Demokrasi, Özgürlük ve Kutuplaşma Üzerine Bir Yolculuk

Giriş: Demokrasi Hâlâ “En Tahammül Edilebilir” Seçenek mi?
Bir dizide — galiba Battlestar Galactica idi — “Neden demokrasi?” sorusuna şöyle cevap verildiğini hatırlıyorum: “Berbat sistemler arasındaki en tahammül edilebiliri.”
Başka bir sahnede, Horace & Pete’te, kavga eden Cumhuriyetçi ve Demokratın arasına giren biri, kutuplaşmayı anında kesen şu soruyu yöneltiyordu:
“Nasıl bir hayat istiyorsunuz? ‘Onlar’ demeden, bu ülke ve kendinızf için ne istiyorsunuz?”
Sonunda herkesin aynı özlemleri paylaştığı ortaya çıkıyordu. Bugün sosyal medyada gezinirken ya da haber akışına maruz kalırken aklıma hep bu iki sahne geliyor. Demokrasi gerçekten hâlâ tahammül edilebilir mi?
Demokrasi ve Sokaklar: Kral İstemeyen Kalabalıklar
Trump sonrası ABD’de, Romanya’da, Türkiye’de, Almanya’da, Rusya’da, İsrail’de… İnsanlar defalarca sokaklara döküldü. Amaç net: otokratik rejimlerden kaçınmak ve özgürlüğün önünü açmak.
Karşı argüman da hemen geliyor: “Seçilmişlere karşı darbe mi bu?”
Kısır bir döngü… Eğitimsizlik, yanlış özgürlük algısı ve propaganda makinesi aynı anda devreye girince, demokrasinin kendisi bir kalkan hâline geliyor. Demokrasi düşmanları, bir anda “demokrasi ve barış timsali” gibi pazarlanıyor; barış isteyenler ise uçlara itilip marjinalize ediliyor.
Sosyal Medya ve Propaganda: Kutuplaşmanın Yakıtı
Basın ilgi çekmek için, negatif haberi öne çıkarır. Sosyal medya da aynı mantıkla ama editörsüz çalışıyor; bilgi doğruluğundan çok tıklanabilirlik önemli.
Filtre balonları eklendiğinde kutuplaşma kaçınılmaz hale geliyor. Her gün karşımıza çıkan mülteciler, göçmenler, İsrail–İran veya Galatasaray–Fenerbahçe tartışmaları… Taraf tutmak zorunlu, gri alan yok.
Taraf Olmak ve Sadakat Törenleri
Taraf tutmak yetmez; öteki tarafı kötülemek, kendi tarafına sadakatini kanıtlamak zorundasın.
Batı’da “İsrail agresif” demek suç,
Müslüman ülkelerde “İran sivilleri vuruyor” demek suç.
“Çocuklar ölmesin” demek bile tepki topluyor.
Böyle bir atmosferde, başkalarını suçlamak en ucuz kaçış yolu; sorumluluktan kurtulmanın kestirme yolu.
Empati Krizi: Sayılara Duyarsızlık
Görmediğimiz şeylere karşı empati sıfır. Ölü sayıları bizi rahatsız etmiyor. Zaten azsa gündeme bile girmiyor.
En kolayı, kendi başarısızlıklarımızın bedelini göçmenlere veya “öteki”ne ödetmek.
Manipülasyonun Görünmez Eli: Özgür Düşünce mi, Düşünce Kalıpları mı?
Sorunun bir de manipülasyon tarafı var. Benimsediğimiz kimlikler gerçekten seçilmiş mi, yoksa coğrafya piyangosunun sonucu mu?
Bir Müslüman Müslüman bir ülkede doğduğu için mi Müslüman, yoksa bilinçli bir seçim yaptığı için mi?
Bir ırkçı gerçekten nefret ettiği için mi ırkçı, yoksa medya tarafından beslenip biçildiği için mi?
Düşünce özgürlüğü dediğimiz hikâye, özgür düşünmeyi öğrenmeden anlam ifade etmiyor. Bugünün eğitim ve medya düzeni ise tam tersini teşvik ediyor.
Sonuç? Demokrasi artık sınırda. Bir zamanlar “en tahammül edilebilir” olarak gördüğümüz sistem, bugün tahammül sınırlarını zorluyor.
Hayal Ettiğim Dünya
“Ben düzgün yaşamak istiyorum.”
- Güvende olmak, hayatımı işyerlerine kiralamamak, yaratıcı olmak.
- Yargılanmadığım, ne giyimimle ne ten rengimle ne bedenimle ötekileştirilmediğim bir dünya.
- Temiz çevre, ulaşılabilir doğa, barınma–yemek–su–hava için paranın şart olmadığı bir sistem.
- Lüks isteyen çaba göstersin, ama çaba hayatta kalmak için değil, konfor için olsun.
- İnancım, politik tercihim kimseyi ilgilendirmesin. Nereli olduğum sorulmasın.
- Her yer bizim, her yere gidebilelim. Diller, kültürler yaşasın; birlikte gelişelim ama standartlaşmayalım.
- İnsanları sınıflandırmayalım; herkesin potansiyeli ortaya çıksın.
Buna kim karşı çıkabilir? Herkes kendi hayatını yaşasa, kimse tehdit altında hissetmez.
Nereye Gidiyoruz?
Dünya öyle bir noktada ki, biri çıkıp yeni bir Franz Ferdinand’ı vursa, üçüncü bir dünya savaşı ihtimali anında konuşulmaya başlar.
Aklımızı yaşayamadıklarımıza takıp kaldıkça nefret büyüyor.
Sorulması gereken soru basit: “Nasıl bir hayat istiyorsun?”
Cevaplarda muhtemelen hepimiz aynıyız.
Son Söz
Demokrasi hâlâ kurtarılabilir mi?
Belki. Ama önce özgür düşünmeyi, ardından birbirimizi insan olarak görmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Yoksa “berbat sistemler” listesindeki sıradaki seçeneğe tahammül etmeye devam edeceğiz.

Leave a comment