Bütün öğretmenlerin, günü kutlu olsun.
Tüm eğitim hayatımı düşününce, gerçekten ufkumu açan öğretmen sayısı bir elin parmağını geçmez. Onlar da, bir konuda ufuk açarken, diğer konularda genelde sığılardı. Daha doğrusu dünyaları dardı. Açıkçası, öğretmenlerin, çocukların merakı ve sorularından beslenerek, kendilerini çok yönlü geliştirme konusunda büyük bir fırsatı olduğunu düşünüyorum.
Bir edebiyat öğretmenim vardı. İyi bir insandı ama bence iyi bir öğretmen değildi. Yazdığım kompozisyonları beğenmiyordu. Çünkü formata uymuyordu. Daha yapıcı olsa, belki de yazmak işim olurdu bugün. Tercihi kendi öğrettiği kalıpların içinde kalmaktı çünkü en kolay yol oydu. Senelerce aynı şeyi anlatabilirdi. Onun yüzünden, edebiyattan hep nefret ettim.
Fizik sınavında, kendi kendime bir formül uyurmuştum. O tip soruları doğru yapıyordum. %100 yaptığım sınavın %50sini kabul etmişti öğretmen ve kopya mı çektin kimden çektin diyordu, yazdığım formule bakmıyordu bile. Başka bir hocaya gösterdiğimde, evet mantıklı demişti. Yıllar sonra öğrendim ki, başka ülkelerde zaten o formülü kullanıyorlarmış. Yeni bir formül değil, probleme uyarlama yani olması gerektiği gibi. Fiziği hep sevdim ama o öğretmenin yaklaşımını unutamıyorum.
İngilizce öğretmenlerimi düşünüyorum. Çoğu ingilizce bilmiyordu. Hayatlarında hiç konuşmamışlar, hiç yurtdışına gitmemişler. Bu bile, yeterli aslında Türkiye’deki eğitim seviyesini görmeye. Bir gün oyundan duyduğum bir telafuzu kullandım. Öğretmen, yanlış dedi. Hayır, oyunda böyle, seslendirenin ana dili ingilizce dedim. Öğretmen inatlaştı. Daha sonra fonatik okuyabiliyorsunuz değil mi hocam, yarın sözlüğü getireceğim dedim. Beraber baktık, telafuzum doğruydu. Ancak o gün, Türk eğitim sisteminde İngiliz İngilizcesi öğretildiğini öğrendim, Amerikan İngilizcesi değil. Öğretmen bu şekilde söylemedi tabii ki. Önce yanlış dedi, sonra da olabilir diyip geçiştirdi. Tuhaftır ki, İngiliz İngilizcesi öğretilen müfredattan çıkıp, İngiliz telafuzlarına aşina kimseye rastlamadım.
Kadın, beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Bir iki egzersiz, sonra tamam takılın derdi. Erkekler futbol ya da basketbol oynardı. Kızlar voleybol ve basketbol. Futbol sadece erkek oyunuydu, voleybol daha çok kız oyunu, basketbol ise karışık. Öğretmenin, bu konuda daha duyarı olmasını, sınıftaki cinsiyet ayrımının önüne geçmesini beklerdim.
Din kültürü öğretmenlerimden birisi oldukça farklıydı. Komunist diyorlardı. İnandığına da, şüpheliyim ama dini açıklayarak anlatırdı. Neden bu ayet var, neden bazı şeyler yasaklanmış, neden sünnet dediğimiz şeyler çok güvenilir değildir diye anlatırdı. Diğeri ise yine çok iyi bir insan ama sıradan bir din öğretmeniydi. Bir gün sınavda dua yazın dedi. Herkes namaz dualarından sıralamıştı. Ben ise, savaş olmasın, sağlıklı olalım, tadımız kaçmasın ayarında bir şeyler yazmıştım. Ben buna sıfır mı vermeliyim yok tam puan mı bilemedim diyip, sınıfta okutmuştu bu duayı. Benim duadan ve dinden anladığım bu demiştim, ezber yerine içimden gelen. Sonra tam puan verdi. Hakkını vermek lazım, dürüst ve adil bir insandı.
Felsefe dersimiz vardı. Öğretmen kötü değildi, bizi sorgulamaya yönlendiriyordu elinden geldiğince ama genelde öğrendiğimiz şey felsefe tarihiydi. Din felsefesi konusu geldiğinde, inancı sorgulayan felsefe dalı der demez sınıf karıştı. Ben ve birkaç arkadaş ise, biraz provakatif biraz da gerçekten inancın temeliyle ilgili akıl yürütmek için sorular soruyorduk. Öğretmen ise karşılık vermedi. Sorgulamaya izin de vermedi. Tepki verenler kazandı.
Bu öğretmenlerim genelde lisedeydi. İyi hatırladığım tarihi yaşayarak, yaşattırarak anlatan tarih hocam, sınırları aşma konusunda bizi destekleyen ingilizce müfredadının ötesindeki yaratıcı fikirlere destek olan ingilizce öğretmenim var. Bir de özel ders aldığım matematik öğretmenim. Matematiği ve geometriyi öylesine açık ve sistemli anlatan kimseyi görmedim.
İlköğretimde ise, öğretmenler daha iyiydi. Hem eleştirel düşünceyi destekliyorlardı hem de öğretimi projeler, beyin fırtınaları, gerçek örneklerle destekiyorlardı. Aynı zamanda bizi anladıklarını, sadece öğretmediklerini aynı zamanda iyi bir birey olarak eğittiklerini de hissediyorduk. O dönemden, kötü hatırladığım kimse yok sanırım.
