Çevirmeli telefonları hatırlar mısınız? Numaraya rehberden bakar ya da ezberimizden girerdik. Bilmem kaç tane sayıyı arka arkaya sıralardık. Telefon sabitti. Yakalayamazsan, kim aradığını bilmezdin. Bazen koşar açardık, bazen boş ver çalsın derdik.
Cep telefonu gelmesiyle, işler değişti. Telefon vücudumuzun bir parçası oldu. Artık koşmamız gerekmiyor, arayanı geri arayabiliyoruz, kişinin uygun saatlerini kovalamıyoruz.
Bugünlerde ise telefon her şey oldu. Bankacılıktan, vatandaşlık işlerine, ondan günlük işlerimize, medikal takibe kadar her alanı cebimize taşıdık. Hatta ve hatta otoriter rejimlerin etki malzemesi, demokratik seçimlerin de propaganda aracı oldu. İlerleyen yıllarda ise, yatağımız, arabamız, tüm eşyalarımız için de, kontrol mekanizması olacak.
Aslında böyle bakınca, bunu da yıkıcı bir teknoloji olarak nitelendirebiliriz. Hayatımızı; sosyal, kültürel, ekonomik olarak tamamen değiştiriyor. Ancak bu yazıdaki konu yıkıcı teknolojiler olmayacak. (o serinin son 2 yazısı da, bu hafta içinde gelir.) Askine konum telefon kullanma alışkanlığı.
Martin Cooper’dan önce(Motorala’nın ilk cep telefonu denemesi) ev telefonu, arabaya taşınmıştı. Arabayla seyahat eden telefona ‘mobil’ yani hareketli telefon deniliyordu. Bu terim, en çok kabul gören, bugüne kadar devam eden terim oldu. 1973’te ilk başarılı konuşmayla beraber iletişim antenleri de artıyordu. O nedenle, hücresel telefon, radyofon gibi terimler de literatürde yerini aldı. Kimi ülkeler kendi dillerine direk mobil olarak çevirirken, kimisi hücresel olarak çevirmiş.
Türkçe’de cep telefonu diyoruz. Cepte taşınan telefon. Almanca’da handy diyorlar. Yani kolay kullanılan, pratik.
Peki benim sorum şu, taşınabilir olması her an ulaşılması gerektiği anlamını taşır mı? Bence bu kullanıcı kolaylığı.
Son bir aydır, Türkiye’deydim. Hastamız olduğu için gittim. Tabii ki, arayan soran çok oldu. Hastamızın telefonla konuşması önerilmese bile, bu izolasyonu sürekli sağlayamadık.Bu süre zarfında, tabii ki bir sürü geçmiş olsun diye arayan oldu. Benim kişisel fikrim, bu gibi durumlarda rahatsız eilmemesi gerektiği. Yani geçmiş olsun yaz ve geç. İnsanlar sevdiğinden ve merak ettiğinden arasa da,ben bunu bencilce bir tavır olarak görüyorum. Ayrıca sürekli hastalık muhabbeti yapmak da hoşuma gitmiyor sürekli. Tüm akrabaların hastalığını, yaşadıklarını, yıllar önceden sakladıkları ameliyatları ve dahasını öğrenip geri döndüm.
Arayanların bazılar, kısa kesiyordu. 1 dakikayı geçmiyordu. Kimisi ise, uzun yıllardır konuşmamamızın da etkisiyle, uzatıp duruyordu. Kimisi ise her gün aradı. Önceden niye aramadın diyemiyorsun tabii. Sonra ben ararım, konuşuruz diyorsun ama sen arayana kadar tekrar tekrar aranıyor.
Yapı gereği small talk olayını becerebilen bir insan değilim. Çocukluğumdan beri, telefonla konuşmayı hiç sevmedim. Şimdi ise proje yönetimi yaptığım için, hayatım telefon ve microsoft teams konuşmalarıyla geçiyor. Durum böyle olunca da, iş dışındaki konuşmalar beni daha da rahatsız etmeye başladı. İşten çıkınca, telefon görmek istemiyorum. Hastalık durumundamecbur kalınca, telefon kullanma alışkanlığı daha da dikkatimi çekti. Bizimki özel durumdu ama sokakta, otobüste, uçakta, daha çok gözüme battı bazı şeyler.
Türkiye’de dikkatimi çeken şey, sokakta telefonlakonuşan insan fazlalılığıoldu ilk başta. Herkes telefonla konuşuyor. Herkes önemli bir şeyler hallediyor gibi. Bunda Ankara’ya gitmiş olmamın etkisi var mı bilmiyorum. Belki de gerçekten önemli şeyler hallediyorlar. Gerçi öyle olsa, ülke bu durumda olmazdı.

Çevremdeki insanlarda ise farkettiğim, telefon açma hızları oldu. Arandıysam açmalıyım diye düşünüyorlar. Arada muhabbet ediyor oluşumuz, acele bir durumda oluşumuz, o anda başka bir şey yapıyor olmak önemli değil. Arandıysa, açılacak. Sanki ölüm kalım meselesiymiş gibi. Sonra da o telefon kapanmıyor. Şu an meşgulüm, sonra ara diye bir şey yok. Muhabbet uzadıkça uzuyor. O bitiyor, bu sefer başkası.
