Mühendislik, Buluşlar ve Teknofest

Biraz kendimi tanıtarak başlayacağım bu sefer. Lisans eğitimimi Gebze Yüksek Teknoloji Üniversite’sinde(Bugünün Gebze Teknik Üniversitesi) Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamladım.

Üniversite sınavı sonrası alternatifleri düşünürken, iki karar vermiştim. Birinci karar, sınava tekrar girmeme kararımdı. Puanım kötü değildi, çok iyi de değildi. İkinci karar ise, elektronik ya da bilgisayar mühendisliği okumak istememdi. Sebebi ise insanla uğraşmamak.

Photo by Maximalfocus on Unsplash

Puanım ilk seferde istediğim yere girmek için yeterli değildi. İkinci kez aynı stresi yaşamak ve hayatımdan 1 yılı bu şekilde kaybetmek istemedim. Alternatifleri düşününce yolum Gebze’ye düştü. Bu bilinçli bir karardı. Hem öğretim üyesi kadrosu, hem okulun bağlantıları hem de eğitim kalitesi iyiydi. Tek kötü yanı kampusüydü. Onu da, sonradan dert etsem de başta dert etmedim.

Elektronik mühendisliği tercihim daha somut gözükmesinden dolayıydı. Yazılım yavaş yavaş populerleşiyordu ama kendimi yazılımcı olarak görmüyordum. İstediğim şey fizik ve mekanikle daha yakın olmaktı. Bugün baktığımda, yanlış bir karar olarak görmüyorum ama düşündüğümden de farklı oldu.

Lisans süresince, telekomunikasyon endüstrisinde kısa süreli stajlarım oldu. Lisans sonrasında ise, bina otomasyonu ve medikal sektörlerinde kısa süreli çalıştım. En son bu piyasa bana göre değil. Hem bilgiye ihtiyacım var hem de fizik içimde kaldı diyerek. 2014 yılında Almanya’ya geldim.

Photo by L N on Unsplash

Almanya’da Mikro ve Nanosistemler üzerine yüksek lisans yaptım. Burada, Gebze’deki eğitimimin ne kadar iyi olduğunu da görmüş oldum. Yüksek lisans tezimi, araştırma enstitüsünde yaptım. Verilen örnekten, istenilen proteini (virüs ve hücre de olabilir) otomotik olarak ayıran ve gerekli elektriksel ölçümlerin yapılmasını sağlayan cihaz üzerinde çalıştım. (Aşı süreçleri nasıl hızlandı, kan tahilleri nasıl hızlanır, imkanı olmayan hastanelerde ve zor koşullarda nasıl bu işler döner sorularının cevabını veren teknoloji)

İlk defa, bir şeyi severek ve isteyerek bu kadar arzuyla yaptım. Sonrasında ise işler farklı ilerledi.

Eğitim sonrası kariyerim proje yöneticisi olarak başladı. Gurbet süreçleri yüzünden, alakasız bir sektörde işe başladım. Hava perdeleri. Tüm eğitimimin aksine, kocaman hantal mekanik üniteler. Kontrol sistemleri ise 1970lerin mekanik sistemleri. Bunu değiştirmem lazım dedim. Maliyeti %90 aşağı çekecek bir kontrol prototipi tasarladım. Ödül olarak, sen proje yönetimi yapmıyorsun diye işten çıkarıldım.

Şimdi ise 3 senedir, dünyanın çip üretim merkezi olacak Dresden’de telekomunikasyon ve otomasyon sektöründe, elektronik ürün ve prototip tasarlayan bir firmada proje yöneticisiyim. Burada, temel olarak telekom, endüstriyel otomasyon ve otomotif sektöründe olsak da; savunma, medikal, bina otomasyonu gibi sektörlerde de, işlerimiz olabiliyor.

Bunları niye anlattım, yazının geri kalanındaki eleştirileri temellendirmek. Biraz işi bilen birisi gibi gözükmek için.

Photo by Slejven Djurakovic on Unsplash

Mühendislik Eğitimi

Türkiye ve Almanya’daki mühendislik eğitimindeki en temel fark pratik ve gerçek hayata yakınlık. Almanya, bu konuda birkaç adım önde. Geride olduğu kısım ise hızlı aksiyon.

Elbette Almanya’nın önde olmasının getirdiği bir risk de var. O da, şirketlerin üniversiteleri desteklemesi, sıkı iş birliği ve para kaynağı olması nedeniyle araştırmanın ürün ve fonksiyon odaklı olması. Yani araştırma dediğimiz şey, hali hazırdaki çözümün verimliliğini %0.000000001 artırmak ya da endüstride zaman ayırmak istemedikleri ‘acaba şöyle yapsak nasıl olurdu?’ sorusunun cevaplanması.

