel. Bu durumda, her türlü farklılığın hastalık olarak görülmesi de kaçınılmaz. Böylece çeşitlilik azalıp, herkes aynılaşmaya başlıyor. Bu normalleşiyor ve geri kalan her şey hastalık oluyor. Buna şu an da şahit oluyoruz. Saç dökülmesinin, yüz kırışmasının, saç beyazlamasının hastalık olarak görülmesi, küçük memenin, küçük kalçanın, kadında kısa saçın yanlış görülmesi gibi. Buna karşı yapılan işlemler o kadar normalleşti ki, insanlar bu işlemleri yapmayanlara ‘neden?’ yapmıyorsun diye soruyor. Saçın dökülmüş, neden ektirmiyorsun? Genetik değişim, plastik cerrahi gibi sıradanlaştığında, benzer bir baskı gayet doğal olan şeyler için de oluşacak.
  2. Zenginlerin ayrıcalığı ve genetik sınıflar: Plastik cerrahi örneğinden devam edelim. Olduğundan onlarca yaş küçük görünen, görünmeye çalışan, görünüşüne milyonlar yatıran ünlüleri ve zenginleri düşünün. Ya da komplo teorilerinin meşhur adamı Rockafeller’ın 100 yaşına kadar kaç tane organını değiştirerek yaşadığını. Genetik değişimin, yeni norm olması durumunda, fakir zengin ayrımı; genetik olarak da ortaya çıkabilir. Zengin uzun yaşarken, fakir kısa yaşar mesela. Neden sağlık sistemini iyileştirmekle uğraşılsın ki? Tüm işi bir de robotlar yapıyorsa, fakire 50 sene yetmez mi? Başka bir örnek de, transeksüel sporcular. Bugün transeksüel sporcular kadın branşında mı, erkekte mi yarışsın diye tartışılıyor çünkü fiziksel avantajları var. Genetik değişiklik sıradan bir olay olduğunda, kim nerede yarışacak? Genetik olarak ‘süper insana’ dönüşen, Cyborg tadındaki insanlar ne olacak? Sınıflar arası, daha süper olma yarışının olmaması için bir sebep var mı? Ya da belli bir kitlenin, ‘süperleşmeyi’ tek elinde tutarak, mutlak bir güce ulaşmasını, ‘süperleşmeyi’ bir ödül mekanizması ya da kolonizm mekanizması olarak kullanmasını kim engelleyebilir?
  3. Doğal vs. Geliştirilmiş İnsan, Güncelleme: Peki süperleşme, doğal ve üstün insan farkı yaratmayacak mı? Uygulama güncellemesi gibi, insan güncellemesi olmayacak mı? Olay sadece genetik değişiklik değil, tüm bu normalleşme, organların yerini de yapay alternatiflerin almasına zemin hazırlayacak. Mesela kızıl ötesi, gece görüşü olan biyolojik göze benzeyen bir göz varken; yine biyolojik ele oldukça benzeyen ama tek seferde tonlarca ağırlığı taşıyabilecek bir el varken; güçlü bir bacak varken neden yorulan bir vücut tercih edilsin ki? Ya da beynine çip taktırıp, işlem ve algı kapasiteni artırmak; hafıza sorununu tamamen çözecekken, bir anda onlarca işlemi bir arada yapabilecekken, süper zeki bir insana dönüşecekken, neden böyle bir güncellemeye hayır denilsin ki? Bilim kurgu gibi geliyor ama Chatgpt’nin hayatımıza ne kadar hızlı girdiğini düşünün. Elektrikli araçların nasıl hızla yaygınlaştığını, akıllı saatlerin nasıl hayatımızda yer edindiğini düşünün…
  4. Sosyal Eşitsizlikte artış, Değer ve Kültür Çeşitliliğinin Yok olması, Etik Gelişimin Sonlanması: Bunu zaten önceki maddelerde kısmen konuştuk. Kültür ve değer çeşitliliğinin önemini de tekrar anlatmaya gerek yok. Herkes aynı düşünse, bugüne kadar ulaşma şansımız yoktu. İnsan, hatalarıyla, farklılıklarıyla gelişiyor. Farklı kültürler, farklı düşünceler, bizi bugüne getiriyor. Standartlaşma ise tam tersi. Gelişimi bir anda, yok edici bir güce çevirebilir. Mesela teknoloji geliştikçe, insan sayısı arttıkça; biyoçeşitlilik azalıyor. Doğa tahribatı artıyor. Bazı kültürler ve kişisel değerler buna karşı çıkmasa, bu konuda farkındalık olma ihtimali bile yok. Genelde tüm kaynaklar sonsuzmuş gibi yaşayıp gidiyor insanoğlu.
