Demokra sie

İtiraf edeyim, işin bu noktalara varacağını tahmin etmiştim ama yine de seçim sonuçlarındaki %50-%50 olayı biraz olsun farklı düşündürüyordu. Bunu bir fren mekanizması olarak görüyordum.

Erdoğan, Putin olmaya karar verdi ve Türkiye Rusyalaşıyor diyorlar ama bence Türkiye, Kasım 2015 yılında zaten Rusya olmuştu. Bahçeli’nin dediği gibi rejim çoktan değişmişti, bunu resmileştirmek kalmıştı. Onu da, başkanlık sistemine geçişle hallettiler. O günden bugüne tüm umutlarımız sadece bir ilizyon.

Photo by Tommy van Kessel on Unsplash

2016 yılından iki tane yazımı buldum. Birincisi, Türkiye ziyaretimde dikkatimi çekenlerdi. Türkiye’den Notlar | by Bahadirhan Cicek | Medium

Cumhuriyetin aşama aşama nasıl yıkıldığına bir tanıklık… İkincisi ise, biraz klişe ama dünya liderini anlatıyordu. Yani işin nereye gidebileceğini. Dünya Lideri | by Bahadirhan Cicek | Medium

10 Kasım 2017’de biraz duygusallaşmıştım. Olan bitene uzaktan tanıklık etmek can sıkıyordu. Ben tercihimi, terk etme yolunda kullandım çünkü bence kazanabilecek bir savaş yok ortada ama kalarak savaşmayı seçenlerin içinde bulunduğu sarhoşluk canımı sıkıyordu. Atatürk’ten 79 yıl sonrası. „Yurtta sulh, cihanda sulh“ | by Bahadirhan Cicek | Medium

Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlardı. Kısacası, saçma şeylerle oyalanarak, ekmeğe yağ sürüyorlardı. Bunu dile getirdiğim de, ‘kaçan’ oldum hep. Halbuki; terimlerin, değerlerin, savunduklarımızın ve sistemin üzerinde düşünmek gerekliydi. Oy vermek demokrasi değildi. Kendi konfor alanımızın daralmasına seyirci kalarak, yine alanımız var demek demokrasi ve iyiye gidiş demek değildi. Bununla ilgili de 2017’de Almanya’daki seçimlerden sonra karalamıştım biraz. Populizmin bir nedeni var, nedenler üzerinde düşünülmeli. Gelişmiş ülkelerin avantajı kontrol mekanizmalarının olması. Biz ise, o mekanizmaları kırıp geçtik. Bunu demokratik gelişim zannettik. Daha küçücük çocukken, demokrasinin tam tersi olarak yetiştirildik. Üzerimize hiç oturmadı sistem, her ne kadar demokrasi masallarını dinleyerek büyüksek de. Populizm, Aykırılar ve Seçimler Üzerine | by Bahadirhan Cicek | Medium

2019 yılında ‘Her şey çok güzel olacak’ diyordu herkes. Emin değildim. Çünkü ortada bir sistem ve anlayış sorunu var. Olmaz dediğimiz her şey tek bir referanduma bakıyor ülkede, sonra da oluyor. Bugün idam gelsin deseler, çoğunluk kabul eder. Çünkü idamın içinde, tecavüzcüler, kadına şiddet, hayvanlara işkence, hırsızlık, Atatürk’e hakareti, cumhurbaşkanına hakaret her şeyi sıkıştırırlar. Populizm tam olarak bu. İnsanı değiştirmeden, hiçbir şeyi değiştirmek mümkün değil. Eğitim ise insanı değiştirmenin tek yolu. Tam da bu sebepten dolayı eğitimde kritik düşünce, düşünce çeşitliliği, yaratıcılık hepsi sistemli olarak yok edildi. Eğitim düzeyi düşürüldü ve müfredat bilerek ve istenilerek allak bullak edildi. Şimdi ise milliyetçilik zırvalarıyla asker bir nesil yetişiyor. Vurarak, kırarak, savaşarak, dünyadan koparak, her şeyi kendi yaparak var olacağını zanneden bir nesil. Bu filmi dünya çok izledi. Olmuyor. Her Sey Cok Guzel Olacak. Degisim güzel seydir. Alisilagelmisin… | by Bahadirhan Cicek | Medium

2023 yılında umudumu iyice kaybetmişim. Demokrasinin olmadığı açık ama yine sanki bir değişim olabilir düşüncesi varmış kafamda. Dönüm Noktası. Seçimlerle ilgili son post. | by Bahadirhan Cicek | Medium

Ben tüm bunları kendi doğrularım üzerinde yazıp çizdim. Bildiğim, duyduğum, şahit olduğum %1’lik bir kısımdan. Siyasetin içinde olanlar, siyaset bilimiyle uğraşanlar, arka planda dönenleri bilenler çok daha fazlasını yazıp çizdi. İşin gideceği noktayı bilmemek, duymamak söz konusu değil. Mesela ara sıra gördüğümüz ve geçmişi bilmeyenler olarak dikkate almadığımız Perinçek 2005 yılında şu satırları yazmış.

