Hayat bazen oldukça karmaşık gözüküyor. Özellikle yetişkin hayatını hiç sevemedim. Günler bomboş işlerle geçip gidiyor. O kadar teknolojinin, gelişmişliğin içinde yaptığımız tek şey hayatta kalmaya çalışmak, günlerimizi doldurmak.
Sizi bilmiyorum ama bu, beni oldukça rahatsız ediyor. Günün 10 saati işe gidiyor. 2 saati yemeğe, 8 saati uykuya. Geri kalan da, hiçbir etkimizin olmadığı boş muhabbete.
Belki de üniversiteyi bitirdiğimden beri sürekli yoğun hissediyorum. Sürekli yapacak bir şeyler var. Sürekli yapmam gerekenler var. Sürekli yapmak zorunda olduklarım var. Sadece somut şeyler değil, aynı zamanda duygusal beklentiler, kültürel beklentiler, sosyal beklentiler.
Her sabah alarm kuruyoruz. Üzerinde düşününce, deli miyiz biz diyorum. Bir şeylere yetişmek için alarm kuruyoruz. Beynimiz zaten bildirimlerle manyak olmuş, bir de kendimizi bu şekilde uyarıyoruz. Neden? Kiraladığımız hayatın karşılığını vermek, günün büyük bir bölümünü dünyayı kurtarırmışçasına adadığımız işlerimizin gereğini yapmak için.
Önceki nesillerle farkımız da, bu olsa gerek. Onlar için iş, olması gereken, şükran duyulması gereken, şükredilmesi gereken bir şey. ‘İşin var’ daha nolsun. Çünkü onlar için işsizlik, tarıma dönmek, belki aç kalmak, savaşmak demekti. Bizler için böyle değil. Benim için aç kalmak da mesele değil, ne için aç kaldığım önemli.
Sürekli yükümlüklük altında olmak inanılmaz geriyor beni. Doğum günümü kutlamadın, kutlamama gelmedin, yeteri sıklıkla aramıyorsun, ilgi göstermiyorsun, hani vefa? … Çocuğun olunca zaten ‘game over’. İşten sonraki hayatını da, bu şekilde adayıp geçiyorsun. Belki de, aile ve çocuk sahibi olmanın kutsanması da bu yüzden. Anlamsız hayatta, kendini daha çok kandırmak.
Kimisi için, bu büyük bir ızdırap değil. Tersine motivasyon. İşine gidiyor, sanatını icra ediyor, müzikle uğraşıyor, sporunu yapıyor hepsinde de ortalama bir denge tutturmuş oluyor. Bir de çocuğunu büyütüyor. Böyle insanlara saygım büyük. Öyle bir etkinlik seviyesine hiç ulaşamayacağım sanırım.
Yetişkin olduğunuz andan itibaren; aileniz, arkadaşlarınız, akrabalarınız, toplum, devlet, kültürünüz, tarihiniz her şeyiniz sizden bir şey umuyor. Kurallara uyun, yaşın gerekliliğini yapın, aile sahibi olun, vergi ödeyin, az gülün, iş toplantılarına pijamayla gelmeyin, zamanında oılmanız gereken yerde olun, hayatınızı yaşamak için önce hakedin( aslında tersi yalvarın. hayattan bezene kadar yaşam yok)…
Tüm bunlar, günümüz teknolojisinde o kadar anlamsız geliyor ki. Binlerce yıldır başardığımız tek bir şey yok. Tüm bu deliliğin içinde nasıl sağlıklı kalabiliriz? Nasıl basit bir hayat sürebiliriz?
- Beklentiye Girmeyerek
Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı, hayatımız beklentilerden ibaret. Hayatta en anlamadığım şey de bu. Herkesin hayatı farklı. Herkesin yaşam şekli, gerçekleri farklı. Kimse dışarıda, evde tek başınayken olduğu gibi değil. Doğal olarak, beklenti dediğimiz şey oldukça subjektif ve anlamsız.
Bunu genelde ‘hiç aramıyorsun’ diyen yakınlarımla konuştuğumda görüyorum. Bu serzenişin altında ‘bak ben aradım’ yatıyor. Bu neden bu kadar büyük bir meseleye dönüşüyor anlam veremiyorum. Eskiden insanlar mektupla iletişim kuruyorlardı, uzak olduklarında. Aylarca haber alamıyorlardı. Şimdi bu süre 2 gün falan. Küçük bir hesapla, her hafta arama bekleyen insanların hepsini arasam, tüm ayı kapatıyorum. Bu da bizi sonraki maddeye götürüyor ama önce başka bir örnek.
