Ana

Ne zamandır yazmıyordum.

Daha doğrusu buraya yazmıyorum, Türkçe yazmıyordum. Aslında daha fazla boş vaktim vardı şubattan beri.

Photo by Graham Holtshausen on Unsplash

İş değiştirdim ve nisanı bekliyorum başlamak için. Martın birinden beri çalışmıyorum ama nasıl olduysa kendimi, işten daha yoğun bir tempoya soktum. Geçen hafta evde boş boş duvarlara bakarken, aklıma kitap yazma fikri geldi. Düşündüğümden çok daha fazla vakit alıyormuş. En kısa dediğim bölüm 5 gündür bitmiyor. Proje yönetimi ile ilgili ama çoğunluğu ‘bullshit’. İşten kurtulmanın verdiği coşkunun yansıması, içinde yönetim kelimesi geçtiği için bir şey olduğunu zannedenler için bir uyarı. Umarım yaza kadar bitirip, yayınlarım. (Sıkılmazssam) Öneriniz varsa, açığım. Daha çnce hiç kitap yayınlamadım.

Bir yandan oyun oynuyorum, bir yandan da yeni işe hazırlık yapıyorum. Programlama falan. Ortamlarda yaparım dediğim şeyleri yapamadığımı farkedince, tüm vaktimi onlara harcamaya karar verdim. Tüm vakit dediğim de, günde birkaç saat.

Öte yandan çiçek ıvır zıvır bakımı ile uğraşıp, diğer yandan sahiplenecek köpek arıyorum. Bunlara ek olarak, artık spor yapmalıyım diyorum. Biraz da ona vakit gidiyor. Elbette kız arkadaşım isyan ediyor, bana zaman yok mu diye. Onu da idare etmeye çalışıyorum. Düşündüğümden daha geleneksel ve maçomuşum. İlişkiye tepki olarak doğmuşum. Beri yandan, önceki işimden çıkardığımız arkadaşların iş aramasına yardımcı oluyorum, öz geçmişlerini düzenleyip, Almanları nasıl etkilerler onları anlatıyorum. Bu işi yaparken, ne zamandır kitap okumuyorum, roman nedir unuttum, cümle kurmayı bile beceremiyorum diye kendime kızıp, roman okumaya çalışıyorum Bir de gereksiz harcamaları kesmeye çalışıyorum ama Meta Quest 3’ün sanal ofisine bayıldım. Evde 5 ekranla iş yapabiliyorum.

İnsanlar nasıl aile falan kuracak zamanı buluyor anlamıyorum. Düşününce gerçekten ‘game over’. Bunu düşünürken de, ayrı bir vakit geçiyor. Düşünce düşünceyi açıyor, kendimle uzunca, hararetli bir muhabbete dalıyorum. Sonra da diyorum ki, liseli ergen gibi takılmayı ne zaman bırakacağım? İşine git gel, keyfine bak. Dünyayı sen mi kurtaracaksın? O yandan, bu yandan, alt yandan, üst yandan, kurtaracakmışım gibi bir çaba da yok değil.

Liseli ergen diye düşünürken de, dünyada ne olmuş ne bitmiş diye haberlere bakıyorum. Liseli ergen olmanın iyi olduğuna karar veriyorum. Dünyayı yönetenler, anaokulu çocukları gibi. Nasıl bir döneme denk geldik diyeceğim ama 20 yaşında savaşta ölebilirdik de. O yüzden demiyorum. Savaş yine iyi, 15 yaşında tıp biliminin olmadığı bir yüzyılda, kolum kırıldığı için ölsem ya da sakat kalsam, 21. yüzyılı öğrendiğimde bana çok koyardı.

Arada bir de teknoloji fuarına gittim. Çinliler almış başını götürmüş. Yıllar önce aynı fuarda çok vizyonlu müdürüm şunu demişti. ‘Yapay zeka hype ya. Bunların hepsi yalan olur 1–2 yıla.’ Bir de şunu demişti, ‘Çinlilere güven olmaz. İçi boş işler’. Bugün geldiğimiz noktada, o müdür Çinliler piyasaya girmeden hemen ürünü üretip, piyasaya sokalım yoksa ezip geçecekler diye kendini yırtıyor. Tam bu noktada bastım istifayı. Ben bu projeye ortak olmam, zaten etik nedir bilmiyor patron iyice canım sıkıldı. İşimi de buldum, lanet olsun müdürlüğe, yöneticiliğe; ben atom fiziğine dönüyorum dedim ve çıktım. Ama döndüğüm yer elektronikle ilgili bir şeyler oldu. Çok da uzak değil. Yeterince kazırsami atoma kadar inerim özgüveni halen var.