2005 yılında muhtemelen deli demişlerdi adama. Zaten dava falan açılmış sonra ifade özgürlüğü diye iptal edilmiş. Tabii normal bir refleks olarak bu adamı sevenler bunu gösterip bak gerçek politikacı bu uyarmış falan diyebilir. Askerde vardı böyle bir tip. Bence büyük saflık. Genelde bu tip şeyler iç hesaplaşmaların sonucu olarak ortaya çıkıyorlar. yoksa ruhumuz bile duymuyor. Yani olay ak ve kara değil. Kara ve daha kara.

Böylesine bir sisteme karşı oy kullandım ve demokrasi görevimi tamamladım demek gerçekten büyük saflık. Peki ne yapabilirdik?

Artık geçti ama zamanında sokağa çıkabilirdik mesela, olaylara karşı gözümüzü açık tutup tepki gösterebilirdik. Biraz daha bilinçi olabilirdik ama olmuyor işte.

Hatırlıyorum, lise zamanıydı. Cumhurbaşkanlığı referandumu olacaktı. Okulda bunu tartışıyorduk. Öğretmenler dahil, herkes olumlu karşılıyordu cumhurbaşkanını halk seçmesi olayını. O zamanki küçük aklımla bana mantıklı gelmiyordu. Cumhurbaşkanının görevi, meclisi ve yasaları denetlemek. Bunların uygunluğunu onaylamak. Halk ne anlar ki? Halk zaten seçimini yapıp, meclise temsilcilerini gönderiyor. Temsilcileri denetleyecek kişiyi seçmesi demek, aynı kafa yapısındaki adamın, kendi adamlarını denetliyormuş gibi yapması demek. O zaman bir örnek vermiştim. Öğrenciler, müdürü seçebilir mi? Mesela bir öğrenciyi, müdür olarak seçmek mantıklı mı? ya da sınıf başkanını başka bir sınıf seçebilir mi o sınıfın dinamiklerini bilmeden. Son derece anlamsız ama insanlar buna demokrasi olarak bakıyordu. Referandum ve çoğunluk onlar için demokrasiydi. Her tartıştığımızda ve bu işin nereye gidebileceğini söylediğimde, bir gün hadi sistemi değiştirelim diye ortaya çıktıklarında buna da evet denilir dediğimde herkes karşı çıkmıştı. O kadar kolay değil! Yıllar sonra gördük ki, o kadar kolay.

Benzer bir tartışma çok basit şeyden çıkmıştı. Meclis lojmanları. Akp’nin ilk icraatlarından bir tanesi meclis lojmanlarının kullanımını iptal edip ‘halka’ inmekti. O lojmanları biliyorum. Daha çocukken, orada bulunmuştum akrabam yüzünden. Meclis görüşmeleri olduğunda, TRT’yi açardık, onu da görecekmiyiz diye. Çocuk olduğum için tartışmaları anlamıyordum fazla ama ara sıra hararetleniyordu. Bu insanalr birbirinden nefret ediyor diye düşünüyordum. Meclis lojmanlarına gittiğimde ise, o insanların bir arada yaşadığı görüyordum. Tam da bu yüzden güzeldi bu fikir. Bir arada yaşayan insanlar, birbirlerini gırtlayacak noktaya gelse de, bunu yapmazlar, yapamazlar. Arada aileler ve çocuklar olunca zaten ister istemez yumuşarlar. Sabah günaydın dediklerinde, çocuklarını aynı okula bıraktıklarında, aynı yerden alışveriş yaptıklarında, aynı yerlerde yiyip içtiklerinde tansiyon her türlü azalır.

Sonradan öğrendim ki, siyaseten farklı kutuplarda olan insanların çocukları bile birbirlerinde kalmışlar, beraber büyümüşler. Akp’nin yaptığı ilk iş bunu yok etmek oldu. Çünkü içleri ve dışları farklıydı. Yaşam tarzları görünenden farklıydı. Belki de çok fazla sırları vardı.