Düğününe gitmediğim arkadaşın serzenişi: ‘Ben de seninkine gelmem’. Ya da üzücü bir olay yaşayan yakınımı ilk gün aradıktan sonra tekrar tekrar aramamam. ‘Böyle bir durumda, biz de mi aramayalım’.
Cevap basit. Gelseniz de, gelmeseniz de; aynı arkadaş, aynı kardeş, aynı yakın olacaksınız. Şu geldi, bu aradı diye bir listem yok. Herkesin hayat gerçekleri farklı. Benim orada olmamam, tekrar tekrar aramamam da, acıyı ve sevinci paylaşmadığım anlamına gelmiyor. Kişisel olarak acı durumunda aranmak istemem. Hem acıyı hatırlattığı için, hem de tüm konunun acı üzerinden dönmesi yüzünden. Sessiz bir arama yerine, hiç aranmamayı tercih ediyorum ama herkes bu şekilde değil evet. O yüzden de, zorla da olsa arayıp, minimum gereksinimi yerine getirmek zorunda kalıyorum. Sevinç paylaşma ise, daha farklı. Geleneksel kutlamalar, bana gösteriş olarak geliyor. Kimisi için ise networking. Böyle bir ortam, iş ortamı değil. Ana bir amaç yok. Doğal olarak orada çeyrek asır görmediğin insanları görmekle görmemek arasında bir fark yok. Yakın hissettiklerini ise zaten bir şekilde görüyor, kutluyor, iletişim kuruyor oluyorsun. O nedenle de, gelmeyene daha çok saygı gösterebilirim.
Basit yaşamakla, alakası ne? Beklentiye girmeyince, beklenti karşılama stresi de azalıyor. O vardı, bu geldi, bu gelmedi vay şerefsiz, bu gelmişti ona da gitmem gerekir gibi hesaplar, bana oldukça basit ve küçük hesaplar olarak geliyor. Harcanan zaman ve enerji, sadece kayıp. İçinden gelirse, zaten gereğini yapıyorsun. İçinden gelmiyorsa da, mutlaka bir nedeni vardır.
2. Önceliklerinizi Belirleyerek
Hayatta öncelikleriniz neler, iyi düşünmek lazım. Bu biraz da, yukarıdaki beklenti konusuyla alakalı. Mesela bu postu neden yazıyorum? Üslubum neden topluluğa sesleniyor gibi? Sosyal medyada neden fotoğtaf paylaşıyorum?
Bunlar gerçekten önceliğim mi? Günlük sosyal medyaya harcanan vakit 2–3 saat. Bu süreyi harcayan aynı insan bir de, hiçbir şeye vaktim yok diyor? Bu ne kadar mantıklı?
Beklenti meselesi şu. Paylaşıp yapıyorsunuz çünkü görünmek istiyorsunuz. Böyle bir beklentiniz var. Beğenilsin, yorum yapılsın. Yorum yapan ve beğenen için de durum aynı. Bunu yapıyor çünkü aynısını bekliyor. Böyle bir sarmal. Benzeri başarı için de geçerli, müzikte başarı kriteri çok satmak, kitapta çok okunmak, resimde çok paylaşılmak, iş hayatında çok para… Yani hiçbir şeyi kendiniz için yapmıyorsunuz aslında. Vitrinde olmak ve egonuzu tatmin etmek için yapıyorsunuz. Böyle bir öncelik, bence zaman kaybı ve hayatı harcamaktan ibaret.
Bence başarı dilebildiğini yapabilme özgürlüğü. Dilediğini, dilediğin gibi yapabilme. Müziği kendin için yapmak, kendin için şarkı söylemek, sadece keyif aldığın için, sadece iç huzur için. İşinde en iyisini, para için değil, keyif aldığın için, kendini tamamladığın için yapmak vs.
Öncelikle ilgisine gelirsek de, önceliklerinizi bilirseniz, zamanınızı da, ona göre değerlendirirsiniz. Önceliğiniz daha iyi bir iş, onun için çalışırsınız diğer şeylerle vakit geçirmezsiniz. Önceliğiniz kendinizi geliştirmekse, zamanınızı başkaları ne yapmışla geçirmezsiniz. Önceliğiniz ailenizse, onlara birlikteyken elinizde telefonla gezmezsiniz, diğer beklentilere kulak asmazsınız.
