Kararlı ve ne yaptığını bilen insanları gördüğümde bazen özeniyorum. İstikrarlı ve azimli bir şekilde doğru bildikleri yolda ilerliyorlar. Yaptıkları şeyi fazlasıyla benimseyip. diğer şeylerle kafalarını dağıtmıyorlar. Sanki yaptıkları şey, en doğru şey ve tek yolmuş gibi.
Diğer konulardaki ilgisizliklerini ve bilgisizliklerini görünce ise o özenmenin yerini bir acıma alıyor. Nasıl bu kadar ilgisiz olabilirler? Nasıl bu kadar yüzeysel kalabilirler? Nasıl olur da, kendi işlerinde bu kadar başarılıyken ve iyiyken, diğer konularda öğrendiklerinin doğruluğunu sorgulamayacak kadar boş olabilirler?
Bir akrabam şöyle demişti. Çayı tabağa koyarsan yayılır. Çay kaşığı bir işe yaramaz. Bardağa koyarsan, derinleşir ve kaşık görevini yerine getirir. Şeker ve dolayısıyla kaşık kullanmadığım için olsa gerek dediğinin tam tersini yaptım. Benim için önemli olan, daha fazla görmek, daha fazla haberdar olmaktı. Çünkü derinleşme sadece verdiğin emekle ilgili. Benim görüşüm bu. İlgili olduğun konularda derinleşince, zaten bir çok konuda aslında ortalamanın üzerinde bir derinliğe sahip oluyorsun.
Bir de diğer insan tipi var. Muhtemelen üstün zekalılar. Hem alanlarında en iyiler, hem de diğer ilgi duydukları alanlarda derin bilgiye sahipler. Bu insanlara daha çok imreniyorum. O kadar vakti nereden buluyorlar ve nasıl her şeyi kafalarında tutabiliyorlar? Fakat son zamanlarda şunu farkettim. O insanlar, öğrenmeyi iyi biliyor. Kafalarında, net haritalar var ve çağrışımları birbirine sımsıkı bağlamışlar. Buna rağmen, onları her konuda konuşturduklarında, kimi zaman saçmalıyorlar. Televizyonlarda örneği fazla. Bu insanların olayı ne? Alanlarında derin olmak, ilgi duydukları bir iki alanda da, derinleşmek. Genelde lise çağındaki arkadaşlara da önerim bu oluyor. Zamanınız varken, müzik, spor ve sanatla uğraşın. Birisinde profesyonel olun. Öğretebilecek düzeye gelin. Mühendislik okuyacaklarsa, bir uygulamada kendinizi geliştirin. Bir de dil öğrenin. Mezun olunca, çok dilli olmak, bir hobinizi profesyonel düzeyde yapabiliyor olmak, bir mühendislik araç, gerecinde özgüvenli olmak hem iş kaygısını ortadan kaldırır hem de sosyal olarak dünyanın her yerine adapte olabilirsiniz. Aslında her branş için bu geçerli sanırım.
Ben, tüm bunları yarım yamalak yaptım. Kariyer anlamında ise benim yaklaşımım pek de iyi sonuç vermedi, her ne kadar avantajları olsa da. Benim kendi yaklaşımım, her şeyi anlamaya çalışmaktı. Her şeyi anlamaya çalışırken, odağı kaybetmek pek mümkün. Pratik olmayınca da, o işi yapabilir duruma gelmiyorsunuz. Farklı farklı sektörlerde çalıştım. İş olsun diye. Her işe girdiğimde de, buradan şunu yaparım diye planlar yaptım. Yani o işi benimsedim de ama zaman içinde oradan kaçmak istedim. Öğrenme isteği ağır basıyordu. Endüstride çalışmak hep yulüm odu çünkü öğrenince, işin keyifli tarafı bitiyor. Bu yüzden yüksek lisans yaptım ama yaptığım yüksek lisans beni bir konuda özelleştirmedi. Bambaşka bir okyanusa açıldım. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşünürken; okulun sonu yaklaştı. Bir gün oturdum, tüm aldığım dersleri, konuları listeledim. Neler hoşuma gidebilir. Bulamadım. Daha sonra o güne kadar yaptıklarımdan neler hoşuma gitmedi diye sıraladım ve kendime güzel bir konu buldum. Tüm olamazları çizince geriye kalan, isteyebileceklerimle de uyuştu. Onu yapmaya başladım. Tez aşaması, benim için hayatımın en keyifli dönemiydi. Tek bir hata yaptım. Üstüne fazla gitmedim. Tezi bitirince, orada kalamadım. İş ararken, ben bu alanda çalışmalıyım demedim ya da diyemedim çünkü vize, oturum baskısı vardı. Diğerleri gibi gerekirse aç kalırım ama bunu beklerim demedim ve kariyerim bambaşka bir noktaya geldi.