Photo by ThisisEngineering on Unsplash

Mühendislik eğitimin, dünyanın her yerinde ortak olan kısmı ise özgüven. Ben, her şeyi öğrenebilirim, her şeyi yapabilirim özgüveni. Nedense mühendisler her konuda çözüm üretebileceklerini, her konuyu çözebileceklerini ve bu eğitimi aldıkları için otomatik olarak analitik düşündüklerini zannediyorlar. Tecrübem, analitik düşüncenin kolay bulunan bir şey olmadığı yönünde. Şirketlerin problemlerinin büyük çoğunluğu teknik sorunlar değil, iletişim ve mantık sorunları. Kişisel ve psikolojik problemler. Hatta öyle ki, gayet net mantık sorusu bile, psikolojik soruna dönüşebiliyor. Mesela bir şey test edilecekse, yaklaşım net olmalı. Kimi zaman, sosyal bir sorun gibi boşluğa sürüklenebiliyor. Bilinmezlik büyüdükçe, analitik beyinlerin yerini tamamen irrasyonel beyinler alabiliyor.

Sosyal Mesaj: Proje yönetimi tam zamanlı bir iş. Proje yöneticisinin, projede aktif rol alması, teknik kapasitesinin yüksek olması projenin düzgün yürüyeceğini garantilemez.

Mühendislik ve Bilim

Mühendislik nedir?

Mühendislik, hali hazırdaki matematiksel modelleri kullanarak somut, fonksiyonel çıktı üretmektir aslında. Tüm eğitim boyunca anlatılanlar da, aslında sadece bu matematiksel modelleri anlamak için.

Bilim ise daha karmaşık. Bilim, sistematik olarak fiziksel dünyanın ve doğanın gözlemlenmesi, gözlemlere dayalı hipotezler üretilmesi, kanıt toplanması; toplanan kanıtların sistematik bir ortam tasarlanarak test edilmesi. Mühendislikte bilim, matematiksel modellerin doğrulanması aslında.

Photo by Jaron Nix on Unsplash

Eğitim hayatında ise, bu yanlış anlaşılıyor. Üniversitede olmak otomatik olarak bilim, endüstride olmak ise yine aynı şekilde mühendislik olarak algılanıyor. Sonuç olarak da, bilim ve mühendislik arasındaki uçurum büyümeye devam ediyor.

Hatta mühendislik dediğimiz de, tam olarak mühendislik sayılmaz. Günümüz dünyasında, o kadar uzmanlaştık ve her şeyi o kadar standartlaştırdık ki, yaratıcı hiçbir süreç kalmadı. Matematiksel modelleri, fiziksel dünyaya uyarlamıyoruz artık. Daha çok, fiziksel dünyada olan parçaları entegre ediyoruz. Sistemler kompleksleştikçe, bu entegrasyon daha da büyük bir işe dönüşüyor. Adına mühendislik diyoruz ama alakası yok.

Örneğin, çip endüstrisinde birçok doktoralı çalışan var. Bu insanların yaptığı şey süreç optimizasyonu genelde. Bilimsel altyapıdan gelen insanlar olmasına rağmen, yaptıkları şeye bilim demek zor. Sadece sistemin komplekliğini anlamak için eğitilmiş, sürecin düzgün ilerlemesini sağlayan insanlar.

Benim için de, genelde en çıkmaz nokta bu ikisi arasında kalmak oldu. Bilim diye çıktığım yolun sonunda, dikkat dağınıklığı sebebiyle ne bilim insanı olabildim ne de mühendis. Çünkü ne kendimi entegrasyona hazırladım ne de en derine dalıp hipotez üretmeye.

İcat ve Tasarım

Gelelim icat ve tasarıma. Aslında bu yazıyı yazmamı sağlayan şey icat kelimesiydi.

İcat ve buluş, yaratıcı bir sürecin sonucu. Bilimin çıktısı olarak bir buluş ortaya çıkabilir. Mühendisliğin çıktısı olarak da icat. Ancak yaratıcı bir süreçse.

Tasarım ise, dekoratif bir süreç. Mühendislikte, daha çok fonksiyonel bir sunum. Yaratıcı bir süreçten çok, belli sınırların içerisine uydurulan bir sunum. O nedenle, birçok telefon, bilgisayar, otomobil birbirinin aynısı ya da benzeri. Görsel tasarımı bunun dışında tutuyorum. Orada kısmen yaratıcılık var ama donanım ve yazılım tasarımında bunu söylemek zor.

O nedenle, okullarda buluş, icat diye anlatılan birçok şey ne icat ne de buluş. Kısmen tasarım. Bu da o çocukların suçu değil, dünya böyle. Eğitim böyle. Özellikle analitik düşüncenin önemi anlatılırken, bunun kritik düşünce olmadığı anlatılmayınca böyle bir yanlış anlaşılma gayet normal. Analitik düşünce önemli diye anlatılırken, sanat, müzik gibi yaratıcılığı destekleyen alanların önemsiz görülmesi de başka bir etken. İşin kötüsü, öğretmenler bile bu farkı çoğu zaman kavrayamıyor.

Photo by Firmbee.com on Unsplash

Teknofest

Linkedin, profesyonel network’ten sıradan bir sosyal medyaya evrilince, Teknofest haberlerinden kaçamadım. Her sene olduğu gibi, kimisi teknofesti fazlasıyla överken, kimisi de yeriyor.