3. Değiştiremeyeceğiz Şeyler yerine değiştirebileceklerinize odaklanarak
Bu madde belki de, proje yönetiminin bana kattığı en önemli şey olabilir. Birden fazla kişilik bir ekip yönettiğinizde, bu isterse 10 isterse 3 isterse 100 olsun, herkesi memnun etmeniz mümkün değil.
Yapmak istediklerinize her zaman direnecek insanlar çıkacaktır. Herkes kendince fikirler verecek, herkes bir şeylerden rahatsız olacaktır. Böylle bir ortamda da, ileriye adım atmak imkansız. Bir de, sorunla karşılaşırsanız, ortalık savaş alanına döner.
Bunu engellemenin tek yolu, çözüme odaklanmak. Önce problem analizi. Ne oldu? Neden oldu? Olan şeyi değiştiremeyeceğinize göre bu iki soru çok vakit almamalı. Odaklanılması gereken şey, nasıl düzeltirim, ileride nasıl farklı yaparım olmalı. Çözüm öneriniz var mı? Mevcut öneriden daha iyisini önerebiliyor musunuz? Cevap evetse, buyrun. Hayırsa, söylenmeyi kesip, elinizdekini deneyin.
Kişisel olarak da, olan bir şeyi değiştirme ihtimaliniz yok. Uçağı kaçırdığınızda, uçağı kaçırmısınızdır. Kendinize kızmanız, ortalığı ayağa kaldırmanız gerçeği değiştirmeyecektir. Bir arkadaşınızdan kazık yediğinizde, siniriniz sizi hiçbir yere getirmeyecektir. Birini kaybettiğinizde, üzüntünüz o kişiyi geri getirmeyecektir. Dolayısıyla, tüm bu stresi yaşamak yerine; bundan sonra nasıl yaşarım, nasıl bunların üstesinden gelirim, yaptığım hataları nasıl tekrarlamam üzerinde düşünmek ve yolunuza devam etmek önemli.
4. Anda kalarak, anı kabul ederek
Geçmişi değiştiremezsiniz. Geçmişe harcayacağınız vaktin büyük bir çoğunluğu vakit kaybı. Aynı zamanda, beyninizi de, gereksiz yere meşgul eden bir süreç.
Hayıflanarak, pişmanlık duyarak, özlem duyarak sadece geçmişe vakit harcamıyorsunuz, aynı zamanda yaşadığınız anı da harcıyorsunuz. O andaki, fırsatları, güzel vakti, yapabileceklerinizi de harcıyorsunuz. Kaybettiğini bu vakit ve enerji, geleceğe de aynı şekilde etki ediyor. Bu sarmaldan çıkmadığınızda, gelecekteki herhangi bir zaman dilimini de, benzer şekilde boşa harcayacağınız kesin.
Geleceğe de, çok takılmanın anlamı yok. Kaderciliği sevmem ama olacağına varır kısmı da doğru. Gelecekle ilgili, olacakları ise bugün belirliyor. Bugün yapacaklarınız, önünüzdeki dakikaları, saatleri, ayları ve yılları iyi ya da kötü yapacak. Bugün verdiğiniz kararlar, yarında başka bir kapı açacak ya da kapayacak. Kurduğunuz hayallerden çok, o hayaller için attığınız adımlar, sizi oraya taşıyacak.
Bugün yaptığınız her neyse, severek ve isteyerek yaptığınızda, belkide hiç ummadığınız yerlere getirecek sizi. Belki de, imrendiğiniz hayatlara ulaştıracak ama bu beklentiye girdiğiniz an, bunun gerçekleşmesi mümkün değil. Yine hem bugünü ve hem de yarını kaçırmış olacaksınız.
Kısacası anda kalın. Anın tadını çıkarın. İrdeleyeceksiniz, anı irdeleyin.
5. Zaman baskısını Kaldırarak
Hedef koyarken, zaman sınırı koymak önemli. Yoksa o hedefe ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmayacak. Ama zaman dediğimiz şeyin de esnek olması gerekir.
Bugün 2 saat yazacağım yerine bugün yazacağım. Bugün okuyacağım demek daha doğru. Japon tekniği bu anlamda oldukça mantıklı. Bir şeyler yapmak, hiçbir şey yapmaktan iyidir.
Güne başlarken ne yapacağınızı düşünmek, sıraya koymak zamanı da daha iyi kullanmanıza yardımcı olacaktır. Öncelikleri belirlemek, zorunlulukları saptamak, vakit kaybını önleyecektir. Gün içinde, yetişmeyen şeyler bu sefer sadece önemsiz, dikkat dağıtıcı öğeler olacaktır. Yani bir sonraki güne, haftaya ötelenebilecek şeyler. Bu da, üzerinizdeki baskıyı azaltmanıza yardımcı olacaktır.