Comprehensive Knowledge of Embedded System Hardware and Software Basics — Boardor

Teknoloji fuarı diyordum. Fuar, %98 yapay zeka üzerine ve %60–70 Tayvan ve Çin firması. Her alana girmişler ve mükemmel işler yapıyorlar. Bizim mühendislerin 2–3 hafta ayırdığı işler artık dakikalara dönüşüyor. Çamaşır yıkamak gibi. Makinaya at, gerisine karışma. O yıkar, kurutur, ütüler hatta katlar sen dolaba koyarsın. İleride ona da gerek kalmayacak. Ayık olun.

O kadar mükemmel işler ki, insan umutlanıyor. İyi ya, daha da çalışmamıza gerek yok diye düşünmedim değil. On tane işçi ve mühendis alacağına, yapay zeka al geç. İki kişiyle çözersin olayı. Ürün üretmek artık çocuk oyuncağı. Tabii şunu da diyorum, şu an yapay zeka dediğimiz şey zeka falan değil. İstatistik. Daha önce zeka olacak sonra da bilinç kazanacak. Bu yüzyılda bunu göreceğiz. Şimdi bu kadar geliştiysek, sonrasında kim bilir ne olacak.

Dünyanın en küçük mikro işlemcisini gördüğümde bu iş olmuş bitmiş dedim.

Eve döndüğümde yine düşüncelere daldım. Artık vücudumuzda, robotlar özgürce dolaşabilir. Sonra da bir videoya denk geldim. Alexa ve siri gibi iki sanal asistan birbiriyle konuşuyor. Bir süre sonra bu iletişimimiz yeterince etkin değil, vakit kaybediyoruz diyip robot diline geçiyorlar. Sinyalle anlaşıyorlar. Arkamızdan ne konuştuklarını da bilmeyeceğiz. İnsanlara artık gerek yok, biz bize yeteriz derlerse işimiz zor.

Sonra bir sabah kalkıyorum. Bu arada, bunlar rüya değildi. Hepsi gerçek! Oluyor, olmak da ve inanılmaz bir hızla gelişmekte. Neyse sabah kalkıyorum, kahvemi koyuyorum. Alexa haberleri özet geçiyor, gün içinde yapacaklarımı anlatıyor, sonra da müzik açıyor. Biraz da, ben bakıyorum Türkiye’de neler oluyor diye. Yine aynı kreş tadında olaylar.

ABD başkanı, Ukrayna başkanını azarlıyor. Ukrayna başkanı, ses tonu ve aksanının etkisiyle tehlikeli adam gibi gözüküyor ve kendini ezdirmiyor ama bir hafta sonra bana vurdular, beni ezdiler diye ağlıyor. Fransa başkanı gel üzülme kardeşim, birlikte çok güçlüyüz diyor. El ele pozlar veriyorlar. O sırada, Dart Vader, Kırım 81’di, Kiev 82, Lviv 83 diyor. Hızımı alamazsam belli olmaz Varşova, Krakov giderim diyor. Bizimkiler yapar diyor. dart Vader, Kars, Erzurum da uzak değil diyor.

O sırada ABD başkanı ‘welcome to Gazza Beach’ diye bir video paylaşıyor. Turuncu hayranı islamcılar saklanmak için yorganın altına giriyor. Kim hayran, sensin hayran diye yarışyorlar. Turuncu adam, Sizi bir sürelim, gidin arkadaşlarınızda kalın, sonra bakarız duruma diyor. Arkadaşlar ise ‘lan yürü git’ aynı dine mensubuz diye herkesi kucaklayacak değiliz diyor. Sonra Avrupalılar da, neden yahu diyor. Yine de, turuncu beyefendi yanlış yapıyorsunuz diye mırıldanıyor. Turuncu adam ise, alın size vergi o zaman, ben bu NATO oyununu da oynamam, küstüm çıkıyorum diyor. Dımdızlak kal öyle diye sırtını dönmeye çalışıyor. Diğerleri kolundan tutup ikna etmeye çalışıyor. Uzun adam ise, o sırada şu dostuma yaklaşayım da, bana yine kazık atsın diye hesaplar yapıyor, legolarını dizerken. Dokunanı ise itip kakıyor.