Yine çocuk aklımızla bunu tartışırken, öğretmene de benzer bir şey söylemiştim. Bu yaptıkları halka inmek değil. Halktan saklanmak. Onlar ise tersini düşünüyordu. Sanırım normal kiracı olduklarını falan zannediyorlardı. Nitekim, şu an zaten iktidardakilerin yaşadıkları yerlere ulaşmak hayalin de ötesinde.

Sonuç olarak gördük ki, özel hayat, halka inme, eziliyoruz hikayesi, süper lüks ve süper nefretle bitti. O, bu, şu diye ayrıldık. Bir sürü metres, fuhuş, ikinci eş, üçüncü eş hikayesi, şeker ezme, pudra çekme hikayeleri duyduk ama alınları secdeye dedikleri için hikayeler eriyip gitti. Sonunda da zaten kimse konuşamaz oldu. Bu arada sorun hikayelerin olması değil, hikayelerin gösterdiklerinin tam tersi olarak ilerlemesi. Yoksa özel hayatlarıi kimseyi bağlamaz. (bunu diyip, sineye çekince yine kabullenmiş oluyoruz aslında)

Bunlarla bitmiyor hikaye. Adım adım merkezi yönetim nasıl güçlendirildi izledik. Orduya nasıl müdahale edildi izledik. Polis ve kolluk kuvvetleri nasıl geliştirildi ve direk emir erleri oldular izledik. Sokaklara koyulan bekçileri, cumhurbaşkanlığı ispiyon sistemini izledik. Bunların avantajı da olmadı değil ama asıl amaçları gözardı edildi. İzledik durduk. Yok ya o yüzden değil diye geçiştirdik. Torba yasaları izledik. Fırsata dönen ekonomik krizleri, terör olaylarını ve darbe girişimlerini de izledik. Bunların hepsi artı güç puanı olarak dönerken, halka artı fakirlik ve eksi özgürlük olarak döndü. İzlemeyi tercih ettik. Cebimize biraz para sıkıştırılınca zaten sorunları unutup, umutlandık.

Sapıkça bir güçlü lider mantığı oturtuldu. Bir taraf güçlü lider diye kafa açarken, diğer taraf da bulamadığı güçlü lider yerine Atatürk’ü koydu. Yani gerçeğe karşı fantazi. Daha en baştan kaybedilen bir savaş. Bunlara bir de dış güçler ilizyonu, yapılar bazı yaşanan olaylar da eklenince iş iyice çığırından çıktı.

Elli kere anayasa değiştirildi. Halka soruldu ve halk havaya girdi. Bak artık demokratiğiz, bize fikrimizi soruyorlar diye. Size yapacağım devre için bir mikro işlemci seçin desem, ne dersiniz? Halkın da, yapacağı seçimle ilgili bilgisi o kadar işte.

Anayasa değiştikçe, OHAL’e alıştık. KHK’lar falan derken, üniversitelerin, enstitülerin, tüm kurumların teker teker merkezi yönetimin direkt etki alanına girmesine seyirci kaldık. İşin kötüsü, bunun kötü bir şey olduğunu düşünmedik bile. Düşünen de, zaten terörist oldu. Populizmi iliklerimize kadar yaşadık.

Basın olayına girmiyorum bile. İki tane muhalif, kafayı yakmış kanalın varlığı yüzünden, basın özgürlüğü var zannediliyor. Halkın zengine olan nefretini kullanarak, tüm basın etki altına alındı. Şimdi tek bir ağızdan yayın yapıyorlar. Şimdi dediğim en az 10 yıldır. Bir şeyi sürekli duyunca inanmaya başlıyorsun. Bir de her fırsatta, internet erişimi, sosyal medya erişimi kesildi. Çünkü gezi iyi bir ders oldu. Organize olan halk, büyük bir tehlike. Organize olmalarını engellersen, anında ezip geçebilirsin ve inançlarını kırabilirsin. Kendi işlerine bakar, hayatlarına devam ederler böylece.