  5. Çocukların Ürüne Dönüşmesi ve İnsan Hayatının Değersizleşmesi: Katalogtan göz rengi, boy, kilo, cinsiyet seçip, olabilecek tüm hastalıkları eleyip, biraz da yeni özellikler ekleyerek doğan bir çocukla nasıl bir ilişkiniz olacağını düşünüyorsunuz? Bugün evlat edinme, babanın başkası olması, annesiz ya da babasız büyüme bile sorun. Bunları bile insanlar çocuklarıyla, paylaşamıyorken; paylaşırken en iyi nasıl anlatırım da tepki almam diye düşünüyorken; senin böyle olmanı seçtik demek sizce kolay mı olacak? Bugün diğer cinsiyetlere bile tepki gösteren bireyler, böylesine bir seçilim yaptığında; çocuklarının seçilen cinsiyeti kabul edeceğini mi düşünüyorsunuz? Annenin, katalogtan seçer gibi seçtiği çocuğa aynı bağla yaklaşacağını mı düşünüyorsunuz? Bugün bile insanlar kendi yapamadıklarını, çocuklarına yaptırmaya kalkıyor ve çocukların psikolojini alt üst ediyorlar. Duygusal olarak kopuk yaşıyorlar. Bir sürü çocuk, ebeveynleriyle ilişki kuramıyor. Ürüne dönüştüğünde, daha derin kopukluklar kaçınılmaz. Diğer bir olay da, insan hayatının değersizleşmesi. Devletler, şirketler için zaten sadece sayıdan ibaretiz. İnsanı istediğimiz gibi üretmeye başladığımızda, insanı insan olarak görmek mümkün mü? Bugün hayvanların canını gözlerinin yaşına bakmadan alan insanoğlu, istediği gibi modifiye edebileceği, istediği gibi üretebileceği belki daha hızlı üretme imkanı bulacağı bir ortamda, insanı sizce canlı olarak görmeye devam mı edecek?
  6. Seçici Kürtaj ve Birey Hakları: Ama sadece şu sebepten bu teknolojiyi kullanıyorum. Sadece bu olursa, çocuğu aldırırım ya da genetik terapiye gönderirim. Bu bakış açısı, dünyadaki tüm trajediyi besleyen bakış açısı. Olaya birey hakları olarak baktığınızda, iş çok daha kolay. Kürtaj olmasın mı, hastalığı önleyebiliyorsak önlemeyelim mi? Çocuk istenmiyorsa, zorla olmuşsa mesela. Olmasın mı? Benim sorum ise, böyle bir durumu ayıplamamayı öğrenmek ve o insanların yanında olmak daha mı zor? Hastalık olarak gördüğümüz bazı şeyleri, çeşitlilik olarak görmek daha mı zor? İyi-kötü, normal-anormal kararlarımız, daha çok bireysel karar vermemizin önünü açmayacak mı? Temel bireysel hakların ihlalini normalleştirmeyecek mi? Bir de, devletin buna politik olarak dahil olması, daha geniş çaplı kararların önünü açmayacak mı? Mesela devletlerin, maksimum çocuk sayısına karar vermesi, bize normal geliyor. Bunu uygulayan devletler olduğu için. Peki, bir gün devlet çıkıp, bu sene sadece erkek çocuk olacak derse. Eğitimle yaptığı manipulasyonları, asker yetiştirmek için kullandığı gücü, ideolojik fanatik yetiştirmek için verdiği eforu; genetik seçilim için verirse, hayır diyebilecek misiniz? Diyeceksiniz ama bunun önünü siz açmış olacaksınız. Bir şeyleri düşünmek, değiştirmek, regüle etmek için çok geç olmuş olacak.
  7. Gelecekteki Bilinmeyen Etkiler -kültürel psikolojik