6. Tepki yerine cevaba odaklanarak
Kızmak çok kolay. Ortalığa saldırmak, silah çekip vurmak, suçlamak… Benzer şekilde övünmek, gurur duymak, mutlu olmak da. Bunlar çok kolay çünkü en temel iç güdüler. Doğada, en ilkel şekilde yaşasak yapacağımız hareketler bunlar olurdu.
Tepki, hiçbir anlam ifade etmiyor. Etseydi, 20 senedir ülkeyi Akp yönetmezdi. Ölüler geri gelir, arkadaşlıklar bozulmaz, ortaklar kazıklanmaz, festivaller olmazdı.
Mutluuk bir tepki mesela. Kardeşin başarılı olduğunda, mutlu oluyorsun. Ona sarılmadığın, kutlamadığın, mutluluğunu göstermeyince; bu mutluluk hiçbir anlam ifade etmiyor. (İlk beklenti maddesiyle çelişmeye başladım ama bu beklenti karşılamak değil, içten geleni paylaşmak)
Trafikte durup kavga etmek trafik sorununu çözmüyor. Sokaklara çıkmadıkça, evde gösterdiğin tepki hiçbir sosyal ve politik sorunu çözmüyor.
O nedenle cevaba odaklanmak, cevabı işe yarar hale getirmek, zamanı buna harcamak hayatı daha da kolaylaştıracaktır. Değiştiremeyeceksen de, buna kafa yormayıp, müzik, sanat, edebiyatla ve diğer hobilerle uğraşmak; stresini, hayat kaliteni artıracak, zihnini boş yere meşgul etmeyecek.
7. Mükemmelden vazgeçerek
Mükemmel diye bir şey yok. Daha iyisi var. Daha iyisi ise süreç meselesi. Japon mentalitesinden bahsettim. Bir şeyler yapmak, hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir diye.
Mükemmeli aramak da böyle bir şey. Hiçbir şey yapmamakla eş değer. Onun yerine bir şeyler yaptığınızda, onu geliştirme şansınız var. Çünkü onu görebiliyorsunuz, eksiklerini belirleyebiliyorsunuz.
Tatil planı yaparken her şeyi düşünebilirsiniz. Tek tek nereye gidilecek, neye ihtiyacınız var, neyle gidilecek. Ne giyilecek. Check-in ler yapılmış, uçağa doğru yol almış ve sırada bekliyorsunuz. Tam o sırada Eyjafjallajökull yanardağı patlıyor. Tüm uçuşlar iptal. Noldu, mükemmel plan lavlar arasında eridi gitti.
Bu, her şey için böyle. Hayatta hiçbir şey planlandığı gibi gitmiyor. Gitme ihtimali de yok. Bazen bu ilüzyona kapılsak da, aslında verdiğimiz kararlar dahil her şey değişken. O nedenle, mükemmeli aramakla, hiçbir adım atmamak arasında fark yok. Hayatı basitleştirmek için, mükemmelden vazgeçin. Etraflıca her şeyi düşünseniz de, kaçırdığınız ve sizi strese sokacak bir şeyler mutlaka çıkacaktır.
8. Kıyaslamaları bitirerek
Günümüz dünyasında aşırı bilgi alıyoruz, aldığımız bilgiler ise hep daha iyisi. İnstagramı açtığınızda, kocaman bir balon sizi bekliyor. Hollywood filmlerinde de öyle. Tuvalete gitmeyen süper kahramanlar, suratındaki lekeleri fondotenle kapatıp bakın makyajsızım diyen influencerlar, arka planda kimse çıkmasın diye sabahın ilk ışıklarıyla fotoğraf çekmeye çalışan gezginler, kilo almamak için her türlü işkenceye uğrayan mankenler, hayatın her dakikasını acaba ölecek miyim diye düşünen mafyatik tipler, şovunu yapabilmek için onurunu, gururunu yok sayan sonradan görmeler vs.
Kendinizi kıyasladığınız tipler bunlar. Onlar gibi olmak için, onlar gibi yaşamayı göze almanız gerekiyor. Alamıyorsanız, böyle bir kıyasın ve hayalin de anlamı yok. Boşa geçen vakit.
