Kayıtsızlık

Ne zamandır yazamıyorum. Evet, yazmıyorum değil, yazamıyorum. Eski yazılarıma bakınca sanki başkası yazmış gibi geliyor. Nasıl bu gücü, ilhamı ve isteği buldum da yazdım diyorum.

Genelde hep en dipte olduğum zamanlarda yazdım. Beni dipten çıkaran, canım sıkıldığında kafamı dağıtan şey yazmaktı. Şimdi ise, sanki hiç yazmamış gibi hissediyorum. Bu yazı da, aslında sesli düşünme gibi. İçeriksiz, anlamsız, dağınık.

Hayatım büyük mücadelerle geçmedi ama gelişmekte olan Türkiye’nin psikolojisiyle geçti. Çalışmak hep önemliydi. Hiçbir zaman daha fazlasını istemedim ama çevremde hep dahasını isteyenler oldu. Şanslı bir şekilde tüketici olarak büyümedim. Materyal aşkıyla büyümedim ama bilginin yüceliğiyle büyüdüm. Sınıfın en iyisi olmak gibi bir derdim olmadı. Kendimi yarış içinde görmedim ama hep kendime bir şeyler ispatlamaya çalıştım. Bir şeyi anlamadığımda, anlayana kadar uğraştım. Anlayana kadar içim rahat etmedi. Öyle böyle kendimi üniversiteye attım. Üniversitede de, sürekli bir şeyler öğreniyorduk. Anlamak dersi geçmekten daha önemliydi. Yıllar sonra gerçekten temeli iyi attığımı farkettim ama ‘başarı’ kriteri olarak baktığımızda başarılı sayılmazdım. Neden başarıyı sayılara odaklıyoruz ki?

Elektronik mühendisliğini, taa çocukluktan beri istiyordum. Mühendisliğe başladığımda ise, tam tersine ne yapacağımı hiç bilemedim. Okul bitti, oraya buraya savruldum. İş hayatı hiç bana göre olmadı. O nedenle ne yapıp edip, yüksek lisans ayarlamaya çalıştım ve Almanya’ya geldim.

Yazmaya da, burada ağırlık vermeye başladım. Çünkü Almanya’ya geldiğimde büyük bir boşluğa düştüm. Kafamda hep aynı soru dönüyordu.. eee şimdi?

Yüksek lisans sanki bir kurtuluş gibiydi, Avrupa’da yaşamak hayalimdi. Geldim ve ne oldu? ee şimdi?

İstanbul’da hep bir koşuşturma peşindeydik. Hayat hızlı akıyordu, çevreden sürekli içerik akıyordu. Gürültü fazlaydı. Eski bir radyo gibi, duyulan içerikten çok gereksiz hışırtı. Almanya’ya gelince bu kesildi. İçerik ve sessizlik. Bu sessizlik, beni derin bir boşluğa itti. Uzun süre bu sessizlikte ne yapacağımı düşündüm. Kendimle nasıl başa çıkacağımı, ne yapacağımı. Yine kendime bir hedef uydurdum. Okul bitsin, sonra keyfine bakarsın diye. Okul bitti yine bir boşluk. Sahi insanlar nasıl çalışıyor ve memnun oluyorlar? Nasıl Çoluk çocuğa karışıp memnun oluyorlar? Hiç anlayamadım. Hayat o kadar anlamsız geliyor ki, anlatamam. Hep uydurduğum hedefler beni yaşattı. Hedefe de hiç ulaşamadım.

Daha sonra pandemi oldu. Yalnız geçirdiğim ve sesssizlikle mücadelemin, beni ne kadar güçlendirdiğini de görmüş oldum. Pandemide yaşananları önceden yaşamıştım. Pandeminin sessizliği, izolasyonu daha çok tatil gibi olmuştu. Böyle desem de, içimdeki anlamsızlık hissi geçmiyordu. O aralar bir trafik kazası geçirdim. Araba hurdaya dönmüştü, o arabada çıkışımı hatırlıyorum. Hiçbir şey olmamış gibiydi. Çıktım ve hiçbir şey hissetmedim. Üzüntü, acı, hayal kırıklığı, şok… Hiçbiri. Daha sonra bunun için psikoloğa da gittim. Çok rasyonelsin, duyguları bir şekilde dizginliyorsun dedi. Egzersizler verdi ama olmadı. Hissedemedim. Hissettiğim tek şey, kendimi trenin önüne atmakla atmamak arasındaki kayıtsızlıktı. Benim kaybedeceğim bir şey yoktu ama geride kalanlara acı vermek bence büyük bencillik ve adilik. Hayatta tutan duygu buydu.

Daha sonrasında bir kere de ölümden döndüm. Hayatımda hiç bu kadar yakın hissetmemiştim ölüme. O gün hayatı sevdiğimi farkettim. Kendimi trenin önüne atma hissi de gitti. Anlamsızlığın içinde mücadelenin bana güç verdiğini hissetmeye başladım. Hissetmeye başladım.

Çalışma hayatım, her zaman benim için önemli oldu. Kafamdaki ideal senaryoda, teknoloji alanında niche bir alanda çalışıyorum. Araştırma odaklı bir iş. Gerçekler ise ne üniversitede kalabildim, ne de yüksek teknolojiyle yakınlaşabildim. Master tezim hariç. Tez dönemi de, hayatımdaki en verimli, en eğlenceli, kafa olarak en rahat olduğum zamandı. Tam da bu nedenle, aradığım şeyin bu olduğuna emin olmuştum.

