Duruşun Estetiği: Anlam, Zaman ve Direniş

Zaman… En çok haşır neşir olduğumuz ama asla anlamadığımız bir kavram. Aristoteles’e göre hareketin ölçüsü, Kant’a göre insan zihninin bir kategorisi, Heidegger’e göre ise bizzat insanın varoluşudur.

Diğer yandan da, mevcut haliyle yanılsadığımız bir olgu. İnsanın uydurduğu, her yüzeysel şey giib özünü unuttuğumuz şey. Bizim için sadece ileri, geri almaktan; alarmlardan, toplantı saatlerinden ibaret. Fakat zamanın özü yalnızca bir takvim değil, aslında bir bilinç.

Zamandan bağımsız, kişisel anlam bulmamız imkansız. Zamana karşı kazanmak ya da yenilmek de mümkün değil. Zaman, her şeyi silip, yok ediyor gibi gözükse de, kişisel anlamın da bir parçası.

Zamanla kaybettiklerimiz, yaşadıklarımız beleğimizde yer değiştiren ve bizi değiştiren şeyler. Aslında zaman silip yok etmiyor ama dönüştürüyor. Dolayısıyla zaman yaşamın bir şekli ve bizimle anlam kazanan bir şey. Kierkegaard’a göre hayat sadece geriye dönük anlaşılır ama hep ileriye doğru yaşanır. Zaman da, tüm bunlara ev sahipliği yapan bir çatı. Altındaki, tasarım, yaşanmışlıklar ise kendi dokunuşlarımız.

Sabah bu düşüncelerle uyandım. Alarmı ertelerken, neden zamanı harcayayım ki, diye düşünerek ertelememeye ve kalkmaya karar verdim. Bugün işsiz son günüm. Güzel değerlendirmeliyim.

Gün içinde yapacaklarımı düşünüyordum. Bir hata yapıp, gazetelere baktım. Her zaman ki gibi; kan, adaletsizlik, yoksuldan güç alan ama yoksulu ezen yönetenler ve tonlarca gereksiz korku içeriği. İnsan, o kadar küçük hissediyor ki, bunları okuyunca… Ben kimim ki, ben ne değiştirebilirim ki, diyor ister istemez.

internet

O sırada, bir başka haber gördüm. Beni derinden üzen bir haber. Volkan Konak. Daha dün Maçka’dan bahsetmiştim. Durduk yere aklıma Maçka gelmişti. Bugün Maçka acıya uyandı. Tarih bir gün daha ileri atarken, bir karakteri daha sildi, sayfalardan. Bir insan ne değiştirebilir ki diyorsun ama hiç tanımadığın birinin yokluğu, içinde büyük bir boşluk oluşturabiliyor. Trabzon’da büyüdüğüm için mi diye de düşünmüyor değilim ama hayır, Volkan Konak benim değerlerimle özdeşleşen bir sanatçıydı. Eğilip, bükülmeyen, yanlışla doğruyu ayırt edebilen, bunu söylemekten çekinmeyen, nereden geldiğini unutmayan, dünyadaki adaletsizliğe tepkisini cesurca gösteren gerçek bir sanatçıydı. Mal varlığının keyfini sürüp, gerisini umursamayabilirdi ama yapmadı. Ününü kullanıp, her yere atlayıp, servetine servet katabilirdi ama yapmadı. O müziği seçti, şiiri seçti. Müziğin ve şiirin içinde, isyanını paylaştı. Sahne insanı olarak geldi ve sahnede veda etti.