Araştırma ve geliştirme hep içimde kaldı. Bilim insanı olmak için geldiğim ülkede, kaçtığım noktaya geri döndüm. Almanya’nın önemli bir özelliği de, insanları bir kalıba sokup, o kalıpta kalmalarını sağlamak. Bir şeyler değiştirmek, yeniden başlamak oldukça zor. Yasal olarak yolları olsa da, mentalite olarak zor. Bu yüzden değişiklikler yaptığımda, tam bu sefer oldu dedim ama yine aynı noktaya sürüklendim. Mesela Elektronik Tasarımcı olarak alındığım işte, elektronik yerine sadece yönetim görevleri üstlenmek zorunda kaldım. O işi kabul etme sebebim sadece tasarım işi olmasıydı. Tecrübe olacaktı ve yoluma bakacaktım.
En son işimden geçen ay ayrıldım. Ondan aylar önce patronla konuşmamızda ilginç bir yorum aldım. Patron neden hep yönetici olduğunu anlattı. Hep öyle istemiş. ‘Biz teknik üniversite mezunuyuz. Teorik insanlarız. O yüzden ben ürün yönetimi ile başlamak istedim. Mühendislik yapanlar ise, hep boş zamanlarında bir şeylerle uğraşıyorlardı. ‘
Bunu bana söyleme sebebi, yönetimdeki memnuniyetsizliğimi sadece ortamla ilgili sanmasıydı. Halbuki o an, emin oldum ki, istediğim şeyin peşinden koşmalıyım ve bu tek başına yönetim değil.Bu arada Almanya’da farklı tip üniversiteler var. Teknik Üniversiteler daha çok bilim ve teori üzerine, teknik yüksek okullar uygulama üzerinde. Genelde yöneticiler teknik üniversitelerden, mühendisler ve mühendis olarak kalmak isteyenler diğer üniversitelerden.
Aslında benim tek bir isteğim oldu, merak ettiğim ve severek yaptığım şeyi yapmak. Bu dışarıdan da farklı görünüyor genelde. Mesela Avrupalı için iş sadece iş. Özellikle Almanlar için böyle. Hepsinin hayatında yaptığı tonlarca şey var. Onlar çok daha önemli. Benim için de, aslında böyle. Yoksa en başta imrendiğim insanlar gibi olmaya çalışırdım ama daha da önemlisi öğrenmek ve gelişmek. Belki de bizim toprakların verdiği kafa yapısı bu.
Bazen düşününce acaba tüm hayatım bir zaman kaybı mıydı diye düşünüyorum ama öyle değil. 20’lerimi güzel geçirdim. Fazlasıyla eğlendiğim, çok şey öğrendiğim yıllardı. Yaşadığım şehirden hep nefret etsem de, oranın bana kattığı çok şey oldu. Yapmadığım tek şey, zamanı doğru kullanmaktı. Ya da kafa karışıklığı içinde geçen zamandı. Yine de kötü geçmedi.
İş anlamında ise, birçok şey denedim. Daldan dala atladım. Kimisi bunu görünce şaşırıyor ama şimdi teknik ama daha önce yapmadığım bir iş buldum mesela. Bence daldan dala atlamak, kaşığın hikayesi kadar kötü değil. Ben kaşığı kullanmak yerine, küçük bir odun parçasını kaşık olarak kullanmayı tercih ettim. Belki biraz küçümsüyorum bir konuda uzman olmayı. Özellikle sadece ayırdığın zamanla ilgili dediğim zaman ama 5 yıldır yaptığım proje yönetimi işinde şunu fark ettim; imrendiğim dedim insanların çoğu dünyadan habersiz. sadece alanları dışındaki konulardan değil, alanlarındaki imkanlardan da. Uzman körlüğü. Onları görünce de, geniş düşünebilmenin, birçok farklı uygulama görmenin, olaya geniş bir pencereden bakabilmenin avantajını yaşıyorum. Dediğim gibi tek dezavantajı, iş ararken, teknik bir konuya geçiş yapmak istediğim zaman çarptığım tecrübe duvarı. Ancak son zamanlarda şunu da anladım ki, çok yönlülüğe olan ihtiyaç artıyor. Bu da benim gibi dikkati dağınık insanlar için büyük bir avantaj. Sistemler karmaşıklaştıkça ve küçük parçaları yapay zekalar, robotlar yaptıkça; sistemsel düşünce de, önemli bir hal alıyor.
Kimi zaman da, avrupalılarla aynı kafaya geliyorum. Zaten ortalama bir statüm var. Maddi sorunum, ciddi anlamda yok. Harcamayı ve sürekli bir şeyler sahibi olmayı sevmiyorum. Doğal olarak fazla paraya da ihtiyacım yok. Yüksek maaş kovalamıyorum. O zaman neden hayatımı olduğu gibi yaşamak yerine, ‘iş’e bu kadar takıyorum?