Benzer şekilde sivil toplum ve muhalefet de baskılandı. Almanya’da nüfusun %68’i , yanılmıyorsam, sivil toplum kuruluşu üyesi ve gönüllü faaliyet yürütüyorlar. Gerisi de, demokrasiden nasibini almamış yabancılar. Benzer şekilde parti üyeliği, politik faaliyetler de oldukça fazla. Yani halk demokrasinin içinde ve gerektiğinde sokaklara dökülüp, tepkisini gösterebiliyor. Türkiye’den bakınca benzin 10 cent arttı diye sokağa çıkmışlar bizde 30 lira arttı falan diye dalga geçiyoruz. Araplar için sokağa çıkmışlar diye ırkçı bir küçümseme yapıyoruz ama tam da bu sebepten bir şeyler burada doğru, Türkiye’de ters gidiyor. Buna rağmen Almanya’da da birçok şey doğru gitmiyor bu arada. Bizde ise her zaman ilginç bir özgüven var. ‘Bir şey olmaz ya’. Oturduğumuz yerden bir şey olmayacağını düşünüyoruz ama oluyor. Olmaz dediğimiz her şey oluyor. Er ya da geç.

Halkı güzel sindirdiler. Bunun ilk aşaması ekonomik bağlılıktı. Seçim yardımları ve makarna paketleriyle başlayan sömürü, tüm ülke geneline maaş zaamlarıyla, sosyal yardımlarla, ekonomik teşviklerle yayıldı. Mesela mühendislik açısından, savunma sanayi çalışabilecek en iyi yer. İyi maaş veriyorlar. Mühendisler de çalışıyor. Bir de yerli milli diye, milliyetçi duygularla kafayı yiyorlar. Paraları biraz artınca, her şey yolunda zannediyorlar. Kırsaldaki memur gibi, cebine para girince kendi krallığını ilan ediyor. Ülke iyiye gidiyor zannediyor. Zannetmese bile, halinden memnun olduğu için ses çıkarmıyor. İktidara muhalif olarak oralarda çalışmak, oranın iyisi olmak sanki iktidarla devlet arasında ciddi bir ayrım varmış ilizyonu yaratıyor. Bu insanlar çıkıp, protesto ya da boykot uygulayabilir mi hayır. Yarın bir anda tüm meydanı paralize edecek bir teknoloji yapın deseler, harıl harıl çalışacaklar mecburen. Tıpkı, gaz odası hazırlayanların, sesini çıkarmadan hazırlaması gibi.

Sindirme birçok yönden oldu. Parti sistemi de bunun önünü açtı. Sanki çok demokrasi varmış ve bu değerlere bağlıymışız gibi her önüne gelen parti kuruyor. Çoğunun, proje partisi olduğuna eminim ama ispatlayamam. Sadece Macaristan’da Orban’ın kendisine muhalefet için kurdurduğu partileri, Doğu Almanya geçmişini de bilince bizde neden olamsın diyorum. Bu şekilde birçok soru işareti de cevaplanmış oluyor. Böyle böyle muhalefet de yok oldu. İnsanlar alternatifsiz kaldı. Sistem %50-%50 görününce insanlar da, iki kutba sıkışıp kaldı. Gerçek ise %50 karşı bölük börçük ve bir araya gelmesi imkansız bir toplum.

Özgürlükler yavaş yavaş daraltıldı. Her şeyi yasalarla yaptılar. Alkol işin kolay kısmıydı. Alkolden sonra şenlikler. Şenlikler derken toplanma, tiyatrolar, filmler, sosyal medya, protesto hakları derken iş aldı başını yürüdü. Bunu yaparken de, her şeyi kullandılar. Toplanma hakkı için mesela LGBTQ+ argümanının kullandılar. Aile vs. diye kafa şişirip, o bahaneyle her şey yasaklandı. Darbe, terör derken muhalif söylemler suç unsuruna dönüştü. Alkol, gençlik derken; insanların alanları iyice daraldı. Daha tonlarca örnek verilebilir.

Şenlikler öğrencilerin sadece rahatladığı ve eğlendiği yerler değildi, kendilerini özgürce ifade edebildikleri yerlerdi. Politik eleştirilerini dile getirebildiklerini, sanatçılarla beraber o enerjiyi oluşturdukları yerlerdi. Hepsi yok edildi gitti. Dahası, normalleşti. Normalleşirken de, farklı gerçekliklerle benzer uygulamaların olduğu ülkeler örnek gösterildi. Doğal olarak, batı hayranı kitlenin de karşı çıkabileceği pek bir şey kalmadı.