Aslında, insanlar işteyken sürekli ulaşılabilir olmuyorlar. Sonra dönüş yapabiliyorlar ama nedense günlük yaşamlarındaki davranışları tam tersi.
Bir de telefonda her şey tartışılıyor. Herhangi bir kafede otururken, insanların birçok bilgisini alabilir, dertlerini bilebilir hatta kart numaralarına kadar öğrenebilirsiniz. Telefon orada çünkü, anında halledilmesi gereken konular. Acilen destek alınması gereken meseleler.
Diğer dikkatimi çeken şey ise ses oldu. Herkes telefonu sesli kullanıyor. Benim çevremde sadece ortadoğulular ve ruslar bu şekilde. Tuş sesi, zil sesi hiç eksik olmuyor. Türkiye’de sokakta böyle olduğu dikkatimi çekti. Sürekli telefon zil sesi duyuluyor. İnsanlar da hemen cevaplıyor. Arama yoksa, uygulamalar seslikullanılıyor. Duolingodan tiktoka her şey sesli. Kimisi de tespih çeker gibi, reels izliyor peşi sıra. Hepsi de, sesli ve birbirinden bağımsız. Açıkçası bazı sesler, zihnimde gairp bir hareket oluşturuyor. Alarm sesi, bazı şarkılar, Teams arama sesi, mesaj sesi, mail sesi vs. Bunları duyunca kalp atışım hızlanıyor ve telaşlanıyorum. Tüm bunları dinlemek zorunda mıyım? Hayır.
Distopya gibi. Ben mesela telefonu sessiz kullanırım. Kimi zaman arayan ulaşamaz ama acil bir şeyse zaten yazıyorlar. Onu da, en geç 30 dakika içinde görüyorsun zaten. Hadi 2 saat sonra olsun. Ne farkeder?
Benim yaptığım doğru mu? değil. Çünkü bazen ulaşamıyorlar ama benim anlamadığım diğerlerine rahatsızlık veririm kaygısı taşımadan sesli kullanım nasıl bir şey?
Benzer şekilde uzakta yaşayan birisi değilse, önemli konuları görüşünce konuşmayı tercih ediyorum ya da yazarak. Neden herkes benim yaşadıklarımı, düşüncelerimi, söyleyeceklerimi duysun ve bilsin ki? Neden herkes benim izlediğim videoları duysun, bomboş birbiriyle alakasız videoların arka plan müziklerini dinlemek zorunda kalsın? Ya da ben neden dinlemekten nefret ettiğim şeylere maruz kalayım? Gerçekten anlayamıyorum.
Almanya’da da, göçmenlerde var bu. Sesli ve görüntülü konuşma. Elbette kimisi için hayat zor, sevdiklerinden uzaklar ama sesi kulaklığa değil de hopörlere vermek, sevgiyi artırmıyor diye düşünüyorum. O nedenle, telefonu sesli kullanmayı, olumlu ve medeni bir şey olarak görmüyorum. Aksine son derece bencil bir davranış. Tabii ki istisnalar var. Ameliyathaneden acil olarak aranan doktor, sessizde olduğu için çağrıyı kaçırıyorsa sesli kullanmak zorunda. Gerçi bunun için de, bir sürü çözüm var çağrı cihazları, akıllı saatler gibi.
Mobil telefonun, sürekli ulaşılabilir olması gerektiği fikri beni rahatsız ediyor. Bazen konuşmak istemiyorsun ama açmayınca tekrar tekrar devam eden bir trafiğe dönüşüyor. İşteyken ulaşılamıyorum, duştayken, tuvaletteyken, uçaktayken. Hayatınızda çok önemli şeyler mi değişiyor? Konuştuklarımızın %90’nının çöp olduğu bir dünyada bu kadar acil olan ne olabilir? Cep telefonlarından, akıllı telefonlardan önce acil durum yok muydu? Vardı ve hayat bir şekilde devam ediyordu. Öyleyse neden her aklınıza geleni söylemek için telefona sarılıyorsunuz?
Çok ilginç geliyor. Bence günümüz dünyasında herkese ‘özel’ bireyler olduğu aşılandı. Yaptığımız her şey önemli. Her şey bizim etrafımızda dönüyor. Doğal olarak boş boş otururken, ‘dur bir arayayım’ denildiğinde, diğer insanın bambaşka bir hayatının olması, açmaması, mesajları görüp o an cevaplayamamış olması bireyleri rahatsız ediyor. Belki de bu yüzden, hemen ulaşma isteği. Kimisi de, bu duyguyu bildiği için, hemen ulaşılmalıyım diye düşünüyor.
Kısacası, bence günümüzdeki telefon alışkanlığı hem ilkellik hem de bencillik. Teknolojinin, vahşi batısını yaşıyoruz. Herkes silahını almış ateş ediyor.
Düşünmeden, her şeyi kullanıp, hayatımızın vazgeçilmezi yapıyoruz. Umarım teknolojinin gelişim hızı ardında telef olmayız. Aksine biraz bu konudaki, yaklaşımımız değişir ve daha sağlıklı toplumlara dönüşebiliriz.

Leave a comment