İnce bir Çizgi: Ölüm ve Hatıralar


Tam 21 yıl önce bugün, hayata bakışımı değiştiren olaylardan biri, belki de ilki yaşandı. 

Belki ilk defa, çocukken sağlam olarak gördüğüm insanların beklenmedik bir darbede nasıl yerle bir olabildiklerini gördüm. Herkesin en zayıf halini. 

O zaman 14 yaşındaydım. Bir yandan olanları anlamlandırmaya çalışıyordum. İlk önce gelen bir telefon, telaşlı bir ses. Hiçbir anlam ifade etmemişti. Öylece oyuna geri dönmüştüm. Sonra da, evdekilerin telaşı, kaygısı ve kalabalıklaşan ev. 

Telaş, kaygı, merak, stres ve en sonunda yas… 

İnsan tüm bu duyguları bir de televizyondaki son dakika haberlerini takip etmeye çalışırken, yaşayınca, iş daha da ilginçleşiyor. Absürdizmi doruklarına kadar yaşıyorsun. Eğlenceli televizyon programlarının arasında beklenen acı haber, haberlerde daha büyük bir ciddiyet ararken; AB Müzakeresi kutlayan politikacılar ve altyazıda geçen saldırı haberi. 

İçlerinden kaçan, sağ kurtulan olşmuş diyor haber. Godot’u bekler gibi bekliyorsun. Belki o’dur diye. İçin içini yiyor, bir yandan da. Sonra bir görüntü geliyor. Gözlerdeki endişe, yerini çaresizliğe bırakıyor. Çocuk aklınla, hayır değildir diyorsun ama insan kardeşini tanımaz mı? Babam, hemen tanımıştı. Artık biliyordum, umut yok. 

İçine bir soğukluk çöküyor. Bu durumda ne tepki verilebilir ki? Özellikle herkesin göz yaşı döktüğü anlarda. Sonrası ise malum; devlet töreni, yalandan taziyeler ve cenaze. Sanki önceki gün kutlayanlar, hiçbir şey yaşanmamış gibi yapanlar başkası gibi.

Cenaze daha ilginç. Sevgi, saygı ve acı bir arada. Yine de, sürreal bir tablo gibi. Dünya çökse de, ertesi gün yine aynı şekilde çay demleyecek bir çoğu. 

Unutamadığım şeylerden biri tanıdığım herkesin yüzleri, diğer şey ise benim hakkımda söylenen acıyı içinde yaşıyor sözleri. 

İçimde bir şeyleri yaşıyordum ama gerçekten acı mıydı yoksa bu sürreal tabloyu anlamlandırmaya çalışma gayreti mi? İçimde biraz soğukluk, biraz öfke, biraz da ani yok oluşun verdiği anlamsızlık ve boşluk hissi. Tarif edemediğim diğer duygu sanırım acı olacak ki, 21 yıl sonra yazarken bile gözlerim doluyor. 

Bana garip gelen şeylerden birisi de, düzen. Bağırıp, çağırıp ortalığı dağıtmak kadar doğal bir davranışın, düzen içine sıkıştırılmaya çalışılması. Bunu görünce bile düşündüğüm şey, ölen yine kurtuluyor, olan kalana oluyor hissiydi. 

Bir insan gittikten sonra, anlatılanların bir önemi kalmıyor. Açılan boşluk zamanla doluyor ama gerçeklerle değil. Fantazilerle, duygular birbirine giriyor ve manipule edilmiş hikayeler gerçeğin yerini alıyor. Efsaneleşmiş bir gerçeğin. 

Özellikle; televizyondan takip ettiğin bir sürecin ve yıllar sonra bile youtube’da rastladığın bir videoda konuşulduğunu gördüğün bir ölümün ardından büyük bir kahramanlık hikayesi bekliyor insan. Ancak bu şekilde anlamlandırabiliyor. 

Ölümü kutsuyoruz. Ateş ocağımıza düştüğünde, bir açıklama, bir anlam istiyoruz. Aslında kendi efsanemizi yaratıyoruz. Ölümle başetmenin en etkili yolu bu heralde. 

Gerçekler ise bambaşka. Politikanın gözünü kırpmadan harcadığı bir başka beden. Soğuk, hesaplı ve umursamaz. 

Benzer olaylar görünce, aklına geliyor tekrar. 21 senede düşüncelerin değişiyor ama hisler duruyor. Değişmeyen bir şey daha var. O da, harcanan her bedenin ardından söylenen kalıp cümleler ve büyük laflar. 

2004 yılında yaşanan olay, sadece bir kayıp değil, hayata bakışımı değiştiren bir gündü. 

Yok oluşu ilk kez gerçekten kabullendiğim gündü. ‘Onu en son gördüğün gibi hatırla’ demişlerdi. Halen daha öyle hatırlarım ama arada da şunu düşünüyorum. Acaba bunlar yaşanmasa, şu an düzgün bir iletişimimiz olacak mıydı yoksa kopup gidecek miydik? Belki de, gerçekten en son gördüğüm anı ve fantazileşen hafızalar o kadar da kötü şeyler değiller. 

İnsan yine de kahramanlık arıyor. Ama kahramanlık, başkalarının aptallıklarının bedelini ödemek değil mi aslında? İnsanların, tarihten alıntıladığı milli gurur öğelerinin hepsi bir bedel ödeme değil mi? Yanlışların bedeli!

Hangisi daha kötü halen daha karar veremiyorum. Gerçek bir efsanenin olmaması mı, yoksa başkaları adına yok olmak mı? Yoksa doğrusu kendi efsanelerine inanmak mı?


Hatıralar, ölüm ile yaşam arasında bir kapı gibi. Tek yönlü bir kapı. Ölüyü yaşatırken, kalanı da hayata bağlıyor. 

, ,

Comments

Leave a comment