İstek Listesi

İçimde sürekli göçme güdüsü var. Kendimden mi kaçış, yoksa her seferinde yeniden başlamanın verdiği heyecan mı bilmiyorum. Kuş olup uçsam memnun olur muydum?

Aslında seyahat ederken, hiçnir şey düşünmeden keyif alarak seyahat ediyordum ama son yıllarda o da geçti. Sanki tüketiyormuşum gibi hissediyorum. Her şey aynılaştı ve anlamsızlaştı. Kendimi hiç bu kadar uzak hissetmemiştim. Sanki o akdar çok göçtüm ki, dünyanın ötesine geçtim. İzleyici olarak yaşıyorum hayatımı. Bir iki ufak zevkim de, bundan ibaret.


En son göçüşümden bu yana 3 yıl geçti. Etrafıma bakınca bu sefer bir şeyler farklı gibi hissediyorum. Çevremde neredeyse kimse yok. Öyle bir isteğim de yok. Olan da, 80 km uzaklıktaki eski yaşadığım şehirden. Belki de, bu yüzden göçmüş gibi hissetmiyorum. Yeniden başlamış olma hissi de yok.

Bunu düşününce, neden bu dürtü var diye düşünüyorum. Ara ara göçtüğüm için bu yalnızlık.

Şikayetçiyim de diyemem. Hatta daha çok yalnızlaşıp, bir süre bunun keyfini çıkarmak istiyorum. İçimden bir his, göçmek yerine böylesine bir izolasyonun hayatımı birçok yönden olumlu etkileyeceğini söylüyor ama yine de kolay değil. Kendi içime göçmek, dünyanın herhangi bir ucuna gitmekten daha zor.

Yıllardır ben napıyorum diye düşünüyorum. Almanya’ya gelirken kafam netti. Yüksek lisans yapacağım ve Avrupa’da yaşayacağım.

Ayak bastığım günden beridir de, kafam karışık. Biraz sürükleniyorum, biraz toparlanıyorum. Sürekli bir sınav veriyormuş gibi hissediyorum bir yandan, öte yandan da kendime yeni motivasyonlar uydurarak bu yaşıma kadar geldiğimi görüyorum.

Bu düşünce içimi ürpertiyor. Sanki bir şeyler yanlış diyorum ve düşünmeye koyuluyorum tekrar. Ben gerçekten ne istiyorum bu hayattan?

Yıllardır bunu düşünüyorum. Kendime uydurabileceğim tonlarca şey var elbette. Şu işi alırsam, şu parayı kazanırsam, şuraya gidersem, şunu öğrenirsem diye geçiyor zaman. Sonra da içimden büyük bir çığlık geliyor. ‘soooo what?’…. Tüm bunları yapınca nolacak? Yine aynı boşluk.

Bu boşluk uzun zamandır var. Bazen bu yaşıma kadar nasıl geldim diye de düşünüyorum. Sonun ne zaman olacağını bilsem ona göre davranırım ama 40–50 yıl daha yaşama fikri de, yarın ölme ihtimali kadar korkutuyor. Bu kadar yıl ne uydurabilirim ki?

Yeniden başlama isteğim de, pişmanlığım da, ah şu da olsa dediğim bir geçmişim de yok. Sadece şunu biliyorum. 40 yıl sonra da, sona yaklaşıyorum diye düşünüp duracağım. Amaçsız da olsa hayatta kalma isteğimi baskılayamayacağım. Belki de, bugün yazdıklarıma bakıp ne kadar da salakmışım diyecek ve geçen zamana üzüleceğim.

Yine de, bir şeylerin peşinden koşup, başarmak ile başaramamak hatta hiç çabalamamak arasında kendimi daha fazla kandırmaktan başka bir fark görmüyorum. Tüm insanlık tarihi olmayan sorunlar yaratıp, çözmekle geçmiş. Çok da büyütmeye gerek yok diye de kendi kendimi telkin ediyorum.