Çevrenizkilerle kıyas da olabilir mesela. Neden ben değil de o? Nasıl oldu? Yine aynı şey. Kıyaslamanın faydası yok. Kıyaslamak sizi olmak istediğiniz yere getirmiyor. Kıyaslamak tersine, sizi olduğunuz yere sabitliyor. Orjinalliğinizi yok ediyor. Size özgü olan her şeyi silip atıyor.
Kıyaslamayı bıraktığınızda, hayatın da, o kadar karmaşık olmadığını göreceksiniz.
9. Aldığınız Bilgiyi Azaltarak
Belki de, tarihin bilgi anlamında en boktan dönemindeyiz. Hiçbir bilgi editlenmiyor. Aslında editlenmeyen safsatalara bilgi demek de güç. Bilgi, bilmekten geliyor. Bilmek ise öğrenmekten, tecrübe etmekten. Bugün ise bunların hiçbiri yok. Herkes her şeyi biliyor. İlüzyon bu şekilde. Bilmek için, tecrübe etmek, öğrenmek, düşünsel sistem yerleştirmek gerekli değil.
5G zararlı demek için, frekans, bant genişliği, elektromanyetik, fizyoloji, morfoloji bilmeye gerek yok. ‘5G zararlı’ bilgi sayılıyor. Nasıl ve neden sorusunun cevabı yok. Buna gerek de duymuyorlar. Çerezlik bilgiler, hızlıca yayılıyor.
Öyle bir çağdayız ki, bilimin hiçbir anlamı yok. Milyonlar dünyanın düz olduğuna inanıyor.
Aldığımız her yeni ‘bilgi’ beynimizi de şekillendiriyor. Kimisi korku, kimisi heyecan yaratıyor. Kimisi merak, kimisi üzüntü. En temelde ise, hepsi zihnimizi meşgul ediyor ve ömrümüzden alıyor.
Bilgiyi azaltmak, rahat yaşamak için önemli. Amerika’daki bir çocuğun okulu taraması, onlarca kişiyi öldürmesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Dünya kötü. Tek anlamı bu.
İsrail-Filistin savaşında, Hamas’ın yaptıkları, cevap olarak İsrail askerlerinin yaptığı da, bir şey değiştirmiyor. Savaş var ve çocuklar ölüyor.
Benzer şekilde, zengin yaşamlar da bir anlam ifade etmiyor. Gezginlerin gösterdiği güzellikler de.
Geçen hafta Sicilya’ya gittim. İtalya, Avrupa. Sicilya diyince insanın aklına deniz, kumsal, güzel manzaralar, vespa, FIAT500 falan geliyor. Bir arkadaş, çok güzel bir yer değil mi, fotoğraflardan öyle gördüm diyor. Ben ne gördüm? Gelişmemişlik, çöp dağları, parasız ve arabasız hiçbir şey yapamayacağın bir yer. Türkiye’nin 90larını yaşıyorlar belki de 80lerini. Dolayısıyla sosyal medyada tükettiğiniz, mükemmele yakın bilgiler hiçbir anlam ifade etmiyor.
Benzer şeyi Almanya’ya gelen mühendislerde de görüyorum. İnanılmaz bir hayalle geliyorar. Lüks arabalar, havuzlu villalar, mükemmel bir hayat. Gelince görüyorlar ki, Türkiye’de daha fazla kazanıyorlar, daha fazla yatırım yapıp, daha fazla para kazanabiliyorlar. Daha fazla yiyip, içebiliyorlar. Almanya’da ise hayat standartları düşüyor. Beklentilerine göre düşüyor. Sosyal anlamda yükselse de, maaş bordlarında hayal ettikleri şeyleri görmedikçe, lüks sitelerde yaşamadıkça, iletişim kurdukları insanlar kendilerinden daha fazla kazanan ve daha kültürlü işçiler, çifçiler olunca büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Aldıkları onca bilgi yalan oluyor. Grafitili binalarda, büyük şehirlerin uzak köşelerinde yaşadıkça, aldıkları bilginin anlamsızlığını farkediyorlar.
ama ne yapıyorlar? Herkes gibi, güzel köşelere gidip, burada yaşıyoruz imajı vermeye devam ediyorlar. Gururlarına yediremedikleri yaşam tarzlarını, tam tersi gibi göstermeye devam ediyorlar. Onları izleyen, onlarca insan da, vay be diye hayaller kuruyor. Aldıkları bilginin stresine giriyorlar.
Günümüz medyası tık üzerine işliyor. O nedenle de, ya savaş ya da şahane yaşamlar görüyorsunuz.