Hayır, bu işkoliklik de değil. Dünyayı ben yaratmışım gibi bir egom yok. Öyle bir isteğim de. Hayatı olduğu gibi seviyorum. Her şeyi iş için diye bir düşüncem de, yok. Sanırım sebebi daha çok anlam arayışı. Çünkü anlamı doğada, insanda, günlük rutinlerde bulamıyorum. Hiçbir çaba göstermesem, yine ulaşacağım nokta o günlük rutinler olacaktı. Tam da bu his beni rahatsız ediyor. Sürekli bir şeyler yapmak ve kendi olduğumun daha ötesine gitmek istiyorum. Ara ara boş ver diyip, salıyorum ama sonra yine aynı. Diğer bir sorunda, sisteme karşı isyan. Bunu Almanya’ya gelince daha çok hissetmeye başladım. Çünkü Türkiye gündemi yoğun bir ülkeydi. İstanbul’da yaşamak demek sürekli koşmaktı benim için. Koşmazsan, kaybedersin. Düşersen kaybedersin. Metro için, metrobüs için, A noktasından B noktasına ulaşmak için, işe trafiğe takılmadan gitmek için, bir yere planan saatte gitmek için, barda yer bulmak için, restoranda yer bulmak için, film izlemek için, konsere gitmek için kısacası her şey için koşmak zorundaydım. Burada ise öyle değil. O koşmadığım zaman bana kendi iç hesaplaşmam olarak dönüyor. Sistem, İstanbul’da insanı oyalarken; burada onu yapmıyor ama bu da daha yoğun bir memnuniyetsizliğin sebebi. Kimisi hayatın ne güzel, ne şikayet ediyorsun diyor ama gerçekler öyle değil işte. Dolayısıyla sisteme isyanım da burada artıyor. Çünkü mevcut sistem bizden iki şey istiyor. Bir harcamak, harcamak için kazanmak. Kazanmak da, sistemin imkanlarıyla mevcut. Yıllarca okuyoruz. Ne yapacağımıza karar vermek için. Ne yapacağımız ise sadece toplumun kullanışlı bir parçası olmak için. Kimisi bu çarkın dışına çıkıyor ama bu sefer toplumdan dışlanıyor. Şanslı olanın sadece karakteri ve yaşam tarzı dışlanırken, şanssız olan ekonomik olarak da dışlanıyor.
Tüm hayellerimizin, bunun üzerine kurulması ilginç değil mi? Nasıl manipule olduğumuzu düşünsenize? Evet, elektroniği seviyorum ama bunu meslek haline getirme ihtiyacı bu manipülasyonun sonucu. Hayır müziği de seviyorum diyip, müzisyen olacağım desem; karşıma çıkacak tepkiler ve toplumsal engeller, mühendisliğe göre çok daha fazla olacaktı. Mühendis olacağım dediğim de, hiç tepki olmadı. İyi iyi, işin de garanti dendi mesela. ‘Önü açık’ meslek. Bana çok ilginç geliyor bu yaklaşım. Daha da ilginci, aynı bakış açısına sahip toplumlar. Hepsi aynı seviyede. Daha gelişmiş ülkeler ise, aynı şeyleri 40–100 sene önce yaşamış.
Tüm bunları düşününce de, insan kendine özgür bir alan istiyor. Parça olmadığı, kendi olabildiği bir alan. Benim için bu daldan dala atlayabilmek oldu, her istediğimi yapabilirim özgüvenine sahip olmak oldu. Kafamdaki bilim her şeydir, gerisi boş düşüncesi de, aslında bilimin içindeki, özgürlük alanınıyla alakalı. Her ne kadar, bilimin de, kalıplar arasına sıkıştığını bilsem de. Yine para peşinde koşmamak, yeni şeyler almamaya çalışmak, giysilerimi, ayakkabılarımı delinene kadar kullanmak da, çevreye karşı duyarlılığımdan çok; harcamalısın ve bunun için daha çok kazanmalısın anlayışına tamamen karşı olmamla ilgili.
Farklı farklı şeyler okumak, öğrenmek, öğrenmeye çalışmak, denemek, yanılmak tam da bu yüzden önemli benim için. Çünkü fiziksel ve toplumsal olarak olmasa da, zihinsel olarak özgürleştiriyor. Haftaya yeni işime başlıyorum. Yepyeni bir alan. Daha başlamadan, buradaki bilgiyi kullanarak nereye atlarım planını yapmaya başladım bile. Biraz cesaretim olsa, köy köy Türkiye’yi, Asya’yı, Ortadoğu’yu, Afrika’yı, Güney Amerika’yı gezmek isterdim ama sistemden kaçamadığım o kadar çok şey var ki… Belki bir gün…

Leave a comment