Hafta sonu hayatımda yaptığım, en mantıksız ama yine de manalı bir ziyaret gerçekleştirdim Türkiye’ye.
Mantıksızdı çünkü iki gün için gittim. cumartesi akşam ulaştım. Pazartesi erkenden döndüm. Manalıydı çünkü kuzenimin düğünü için gittim. Birlikte büyüdüğüm, benim için çok önemli olan, kardeşim gibi olan kuzenimin düğünü için.
Hayatımda hiçbir zaman geleneklerin takipçisi olmadım. Geleneksel her şeyin de karşısında oldum. Kendimi hiçbir zaman ir yere ait hissetmedim ama aile bağlarım genelde güçlü oldu. Öyle ya da böyle Türkiye’yi terk etme isteğim ağır bastı. Nedeni politik ya da hayat standartları değildi. Kesinlikle aidiyet problemiydi çünkü kültürün karşısında duracak güçlü karakter de olamadım.
Yolum yıllar önce Polonya’ya düştüğünde Avrupa’da yaşamaya karar verdim. 2014 yılında ise Almanya’ya düştü. Halen daha oradayım. Almanya’da yaşadıkça, Almanların ne kadar geleneksel olduğunu ve yerelliği sevdiklerini farkettim. Doğal olarak buraya da ait hissetmedim ama buranın rahatlığına da diyecek bir şeyim yok.

Düğüne giderken bunları düşündüm. Herhangi bir Alman’a ya da Avrupalı’ya yüzlerce kişinin katıldığı bir düğünü anlatmak, sokakta müzikle dans edildiğini anlatmak, akrabalık ilişkilerinin her şeyin üstünde olduğunu anlatmak zor. Hoş ben de bunu anlamıyorum ama vefa duygusu nedeniyle tamamen kopmak da mümkün değil.
Konu düğün olunca ve yaşım da, beklentilerin ötesinde olunca ister istemez ‘sıradaki’ düşüncesinin merkezinde yer alıyorum. Kimi zaman espri ile karışık kimi zaman hayal kırıklığı içeren cümleler ve yapılan yorumlar. Uzak dursan, iyice koptun oluyor; umursamazsan aile her şeydir, yalnızlaşma okuyor. Yakın olursan da, iş manipulasyona kadar varıyor. Dedim ya, karşısında duracak güçlü bir karakterim yok. Hep isyankar olarak tanınsam, kendime has doğrularla yaşasam da, insanları kırmama duygusu bir nevi borç gibi. Bir geri ödeme. Kötü de, değil. İnsan güçlü hissediyor. Sanırım bu iş zaten bir Karadenizlilerde bir de doğulularda böyle. Bireyselleşmek, modern bir ailenin yapabileceği kadar. Daha fazlası olduğunda, bireyselliğe karşı herkes.
Aslında son derece toksik bir kültür. Olay bir arada olmak ya da hayatına dahil olmak değil, daha çok hayatını işgal etmek. Herkes gibi olmanı sağlamak. Standardın dışını lanetlemek gibi. Düğün bir eğlence ve kutlama iken bile, anın tadını yaşamak, hayatın absürdlüğünü kutlamak yerine stres ve gerginlik ön planda. Tüm iletişimin temelinde eleştiri ve dedikodu var. Geleneksel beklentiler ve ön yargılar var. Kimse o anda değil. Olanda ve olacaklarda daha çok. Hadi yap da değil mevzu, daha çok ne yapıyorsan bizim gibi yap. Mesela evlenmek istemiyorum bir seçenek değil. Çocuğum olsun istemiyorum da bir seçenek değil. Böyle bir durumda akla ilk gelen ‘acaba bir sorunu mu var?’ Aslında kimseyi ilgilendirmeyen durum, herkesin ilgi odağı. Sebebi ise standart dışı olması. Kötü bir evlilik, mutsuz bir aile; yalnız bir adamdan daha iyi. Yalnız bir adam algısı da, gerçekten yalnız bir adam. Hayatı olmayan, kimsesi olmayan bir adam. Bu adamın iyi bir hayatı, sağlam dostları, iyi bir ilişkisi, aktif bir hayatı olamaz.
Düğünde kendimi genişçe bir arazinin belki bozkırın ortasındaki bir ağaç gibi hissettim. Yalnız ama kendince canlı. Tek başına ama bir o kadar da kapsayıcı. Bir ormanın parçası değil, ama gölgesini de paylaşan.