Benzer şekilde futbol. Tribünleri sindirdiler. Hatta bunu para vererek, insan kiralayarak bile yaptılar. Islıklayanı, salladılar. Kameralarla takip ettiler. Bir de futbolu kısır bir tartışmanın odağına attılar. Şimdi ise yine temiz bir afyon oldu futbol tıpkı din gibi. Birisi, inancıma saldırıyorlar diyor, diğer tuttuğum takıma.

Tüm bunlara sadece halk değil, siyasi muhalefet de destek oldu. Anlaşmalıdır değildir bilmem ama demokrasi adı altında birçok şeye evet denilip geçildi. Kimin işine ne gelirse, o kişi desteğini esirgemedi. En son olarak Erdoğan’ın tekrar adaylığına tepki gösterilmemesi ve yasaların esnemesine izin verilmesi buna en büyük örnek. Son seçim, belki de son demokratik seçimdi. Her ne kadar bunun bir ilizyon olduğunu düşünsem de. Bence son seçim, 2015 seçimiydi. Gerçekten de, son çıkış oydu.

Belediyeler kazanıldığında, bir heyecan yaşandı. Benim görüşüm adım adım kazandırılan alışkanlıklardan bir tanesiydi sadece. Nasıl olsa canı sıkılınca kayyum atanıyor. Tepkileri sindirmenin bir yolu olmalı. O da, kayyumu doğu belediyelerine atamak. Nasıl olsa, konu Kürtler olunca, demokrasinin bir önemi kalmıyor. Buna ses çıkaran ise anında terörist ilan edilebilirdi. Öyle de oldu. Sonra da yavaş yavaş diğer muhalif belediyeler. Yolsuzluk, adam kayırma zaten sistemin parçası. Suçlamak kolay. Tamamen temiz bir belediyecilik olmayacağını herkes biliyor. Yeni gelen ise her türlü kadro değiştirecek ki, iş yapabilsin. Sonuç? Bakın bu da kendi adamlarını koyuyor. Şu koyduğu adam örgüt üyesi, bu adam üçkağıtçı vs. diye sistemli bir algı. Nasıl olsa, kimse bakanlık tarafından alınan temiz kağıdının belediyeler tarafından verilmediği ile ilgilenmiyor. Herkes bu gibi durumlara alışıp, bu adamlar da saçma sapan adamlar diye düşünmeye başlayınca hop davalar, görevden almalar, ilçelere baskılar. O da bitince bir diploma muhabbeti. Herkesin kafasında benzer şeyler. ‘Diplomasını da almazlar’ ama alır. Aldı da. Çünkü alıştırdı. Buna tepki olmayacağını, yeterince önemli görülmediğini biliyor. Özellikle kendisi sürekli diplomasızlıkla suçlanınca, diplomasız da cumhurbaşkanlığı olabilinildiğini gösterince, tepki dozu da ona göre azalıyor elbette.

Kayyum atayamaz deniliyordu ama göz altına aldı. Artık kayyum da, mümkün. Yani olmaz dedik ama hem diplomayı aldı hem de görevi. Dahası, adaylığının da önünü kesti. Şimdi İmamoğlu’nun sonu Navalny gibi olmaz diyebilir miyiz? Sonu benzer olsa şaşırır mıyız?

Türkiye 2015 yılında Rusya oldu. Belki daha fazlası da, oldu. Olmaz dediğimiz her şey oldu ve olmaya da devam edecek. Uluslararası ilişkiler nedeniyle duruma müdahele de olacaktır. Ekonomik yansımalar da. Onları da, dış güçler diye geçiştirmeye alıştık zaten. Dünyaya karşı kenetlenmek de, olmayan düşmanlara karşı savaşmak gibi normalimiz.

Bence bir Türkiye, sınır olarak aynı Türkiye olmayacak sistem olarak da. Bugün ülkeyi bölüyoruz dese, herkes tepki gösterebilir ama onu alıştırmanın yolunu bulur nasılsa. Chpkk diyenlerin, Tip’e terör diyenlerin hepsi şimdi aşırı milliyetçi Bahçeli ile birlikte kurucu önder falan diyor İmaralı’daki adama. PKK’yla müzakere etmeyen teröristtir bile diyorlar. Böylesine bir propaganda ve basın gücü. Oturup, bunu da izleyeceğiz.

İleride tarih kitapları bu dönemi anlatacak. Umarım utanarak anlatacağımız bir konu olur ama Almanlar gibi konuşmak dahi istemediğimiz bir insanlık trajedisine dönüşmez. Ne yazık ki, bunun olmayağının bile garantisi yok.

,

Comments

Leave a comment