Benim aklıma ilk olarak şu soru geldi.

Bugüne kadar yapılan teknofestlerin, ‘somut çıktısı’ ne? Nasıl bir yenilik ve çözüm çıktı buradan?

Merak edip, haberlere, teknofestin sitesine baktım. ‘İcat’ ‘icat’ ‘buluş’…. Dalga geçmeyeyim diyorum ama zor.

Elbette bu proje yöneticisi sorusu adil değil. O yaştaki, mühendislik eğitiminin başındaki çocuklardan ses getirecek bir çıktı beklenemez. Zaten o çıktıyı verecek kişi de, teknofeste katılmaz. Bence teknofestin olumlu yanı, halka açık olması. Ben olsam biraz daha halk eğitimi amaçlı yaklaşırdım bu konuya.

Photo by Onur Binay on Unsplash

En azından çocuklara, icat yapmadıkları sadece fonksiyonel tasarım yapıp, sergiledikleri söylenebilirlerdi. Birisi mesela otomatik çöp kutusu yapmış. 3 dolara, 5 dakikada yapabilirsiniz. Herhangi bir sorunu çözüyor mu? Hayır. Yeni bir şey mi? Hayır. Fonksiyonel olarak, hayatı kolaylaştırıyor mu? Yine hayır. Buna rağmen çocuk, büyük bir başarı gibi özenle anlatıyor. Evinde böyle bir şey olmayan sıradan insan ise, aferin diyip takdir ediyor. Onun suçu değil.

Kimisi drone yarışmasına katılmış, o dronu gösteriyor. Kimisi e-formula yapmış. Onu anlatıyor. Kimisi su üstü aracı yapmış, uluslararası bir organizasyonda ödül almış ve onu sergiliyor. Adına buluş, icat diyor. İcat kısmen kabul edilebilir. Buluş kesinlikle değil. Tasarım demek daha doğru.

Araştırma-geliştirme deniliyor. Burada da, şu soruyu sormak gerek: gördüğünüz sorun neydi, ne araştırdınız, ne çıktılar ürettiniz, yaşadığınız zorluklar neydi, literatürdeki hangi sorunu çözdünüz? Bunların cevabı yoksa, Ar-Ge demek bile zor.

Kısacası, bugün Ar-ge, Bilim, Mühendislik gibi anlaşılan, görülen birçok şey aslında sadece deneme yanılma, tasarım ve entegrasyon.

Teknofestin sitesindeki yarışmalar ise biraz daha argemsi. Nedeni ise, yarışma kategorilerinin endüstriyel ihtiyaç üzerine kurulması. Gerçekten sorun çözen var mı bilmiyorum. Gördüğüm kadarıyla genelde olan çözümlere yapay zeka entegrasyonu, sensör entegrasyonu ya da insan gücüyle yapılan bir şeyin dijitalleştirilmesi. Yine Ar-Ge değil sadece Ge.

Çoğunlukla dünyada yapılan şeylerin taklidinden ibaret bu festival. Çok daha iyi ve heyecan verici öğrenci organizasyonları gördüm. Teknofest ise, düşük bütçeli prototiplerin sergilendiği politik bir organizasyon. Yine de kötü değil, milyonda bir ihtimal var sıradışı bir çıktı için.

Photo by Homa Appliances on Unsplash

Teknofestle ilgili aklıma gelen diğer soru da, bir şekilde gerçek bir icat olduğunda, mevcut bir soruna çözüm üretildiğinde fikri mülkiyet nasıl korunuyor. Daha önce Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin birinden bu festivale katılan bir öğrenci bana şunu demişti. ‘Teknofest, fikir hırsızlığı festivali’

Ne kadar doğru bilmiyorum ama saf duygularla katılan gençlere dönüşü işe girmek dışında bir şey oluyor mu merak ediyorum. Sonuçta karşında paralı adamlar ve devlet olunca çok da savunabileceğin bir şey kalmıyor.

Elektroniğin atom seviyesinden son kullanıcı seviyesine kadar her aşamasıyla bir şekilde etkileşmiş biri olarak şunu söyleyebilirim, elektronik sistem üretmek eskisi gibi büyük bir iş değil. İşin kendinde birçok teknik sorun ve birbirinden zor süreçler elbette var ama fonksiyonel bloklar üretmek, araba yapmak, bilgisayar yapmak, telefon yapmak tamamen yatırım ve reklamla ilgili. Benzeri basit prototipler için de geçerli.

Gelişmekte olan ülkelerdeki, üretme açlığı bunu büyük bir işmiş gibi gösteriyor. Daha çok üretelim, yerli olsun, milli olsun, bakın üretiyoruz. Kötü değil ama büyük bir iş de değil. O nedenle Teknofestin en büyük çıktısı teknik değil, sosyal bence. İşin içinde olmayan insanları etkilemek ve politik avantaj kazanmak için iyi bir etkinlik.

Bir gün umarım bu festivali canlı görme şansım olur. Belki düşüncelerim değişir.

,

Comments

Leave a comment