Tüm bu isteksizlik ve her şey bitti hissi, Almanya’nın soğuk ve karanlık kışıyla; insanı bir kalıba sokan ve oraya vidalayan sistemiyle ne kadar ilgilidir bilmiyorum. Hoş Türkiye’de de, çok güneş görüğüm söylenemez. Orada da, hiçbir kalıba girememekti derdim.

İnsanlara bakınca da, farklı bir şey görmüyorum. Boş bir beklenti var kimisinde. Sistem de, kalıba çivilemeyince, sanki her şeyi yapabilecekmiş gibi boş bir beklentiye giriyor insan. Sonunda da, hüsran. Kim bilir belki de yaşamak dediğimiz de, boş beklentilerin verdiği umuttan ibarettir. Bundan enerji alanın hissettiği hüsran değildir.

Ama yine de ‘neden’ diye soruyorum.

Tüm bunların sebebi, hastalanıp ölüme yaklaştığımızda, biraz daha hayatta kalabilecek eforu ödeyebilmek için mi? Hareket edemediğimizde, bize bakacakları yetiştirmek ya da kiralamak için mi? Enerjin kalmadığında gezip, dolaşacağımız yalanına kandığımız için mi? Yoksa evde ölümü beklerken en azından, sıkıntı çekmemek rahat rahat o anın tadını çıkarmak için mi?

Aslında az da zaman yok. Kimisi emekli olduktan sonra benim bugüne kadar yaşadığım kadar yaşıyor.

Peki enerjin yoksa, vücudun izin vermiyorsa buna yaşam denilebilir mi?

David Attenborough’un 93 yaşında çektiği belgeseli ve adamın çevikliğini görünce, insan yine boş bir umuda giriyor. Acaba böyle olur muyum diye! Düşünsenize, önümde belki 50 belki 60 yıl var. Belki de teknoloji sayesinde çok daha fazlası. O zaman da, erken yitip gitmek biraz enayilik gibi ama yapacak da bir şey yok.

Peki insan olmak ne demek? Tüm bu ilişki trafiği? Eş, dost, sevgili, akraba, çoluk çocuk?

İnsanlar bunu senden beklemiyordum diyorlar… Bazen iyi bazen de kötü anlamda. Neden beklemiyorsunuz? Gerçekten beni tanımıyor musunuz yoksa kafanızdaki kalıbın dışına çıkmış olmam mı rahatsız ediyor? Herkesin böyle filtreleri var mı? Öyleyse ilişki dediğimiz şey de, aslında çocukken oyuncaklara verdiğimiz roller gibi. Herkes bizim için, şekil verebileceğimiz ve verdiğimiz rolü oynadığı sürece bizimle beraber olacak oyuncaklardır diyebilir miyiz?

Peki açık olmanın, arkadaş olmanın anlamı ne, eğer değişmeyeceksek ve aynı kalacaksak? Tüm bunların anlamı ne, eğer birbirimize benzemeye çalışacaksak? Böyle bir durumda, neden birbirimizin zamanını tüketiyoruz ki?


Bazen güler yüzlü ve olumlu insanlara imreniyorum. Sanki her şey güzel onlar için. İçlerinde neler olup bitiyor, merak ediyorum ama ne olursa olsun gülümsemeyi başarabiliyorlar. Bana da, böyle diyorlardı eskiden. Olumlu, pozitif. Şimdi ise pozitif denilince, sanki hastalık testi sonucunda pozitif çıkmış gibi hissediyorum. Sürekli bir tatsızlık ve anlamsızlık var içimde. Kendi yaptıklarım için zaten böyleyim ama başkaları anlatınca da içimde dönen soru aynı ‘so what?’.

Yıllardır yapmaya çalıştığım, yapılacaklar listesi (bucket list) dolmuyor bir türlü. Doldurup gözden geçirince, kendime uydurduğum yalanlar, boş hayaller dışında da bir şey görmüyorum ve hepsini siliyorum.

Geriye dönüp, neler başardığına bak önerilerine kulak verdiğimde ise, sanırım en iyi başardığım şeyin hayatta kalmak olduğunu görüyorum. Yoksa çoktaaaan…

,

Comments

Leave a comment