Volkan Konak, özgürlükçüydü. Tıpkı Kazım Koyuncu gibi, derdi, özgürlükleydi. Memleketinin, özgürlüğe vurduğu darbeyle, bu darbeyi desteklemesiyle dertlenir, zihinlerindeki zincirleri kırmak için, özgürlüğün tadını tekrar yaşamaları için çabalıyorlardı. Sadece politik bir özgürlük değil, bireysel bir özgürlük bahsettiğim. 25 sene sonra eşiyle düğün yapıp, sevgiye aç toplumda sevgiyi ve bağlılığı özgürleştirdi. Göz yaşlarından, ağladığından ve sulu göz olmasından gururla bahsederek, erkek adam ağlamaz diyenlere inat, duyguları özgürleştiriyordu. Erkeği özgürleştiriyordu. Tıpkı “Çok fiyakalı bir hastalığa yakalandım, baba.” diyerek, hayattaki gerçek değerleri özgürleştiren Kazım gibi şarkılarla gitti aramızdan.

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. — Atatürk

Benim için her şeyden öte, ‘kendisi olabilen’ bir adamdı Volkan Konak. İç dünyasını bilmemem ama dışarıdan bakıldığında, kendini gerçeklemiş bir insandı ve gerçek bir ‘sanatçıydı’.

‘Gerçek sanatçı’ biraz gerçek İslam bu değil demek gibi. Bugün önceki yüzyıllardan alıntıladığımız birçok kişi parasını alıp, krala iş yapıyordu. Original dediklerimizin bir çoğu ise, o şartlarda isyanını sanata gizleyebilmiş, kimi zaman açıkça ifade etmiş, cezalandırılmayı göze alabilmiş kişilerdi.

“Volkan abi sivri konuşma içeri atarlar seni diyorlar. Ya bırak! Sen bilmez misin devrimciler korkmaz.” — Volkan Konak

Sanatçı, sadece güzel olanı üreten kişi olmamalı. Sanat, estetikle olduğu kadar gerçekle de ilgili. Sanatçı, gerçeğin temsilcisi, onu nesillerden nesillere aktaran bir postacı gibi. Estetiğin yanında vicdanı olan kişi olmalı. Güzeli üretmek işin bir tarafı ama çirkini ifşa etmek, sanatçıyı sanatçı yapıyor. Sanatçı bir düzeni yansıtırken, bir yandan da o düzeni bozan kişi olmalı. Sadece gerçekliği taşıyan bir tanık değil, sorgulayan, eleştiren kişi olmalı. Bunu yapmadıkça, toplum için yapılan bir sanattan da bahsetmek zor.

…vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. — Nazım Hikmet

Sanatçı apolitik olamaz ve olmamalı. Sanatçı yandaş olamaz olmamalı. Sanatçı aydın olmalı, farkında olmalı, ilham olmalı. Sanat susarsa, politika konuşur. Sanat ise, boş bir ürüne. Halbuki Goya’nın resimleri, Picasso’nun Guernicası, Nazım’ın şiirleri, Lem’in bilim kurgusu, Nazım’ın şiirleri; bir direnci temsil eder. Bireysel özgürlüğe, öncülük eder.

Peki kişisel arayışlarımız? Benliğimiz? Coğrafyadan, kültürden, dilden, inançtan bağımsız benliğimiz? Olay sadece ‘ben kimim’ mi? Her şeyden bağımsız yaşamak mümkün mü?

Tıpkı sanatçı gibi kendi vicdanına ve duyarlılığa sahip olmak, kendini daha çok gerçeklemek değil mi?

Dünyaya ve çevreye karşı duyarsız olmak kolay. Apolitiklik şemsiyesinin arkasına gizlenmek de. Her ikisi de, sahte bir algı yaratıyor. Beni ilgilendirmez dediğin şeyler, içinde yaşadığın çevrede bir şekilde seni ilgilendiriyor. İdeolojilerden bağımsız olmak, elbette bilinçli bir tercih ama duyarsızlık, adaletsizliğe göz yummak öyle değil. Normalleşme, normalleştirme öyle değil. Apolitiklik, bu durumda güçsüzün aleyhine sessiz kalmak, zulmü meşrulaştırmak, vicdanı öldürmek demek.