Aradan yıllar geçti. Üç iş değiştim. Farklı alanlara kaydım. Dilediğim gibi araştırmayı geç, mühendis olarak bile çalışmadım. Proje yöneticisiydim. İlk işimde arka planda, elektronik devreler tasarladım, masrafı azalttım ama sonunda kovuldum. İkinci işimde, alan en azından alakalıydı. Proje yönetiminden en iyi verimi almaya çalıştım, çok şey öğrendim, işimde de kötü değildim ama beni tatmin etmiyordu. Artık bu işi her türlü yaparım diye düşünmeye başladığımda, asıl isteklerimle ilgili çalışmaya da güç buldum. Geçen sene tüm tatillerimi öğrenerek geçirdim. Online dersler, pratikler, kendi kendime projeler… Tek hedefim işi değiştirmek ve kesinlikle teknik bir iş bulmaktı. Teknik iş ne demek? Bu sorunun cevabını veremiyordum. Tek isteğim master tezimde yaptığım şeylerle alakalı olmasıydı. Bunun peşinde koşarken de, kendimi herbokolog olarak buldum. Her şeyden biraz ama hiçbir şeyden tam olarak değil. Bunu üzerine, yine planlar planlar derken; en azından bir iki şeye odaklanabilirim dedim. Öyle de yaptım.

2024 yılının son yarısı hiç de iyi değildi. Ailiemizden birini kaybettik. Babamın ciddi sağlık sorunlarıyla yüzleştik. Sonra bir ayımı destek için Türkiye’de geçirdim. Neyseki sonunda korkulan olmadı. Bu süreçte bambaşka şeyler hissettim. Yine ölümün yakınlığını, hayattaki isteklerin anlamsızlığını, bir yandan aileme, Türkiye’ye, akrabalık ilişkilerine ne kadar uzak hissettiğimi diğer yandan da bir o kadar yakın hissettiğimi ve arada kalmışlığın zorluğunu.

Arada kalmışlık.. Belki de hissettiğim tek şey bu. Geleneksel olarak, alışkanlıklar olarak, kimlik olarak, hayaller olarak, mesleki olarak, kültürel olarak, bilgi olarak arada kalmışlık. Bu his de, inanılmaz bir anlamsızlık hissi veriyor.

Türkiye’den döndüğümde şansım yaver gitti, bir iş buldum. Bana yazılımcı olarak şans verdiler. Kendi işimden istifa ettim. 1 ay çalışmadım. O bir ayı yine öğrenerek ve pratik yaparak geçirdim ve 1 Nisan’da işe başladım. İşe başladığımda, önceki işin benimle ne kadar alakasız olduğunu, ne kadar canımı sıktığını farkettim. Yönetim konusundaki tecrübemin değerini de hissettim. Fikirlerimin iyi olduğunu, empatimin yüksek olduğunu ve kötü bir yönetici olmadığımı farkettim, aynı zamanda yöneticilerimin ne kadar kötü olduklarını da.

Yeni iş yeni heyecan. 1 Nisan’dan beri yoğun olarak çalışıyorum. Tam bir nerd. Çünkü çalıştığım yer bir fabrika. Önceden boş zamanlarda öğrendiğim şeylerin, evdeki projelerimin bir kısmını burada işimin parçası olarak yapıyorum ama kesin olan bir şey var. Kesinlikle endüstri insanı değilim. Burada, belli bir seviyeye ulaşıp, son 5 yılın teknik eksikliğini doldurduğumu hissettiğim vakit yine kaçış yolu arayacağım. Bu nedenle de, bu sefer boş zamanlarımı daha çok araştırma konusuyla geçiriyorum. Hedefe çok daha yakınım diyebilirim.

Tüm bu adanmışlığın yanında, ara ara yine aynı kayıtsızlık hissi vuruyor. Almanya’ya ilk geldiğimdeki hisle yine yüzleşiyorum. ee şimdi?

İşe katıldığım hafta tüm bölümlerde vakit geçirdim. O sırada işçilerden bir tanesi güzel bir soru sordu. Hayattan beklentin ne?

Soruyu cevaplayamadım. Para? Kesinlikle değil. Şan, şöhret? O da, değil. Aile ve stabil bir hayat? O da, değil. Stabil hayat, benim için ölüm gibi. Aktif bir hayat? O da değil. Daha çok nüfus? O da değil. Yalnızlık? Tercih etsem de, o da değil. Başarı? Başarı da değil. Zaten başarının anlamı neö onu da bilmiyorum

Uzun süre düşündüm. Sürekli hayatta kalmak için hedefler uydurup, ulaşmaya çalışıyoruz işin sonunda. Çoğu da, boş hayaller. Etraflıca düşününce hiçbir anlamı yok.

Bazen hayatından memnun olan, çok okumayan, çok düşünmeyen, işine gidip gelen, boş zamanlarını materyal zevklerle dolduran insanlara özeniyorum. Ama öyle yaşayamayacağımı da biliyorum.

Her ihtimal benim için bir anlamsızlık bulutu. Sevinçler, üzüntüler, iyi anılar, kötü anılar… Hepsine karşı kayıtsızım. Yazamamam da bundan. Hayatta şunları yapayım, şuna ulaşayım evresini tam olarak yaşayamadan geçtim. Şimdi nolacak evresini yaşıyorum. Hiçbir isteğim yok, hiçbir beklentim yok. Ne geçmişe ne de geleceğe ilgim kalmadı.

,

Comments

Leave a comment