O sırada, bizim evrende bir diploma muhabbetidir gidiyor. Birisi diyor ki, diploman sahte. Diğer, de, aynı edayla en azından diplomam var hehehhühü diyor. İkisi de, ilgi çektikçe daha da şımarıyor. Sonra bir kalkıyoruz, gözaltına alınmış. İnsan sevdiğini, korumak istiyor haliyle. Ya da aman halayımız bozulmasın demiş de olabilir.

Photo by Austrian National Library on Unsplash

Ah o eski günler….

Diyoruz ki, bu gündem yordu. Çocukla çocuk olunmaz. Biraz futbol izleyelim, nostalji yapalım. Takım da iyi. Orası da farklı olmuyor. Futbolu değil, yere yatan bebekleri izliyoruz. Ortadaki adam, dütdüt düttürüp duruyor. Şeker dağıtır gibi sarı kart, kırmızı kart veriyor. Ne zaman futbol başlayacak diye düşünürken, bir bakmışız ki maç bitmiş. Bu arada unuttum, çocuklardan birisi de hakemi kıskanıyor. Niye sadece futbolda var ki bu kart diye, ortaya çıkıp. Sağda solda kart sallıyor. Neyse…

Ortadaki adam yabancı olunca olay farklı. Kreştekilerin, korktuğu öğretmen gibi hepsi uslanıyor. Yere yatmayı, ağlamayı bırakıyorlar. Uslu uslu oynamaya çalışıyorlar ama izlediğimiz yine futbol değil. Uslu çocukların, durumu ideare etmesi. Maç bitiyor. Bu sefer anaokulunun diğer çocukları ortaya çıkıyor. Yapı aşağı yapı yukarı. ‘the crying one’ da, her zaman ki küçümser edasıyla ‘sizin yapacağınız işi seveyim’ demiyor. Bize gelince oh onlara gelince oo falan diyor. Bu okul gösterisine katılıyor.

Sonra yine turuncu adam çıkıyor bir yerlerden. Diyor ki, Afganistan’da bir röportaj izledim. Kadınlar mutlu hayatlarından. Biz ne yapıyoruz oralarda. Bırakalım yaşasınlar. Zaten ben de kadın olsam, o şekilde yaşardım. Ne güzel makyajdı, şuydu buydu uğraşmıyorsun. Sonra benzerini Ukrayna için diyor. Aptal adam size çok para verdi. Yeter bu kadar dağılalım. Bizi bulaştırmayın ama giderken beğendiğim oyuncaklarını da alırım. Olur mu?

Herkes yine mızmızlanıp ağlıyor. Sonra Türkiye’ye dönüyorum tekrar. Büyük bir halay hazırlığı var. Halay başı kim karar veremiyorlar. Halay karışık mı olacak, yoksa ayrı ayrı mı tartışıp duruyorlar. En son diyorlar ki, halay başı kötü adam olsun. Diğerleri diyor ki, ‘bize sürekli terörörö diyordun. Noldu da, kötü adamla birlikte olmaya karar verdin. yoksa sen eş başkan mısın?’ Uzun adam Voldemort ise bak bunlar savaş istiyor, bunlar kan istiyor, halayımıza engel olamayacaksınız diye ortalığı birbirine katıyor. Olan ise Snape’e oluyor. Herkes kötü zannediyor. Halbuki adamın derdi başka.

Kimse de, neden halay demiyor? Horon, zeybek de olabilirdi. Hepsi bir arada da güzel bir şölen de olabilirdi.

Tüm bu ortamda, kimi çocuk da Ak Gandalf’ı bekliyor. Gelse de, ışığıyla bir dövse şu bebeleri. asasıyla ağzına oturtsa yaramazların ama yok. Ak Gandalf bir kere geldi daha gelmez. Yüzükle kendiniz başa çıkacaksınız. yanınıza ya bir Sam alın Frodo gibi ya da yüzüğün cazibesine kapılın.

Yazarken beynim yandı. Gerisini siz düşünün. İşsizlik de yaramıyor, besbelli. Artık dizi film izlemeyi bıraktım, standup da izlemiyorum haberler yetiyor. Bu devirde çocuk sahibi olunmaz, hepsi ağlayıp, sızlayıp, kavga edip duruyor. Çok affedersiniz kafa ütülüyorlar.

,

Comments

Leave a comment