Düğüne gelirsek de, herkesi görmek yine de güzeldi. Herkes bir arada. Ancak bir çok gelenek de, bana o kadar tersti. Elbette amaç birlikte kutlamak. Bir yandan gelenekleri yaşatmak, bir yandan da modern bir kutlama gerçekleştirmek. O yüzden bir gün köy düğünü, bir gün kına, bir gün nikah ve sonrasında da parti vardı. Ben köy düğünün en sonunda, ailenin kaldığı ve oturup, içip, sohbet edip, yer yer de oynadığı zaman denk geldim. En keyif aldığım vakit de burasıydı sanırım. Çünkü daha doğaldı, daha çok anı yaşamak üzerineydi, daha sade ve güzeldi.
Kınaya gitmedim. Benden önceydi ama muhtemelen kız alma geleneği gibi, son derece garipti. Bazen Hintlilere, Pakilere ve diğer geleneksel eğlence bağımlısı milletlere laf ediyoruz ama bizimki de farklı değil. Bir o kadar absürt ve zorlama. Tabii ki bana göre zorlama, aktif eylemde olanlara göre değil. Salon kültürü ise bambaşka bir şey. Bana daha çok tüketim ve gösteriş kültürünü hatırlatıyor. Herkes şıkır şıkır giyiniyor, saçlar yapılıyor, elbiseler, takımlar hazırlanıyor, kat kat makyajlar yapılarak oraya gidiliyor. Bundan daha yapay bir ortam var mıdır bilmiyorum. Belki, resmi iş ortamı bu şekilde olabilir. Gelin ve damadın gününde, sanki herkes onların önüne geçmek için yarışıyor. Eskiden böyle miydi bilmiyorum ama gösteriş öyle bir aşamaya gelmiş ki, neredeyse yarı çıplak geliyor kimisi. Sırf ilgi çekmek için. Bunun adı etkinliğe saygı değil, ilgi yarışı. Yoksa insanlar ne düşünür diye, kat kat makyajlar yapılıp, elbiseler, takımlar hazırlanmaz, böyle olmayan da yargılanmazdı.
Açıkçası üzüldüm. Kültürün bu kadar tüketime ve gösterişe dönüşmesine üzüldüm. Zaten bizim düğünler bireylerin kendi eğlencesi için değil, daha çok aile için. Yani özünde gösteriş için. Biraz da networking için. Bu gösterişin bu kadar özümsenmesi canımı sıktı. Bir yandan, bana ne diyorum ama öte yandan da, bu gösterişin içinde yer almama isteğinin olumsuz karşılanması da, bana bu eleştiri hakkını da veriyor.
Gelinlik, damatlık, takım elbise, elbise, makyaj, parfüm, ayakkabı, kiralık gelin aracı, ortaya saçılan paralar, takılan takılar. Her şeyiyle gösteriş. En doğal anlar sanırım, bitişe yaklaşılınca olan anlar. Çünkü artık işin şov tarafı bitmiş, alakasız insanlar elenmiş ve geriye kalanların sadece anın tadını çıkardığı zamanlar.
Alternatif nasıl olurdu diye düşünüyorum. Mesela ben evleniyor olsam. Bunu ne zaman söyleseler, sadece sana bağlı değil deniliyor. O durumda zaten böyle bir şey olması da, mümkün değil. Neyse bence kutlamanın binlerce yolu var. Birincisi, bu gün benim günüm. Doğal olarak gergin görünmek, gergin olmak istemem. İkincisi, o kadar insanı da çağırmam. Sadece en yakındakileri. Köy düğünü olayını seviyorum ama daha mütevazı daha iç içe. Davul, zurna gürültünün yerine, uzunca bir masa ve sohbet, biraz fasılımsı bir ortam daha çok hoşuma giderdi. Mümkünse, herkesin rahat giyindiği, ekstra hazırlanmadığı bir ortam. Belki de sahilde ya da bir dağın başında.
Bana kalsa buna da gerek yok. Nikahı kıy geç ve dünya turuna çık. Mesela bu kadar para harcanacağına, bu kadar hediye alınacağına ağaç dikilebilir. Bir okula yardım yapılabilir. Bu da gösteriş aslında değil mi? En azından işe yarayan bir gösteriş. Daha duyarlı, daha kapsayıcı. Böylece bir birey bir şeyler değiştirebilir mi sorusunun cevabı da, verilebilir. En azından insanları düşündürmek bile olumlu.
Aslında beni üzen ya da alternatiflere iten geleneklerin saçmalığı değil her zaman. Daha çok eylemlerin sonucunu düşünmemek, bu kadar kapsayıcı bir kültürün, bu kadar bencil ve çevreden kopuk yaşanması. Geleneklerin, düşünmeden korunması. Yani etik eksikliği.

Leave a comment