ArtStation — Empathy

Apolitiklik tarafsızlık değil, mevcut düzenin onaylanması demek. Kendi kabuğundan çıkan her şey, tarafsız olabilir ama apolitik asla.

Dünyaya karşı umursamazlığın yarattığı sahte anlam ve rahatlama, insanı yalnızlaştıran ve içsel bütünlüğünü bozan bir mekanizma. Sessizlik suça ortaklıktan başka bir şey değil.

“Bu dünyada asıl tehlikeli olan, kötülerin zalimliği değil; iyilerin sessizliğidir.” — Martin Luther King

Vicdanın, adaletsizliği görmüyorsa, acaba dedirtmiyorsa, çürümüş gitmiş. Bir çocuğun sokakta üşümesi, bir kadının sokakta rahat yürüyememesi, bir ailenin açlıktan ölmesi, bir mültecinin kilometrelerce yol kattetmesi sadece onların mücadelesi değildir. Her sustuğunda, bu haksızlıkta senin de payın oluyor.

Herkesin eylemi aynı değildir. Kimi resimle, kimi müzikle, kimi sadece bakışıyla hareketi sağlar. Eylem kimi zaman pasiftir, kimi zaman aktif ama her zaman cesurdur. Sessizlik ise tam tersi. Büyük ve basit bir kaçış. Bireysel özgürlüğe vurulan bir darbe.

Kendini bulmak isteyen bir insan, başkalarının kayboluşuna seyirci kalmamalı. Her şeyden önce bu etik değil.


Ahlak, toplumun bireyden beklediği şey. Toplumdan topluma, inançtan inanca değişen; uyum bekleyen, bir süre baskı unsuruna dönüşen bir şey. Etik ise sorumluluk ve sorgulama. Ahlak değişken olduğu için, ahlaklı ya da ahlaksız diye sınıflandırmak güç ama etiği olmayan bir insanın tam anlamıyla ‘insan’ olabilmesi imkansız. Çünkü etik, adaletin, dürüstlüğün ve sorumluluğun içselleştirilmiş halidir. Etik, başkalarına zarar vermemeyi değil, başkalarının iyiliğini gözetmeyi önerir. Çevreye karşı duyarlı olmayı değil, çevreyi herkes için en iyi hale getirmeyi önerir. Ancak etik sayesinde, kişisel menfaatlerden sıyrılıp, daha büyük değerlere sahip olabilirsiniz.

Bugünlerde yaşadıklarımız, on yıllardır bitmeyen mücadeleler de, tam olarak, ahlak ve etik arasındaki farkın anlaşılmamasında yatıyor. Türkiye’de kendince ahlaklı insan çok ama etik sahibi insan sayısı oldukça az. Sanatçı gibi sanatçı dediklerimiz, etik sahibi insanlar. Kişisel ilgilerinden, alakalarından bağımsız, vicdanı olan insanlar. Zaten aksi olsa, aklımıza benzer isimler gelmezdi.

Aslında özde 4 tane değer herkesin özünde olan. Adalet, şefkat, özgürlük ve sorumluluk. Tarihteki her yenilik, her güzellik bu değerlerin etrafında yapılan ortaklıkla gelmiş. Çünkü ortaklık haklı çıkmayı değil, doğruyu bulmayı amaçlar.

Kendini gerçeklemek, yaşam kalitesini artırmak da, konfor alanına sahip çıkmakla değil, ancak kişisel değerlerle ölçülebilir. Toplumsal hareketlerin önemi, boykotların, etkinliklerin, tepki vermenin önemi de burada yatıyor. Gerçeklik rahatsız eder ama sessizlik bir duruş değildir. Sessizlik etik değildir. Sessizlik insani değildir ve tehlikelidir.

Duruş, sesle başlar. Düzgün bir ses için duruşun düzgün olması gerekir. Estetik bir duruş da, güzel olanı ürettiği kadar doğru olanı da savunur. Kısacası ses, kişisel özgürlüğün de, en temel taşı.

,

Comments

Leave a comment