Saklambaç

Başlangıçta hiçbir şey yoktu; ne zaman, ne mekan, ne de hatırlanacak bir an. Yalnızca titrek yer yüzü, onu saran su ve içindeki alev topu. Kilometrelerce derinliğe gizlenmiş olsa da, birbirinden ayrı görünse de, varoluşları aynı nabızdan doğmuştu. Biri derinliklere gizlenmiş bir ateş, diğeri ise kendi halinde bir fısıltı.

Binlerce yıl birbirlerini dürtüp durdular. Birinin ağırlığı, diğerinin titreşimi. Görünmez bir bağ gibi. Birbirinin varlığından haberdar ama aşmaları gereken bir sürü katman buluşmalarını engellemiş. Yine de ilk buluşmayı bekliyor, birbirine ait iki element. Sanki dünya onlar için dönüyor. Biri kaçıyor, diğeri kovalıyor. Biri yaklaşıyor diğer sönüp yok oluyor. Sanki bir seçim değil, bir yazgı. Ne bir sahiplenme ne de tutsaklık. Bir bütünlük demek daha doğru. Birbirinin içine geçmiş bir bütünlük. Kendinden kaçabilir misin?

Lav yeryüzünün gizli bir arzusu gibi, bu kez usul usul değil, ağır bir kararla yükseldi dünyanın içinden. Sanki yüzyıllardır susmuş bir arzu, artık geri dönülemez bir karanlıkla uyanıyordu. Her kıpırdayış, yeri çatlattı. Her nefesinde, karanlık bir sıcaklık daha da yayılıyordu.

Deniz bunu duydu. En derinliklerinde başlayan hiç, büyüdükçe büyüdü. Önce köpürdü, sonra dalgalandı. Dalgalar büyüdükçe büyüdü. Gelmekte olan kavuşmayı hissedercesine, büyük dalgalar. Biraz şevkle, biraz da kederle kıyıya vuruyordu. Yeryüzünde tutunmaya çalışan her şeyi, silip süpürerek.

Karanlıktan korkmuyordu, bundan utanmıyordu ama teslim olarak kabarıyordu. Lav ise usulca geliyordu, sessiz ve umursamadan. Onu görmeye değil, tekrar kaybolmaya gidiyordu. Bunu ikisi de, biliyordu.

Yüzeye çok yaklaştı lav ve durdu. Deniz o sıcaklığı hissetti. Ağır, yakıcı ve kaçınılmaz sıcaklığı. Yüzeye değmeden önce, denizi tekrar coşturan bir titreşimle. Bekliyordu sanki, denizin daha da kabarıp, onu içine çekmesini ama hayal kırıklığına uğramıştı. Dalgalar küçüldü, deniz duruldu.

Sonra yeniden kabardı, kıyıları aştı, akışını yumuşattı. Karanlığını, Lav’ın sıcaklığına hazırladı. Dünya da, yıkılsa gel. Yer yerinden de, oynasa son kez yine gel.

Lav’ın aradığı buydu belki de, büyük bir patlamayla yavaş ve ağırca denize doğru süzüldü. Karanlık aydınlandı, altında kalan her şey küle döndü. Aldırmadan süzülmeye devam etti. Aydınlık daha da belirgindi. Lav, denize değdiği anda, dünya kendini kaybetmişti. Coşkun dalgalar, her zamankinin aksine, geleni itmiyor; lavı kucaklıyordu. Lav ise, ulaşması gereken yere ulaşmış gibi denizin içinde yayılıyor, onunla bütünleşerek buhar oluyordu. Her akışta, her kıvrımda; denizi en derinliklerine kadar ısıtarak.

Denizle lavı ayırt etmek imkansızlaşmıştı. Deniz daha çok hissetmek, lavın ağırlığını daha derinlere taşımak istercesine akıntılarını sıklaştırmıştı. Lavın eriyen kenarlarını okşuyordu, onunla tek vücut oluyordu. Sonra beraber göğe yükseliyorlardı.

İçlerinde bir korku vardı. Tüm aydınlığın içinde, birbirini yok eden doğa. Bu bir buluşma ya da bir vedaydı.

Birbirine karışarak mı yaşıyorlardı, yoksa beraber yok mu oluyorlardı?

Deniz yine büyük bir sarsıntıyla titredi, köpürdü ama Lav soğuktu artık. Patlama durmuş, devamı gelmiyordu. Tıpkı bir veda gibi. Onu tutmak için, en büyük dalgalarını, kıyıya vurdu ama sarsıntılar azaldı, lav neredeyse tamamen söndü. Geriye kar taneleri gibi, üstüne yayılan küller kaldı. Denizi sakinleştiren, derin bir sessizliğe boğan küller.

Deniz artık daha derin, daha koyu, daha ağır hissediyordu. Unutmadığı o sıcaklık, kıyıda gördüğü yanık izleri. Bin yıl daha beklerdi, o unutmadığı sıcaklığa tekrar kavuşmak için. Bu bir döngüydü. Doğanın döngüsü.

Biri yanıyor, diğeri sönüyor ama bir kere karışmışlardı. Küller yağmaya devam ederken, nasıl bir bütün olduklarını hissediyordu deniz. Lav içine çekilirken, bile derinlerde bir yerde olduğunu biliyordu. Yağan her kül parçası, katmanların altındaki lavı hissettiriyordu. Orada olduğunu biliyordu, kendiyle tekrar bütünleşeceğini de.

,

Comments

Leave a comment