İkinci dünya savaşında olanların bedelini dünya halen ödüyor. Oradan edinilen olumlu ve olumsuz bilgiler ve tecrübeler hem bugünün politikasını, hem bugünün aile yapısını hem de bugünün teknolojisini etkiliyor. Bu örneği veriyorum çünkü çok bariz bir örnek. Genetik çalışmadaki gelişmeler, milyonların katledildiği bir noktaya ulaştı. Dünya tarihinin en büyük trajedisine sebep oldu. Travması halen devam ediyor.

https://247wallst.com/special-report/2023/09/13/horrifying-images-nazi-death-camps/

Atomla ilgili keşifler; bize büyük bir yıkım getirdi ve savaş yöntemlerini tamamen değiştirdi. Dünyanın en uzun süreli barışı, atom bombasının yıkıcılığı sayesinde geldi. Aynı atom, bize nükleer enerji getirdi. Nükleer enerji, hem endüstriyelleşme yarışında, bazı ülkelerin arayı açmasını sağladı, hem de Çernobil’de olduğu gibi milyonlarca insanın sağlığını etkiledi. Nükleer atık sorununu da zanında getirdi.

Endüstriyelleşmenin sonucu, aile yapıları değişti. Beklentiler değişti. İnsanlar okumak için ailelerinden koptu, farklı ülkelerde çalışmaya başladı. Çekirdek aile ve az çocuk normalleşti. Bireyselleşme arttı. Endüstriyelleşmenin getirdiği refah, beklentileri değiştirdi. Bugün hepimizin psikolojini etkileyen değişimlere gebe oldu. Yaşlılar, gençler iş beğenmiyor diyor. Bizler ise, her gün zorla işe gidiyoruz. Çalıştığımızın karşılığını aldığımızı düşünmüyoruz, bunalıma giriyoruz. Kimisi bu bunalımı, ekonomik buhranlarla beraber yaşıyor ve yaşamına son veriyor. Kimisi çıldırıyor, katliam çıkarıyor. Kimisi de, kendini populer kültürde kaybediyor. Hayatını eğlenceyle, uyuşturucuyla, alkolle harcıyor. Hiç sahi olamayacağı hayatların ardında, yok ouyor.

Photo by Michael Discenza on Unsplash

Endüstriyelleşme, çevre tahribatına yol açtı. Çevre tahribatı yüzünden, yeşil politikalar önem kazanmaya başladı. Yenilenebilir enerji teknolojileri gelişti, geleneksel bakış açımız değişti. Bu tahribat yüzünden, göller kurudu, yapmur ormanları yok oldu, ekstrem hava şartları normalleşti. Birçok insan yerinden oldu, ya da afetler yüzünden yok oldu. İlgileri, alakaları, yaşamları buna göre şekillendi. Kimisi göç etti, göç ciddi bir insan hakları krizine dönüştü.

Üretim anlayışımız değişti mesela. Belki gelecek nesiller için her şey kısıtlı olacak, bizim yaşadığımız zenginliği yaşamayacaklar, hayatları kısıtlanacak.

Yine bu iklim değişikliğinin ve gelişimin sonucu birçok hastalık ortaya çıktı. Pandemi oldu. Hem teknoloji sayesinde hızlı mücadele reaksiyonu verebildik hem de tüm finans sektörü altüst oldu. Hem gelecek tehditler konusunda farkındalığımız arttı, hem de bilmediğimiz teknolojilerle ilgili şüphelerimiz. Kimisi ise paranoyak oldu ve hayatını buna verdi. Birbirimizle selamlaşmamız, ortak alanı paylaşma şeklimiz bile değişti.

https://www.worldwildlife.org/threats/deforestation-and-forest-degradation

Bunların çoğunu ön görme şansımız yoktu. Ancak geçmişe bakınca, ne kadar büyük bir değişim yaşadığımızı görüyoruz. Buharlı trenlerden, matbaadan, telefondan, planörlerden nerelere geldik.

Genetik modifikasyon ve benzeri teknolojilerin de, nasıl sosyal, politik, psikolojik, kültürel, maddi ve manevi değişikliklere yol açacağını tamamen görmek imkansız. Birçok bilinmez sonuç bizi bekliyor. Bunun iyi sonuçlarını fazla düşünmeye düşünmeye gerek yok ama olası kötü sonuçlarının ve getireceği büyük yıkımı düşünmek önemli. En azından geçmiş tecrübelerimiz bize, bunu işaret ediyor.

instagram vs reality

Bugüne baktığımızda da, aslında birçok yeni teknolojinin nasıl bizleri nasıl değiştirdiğini, birçok şeyi nasıl yakıp yok ettiğini görmek mümkün. Sadece gözümüzü açmak, yaptığımız eylemlerin sonucunu göz önünde bulundurmamız yeterli. Düşünün, kendi fotoğrafını çekmeye isim verecek kadar yalnızlaştık, egositleştik ve delirdik.

Down Sendromlulardan nerelere geldik bir bakın. Dünya, küçük gibi görünen tercihlerin, büyük etkilere yol açabileceği kocaman bir sistem. Hastalık olarak gördüğümüz bir şeyi, tedavisi var neden kullanmayalım diye baside indirgemek; yapabileceğimiz en büyük hata.

O nedenle etik önemli.

Photo by Felipe Pérez Lamana on Unsplash

not: Hep içimizi karartmayacağız merak etmeyin. Etik konusunda biraz daha kalıp, iyice umutsuzlaşınca, etik sorunu çözen yıkıcı teknolojilere de bakacağız.

Şimdilik planım:

  • Otonom Silah Teknolojileri
  • Yapay Rahim, Annelik ve Aile
  • Politikada yapay zeka ve veri odaklı kararlar? (Matematik hep doğruyu mu söyler? Yoksa biraz down sendromunun duygusal artılarından ders mi almalıyız?)
  • Teknoloji, biyoçeşitlilik ve Dünyanın Geleceği
  • Etik olarak olumlu sonuç veren yıkıcı teknolojiler
,

Comments

Leave a comment