Politik bir yazı olacaktı ama öğretmen anılarım çok uzayınca, öğretmenler günü yazısına dönüştü. Diğer kısımları eledim.
Üniversite hayatımı da düşününce, benim için iyi öğretmenler genelde alanı dışında da bilgi sahibi, farklı konularda da merak sahibi ve bu merakı gizlemeyen, bilmediği zaman bizlerle öğrendiğini göstermekten çekinmeyen ama aynı zamanda hayat tecrübesini yansıtan ve bu yolla her zaman saygı duyduğumuz öğretmenler oldu.
Mesela rus bir profesörümüz vardı. Yabancı olduğu için mesleki ingilizce dersine vermişlerdi. Rus aksanı, ağırdı. Alanında çok iyi bir kişi olmasına rağmen, lisans eğitiminde ingilizce dersine verilmek ve mesleki ingilizce diye bir saçmalığın olması onu da rahatsız etmiş olacak ki, dersi sunum dersine çevirmişti. Konu seçmekte özgürsünüz, kültürden, tarihten bir şeyler sunun demişti. Sınıfın çoğunluğu bu dersi önemsiz görüyordu ama Rus hocaya karşı ‘anlı şanlı Türk Tarihi’ anlatmak, ‘İslam’ anlatmaktan da geri kalmıyordu. Ben o sıralar çalışıyordum, derse sık gidemiyordum. Ama şahit olduğum olaylardan birisi şuydu hem Türk tarihini, hem de İslamı bizimkilerden iyi biliyordu. Ateist bir birey olarak da, kimisinin provakatif bulduğu bence fazlasıyla mantıklı ve inancın temelleri adına cevaplanması gereken sorular soruyordu. Ben sunum tercihimi Thomas Moore’un Ütopyası ve Erasmus’un Deliliğe Övgüsünden yana kullanmıştım. Sunumda sonra profesör özel olarak konuşmak istemişti. Artık derse gelmene gerek, iki haftada bir odama uğra sohbet edelim demişti. Öyle yaptık. Sohbetimizin konusu genelde felsefeydi, diğer öğrencilerin tek yönlülüğü, kritik düşüncenin önemi, Türklerin gereksiz milliyetçiliği, Ruslarla benzerlikleri vs. idi. Alanında dünyada sayılı insanlardan bir tanesiydi. Ondan teknik bir şey öğrenmemiştim ama bakış açımı, hayata bakışımı fazlasıyla etkilemiş, ilham vermiş, gerçek entelektüelin ne demek olduğunu göstermişti. Kafamdaki birçok sorgulamanın yerine oturmasını sağlamış, farklı açılardan düşünmeme de yardımcı olmuştu. Tam olarak eğitimci bence bu demekti. Sorgulamaya teşvik eden, sorulardan yılmayan, hata gördüklerinde bu yanlış demek yerine; yanlışın köküne inen, yanlışın da hayatın bir parçası olduğunu gösteren, bilmediğinde beraber öğrenen kişiler.
Farklı ülkelerde bulundukça, oradaki insanlarla tanıştıkça ne kadar şanslı olduğumu da gördüm, aynı zamanda günümüzde çocukların ne kadar şanssız olduğunu.
Bunu söyleme nedenim; konuştuğum öğretmenler, öğretmen olmaya çalışan bireyler, öğretmen olduğunu zannedenler.
Bir öğretmen ırkçı olamaz mesela, cinsiyetçi olamaz. Cinsiyetçi olamaz. Sınıfa girdiği zaman ideolojik olamaz. Dünyadan habersiz olamaz. Yeni öğretmenlerin, ingilizce bilmemesi kabul edilemez bence. Öğretmen, dünya düz diyemez, aşı karşıtı olamaz, dünyayı yöneten bilmem kaç aile diyemez, ülkeyi yönetenlerin büyük hayranı olamaz. Bir öğretmen sınıfta istediği gibi giyinemez, giyim üzerinden ahlak dersi de veremez, öğrencisine vuramaz, onu dışlayamaz, sınıfta anlaşmazlık çıkmasına, küskünlükler olmasına seyirci kalamaz.
Ne yazık ki, bunların hepsi oluyor. Belki hep oluyordu ama en azından benim gözlemim, günümüz öğretmenlerinin, eskisine göre çok daha seviyesiz ve eğitimsiz olduğu yönünde. Bilerek böyle istenmiş, böyle olmuş gibi.
Bence öğretmen, öğrencinin ufkunu açan kişi demek. Kendine güvenen, dünyadan haberdar, erdemli kişi demek.
Artık öğrenmek büyük bir iş değil. İnterneti olan herkes, birçok şeyi sınıfta öğrendiğinden çok daha iyi öğrenebilir. Doğal olarak önemli olan kısım eğitim. Eğitimin iyi olması için de, öğretmenlerin iyi olması, öğretmenlerinin koşullarının iyi olması, öğretmenlerin eğitiminin iyi olması gerekli. Bugünün Türkiye’sinde ise gördüğümüz ne yazık ki tam tersi.
Konuyu bir türlü becerip bağlayamadım, burada bitiriyorum. Edebiyat öğretmenim haklı çıktı yine.

Leave a comment