Dünyanın %80 günlük 10 doların altında parayla yaşıyor.
Bunun gibi tonlarca istatistik var ama sosyal medya ve diğer bilgi kaynaklarının bize sunduğu şahane hayatlar. Ayrıca bu bilgilerin çoğunun hayatımıza hiçbir etkisi yok.
O yüzden basit yaşamak için, bir şeyler kaçırıyorum hissinden kurtulmak gerekiyor. Kim ne yapıyor, dünyanın neresinde neler oluyor, çok da bilmeye gerek yok. Sadece gerekli bilgileri almak, hayatınızı da kolaylaştıracaktır.
10. Sınırlarınızı Belirleyerek
Beklenti, öncelik, bilgi, istek, yaşam tarzı… Bunları belirleyip, sınırızı belirledikten sonra kafanız da rahatlar.
Bir şeyi sevmiyorsanız, sevmiyorsunuzdur. Diğerlerini mutlu etmek için, katlanmanız gerekmiyor. Bir şeyi bilmiyorsanız, bilmek istemiyorsanız, istemiyorsunuzdur.
İnsanın çizgisinin olması, sınırlarının olması önemli. Zamanınızı kendi sınırlarınızdaki şeylerle harcayın. Ne herkesi mutlu edebilirsiniz, ne de her şeye yetebilirsiniz.
11. Onay beklemeyerek
Onay beklemek, kültürel olarak doğu ve güney ülkelerinin genel özelliği. Neden onay bekliyorsunuz?
Bir şeyi yapmak istiyorsanız, yapın. Yapmak istediğiniz gibi yapın. Birinin onaylaması ya da onaylamaması hiçbir şey değiştirmiyor.
Sürekli onay beklemek, hem cesaretinizi kırıyor, hem de arzunuzu azaltıyor. Onay beklemek sizi hem psikolojik hem de fiziksel strese sokuyor. Acaba buna ne derler diye düşünmek, hayatınızı zorlaştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
12. Eylemlerinizin Sonuçlarının Sorumluluğunu Alarak
3.maddede yola devam etmek dedik. 7.maddede de mükemmelden vazgeçin dedim. 11.maddede ise onay beklemeyin. Tüm bunları yaparken, attığınız her adımın sorumluluğunu almanız gerekiyor.
Onay beklemiyorsunuz ama yaptığınız yanlış da olabilir. İleride pişmanlık da duyabilirsiniz. Yine de, bunu kendi kararınız olarak kabullenmeniz lazım. Hataları tekrarlamamak istiyorsunuz ama hata kaçınılmaz. Başka hatalar mutlaka olacaktır. Yine önemli olan, sonucu kabul etmek ve ders almak.
Mükemmel yok dedik. Bir şey yapın ama yapın. Yaptığınız şey, söylediğiniz şey aptalca da olabilir. Önemli olan bir sonraki sefere, biraz daha iyi olması.
Eylemlerin sonucunu kabullenmek, basit yaşamak için en önemli şeylerden bir tanesi. Çünkü suçlayacak kimse yok. Her şeyi, kendiniz, kendi arzularınıza göre yaptınız. Hiçbir bağlılık olmadan, hiçbir beklentiye girmeden, kimseye sorumluluk yüklemeden ve kimseyi beklentiye sokmayarak. Bundan daha özgür bir şey olabilir mi?
Kabullendiğinizde, olumsuz sonuçlar da sizi etkilemeyecek. Çünkü bir sonrakine daha iyi olacağını bileceksiniz. Çünkü nedenini ve çözümünü bileceksiniz.
13. Sahip olmayarak
Sahip olmaya iki türlü bakıyorum. Birincisi, temizlik. İkincisi, duygusal yatırım.
Sahip olduğumuz her şeyi temizlemek zorundayız. Bu benim canım sıkıyor ve inanılmaz bir vakit kaybı geliyor. Ev, kitap, mobilya, çiçek, araba, evcil hayvan hatta çocuk. Sahip olduğumuz her şey, hayatımızdan temizlik ve zaman eforu çalıyor. O nedenle, minimal olmakta fayda var. Ne kadar küçük, o kadar iyi. Ne kadar az, o kadar iyi. Sahip olmayın demiyorum, gerektiği kadar sahip olun. Bu efor kaçınılmaz.
Duygusal kısmı ise, hırslarla ilgili. Kesenizi sıkıp, lüks bir arabaya binmek istediğiniz için bunu aldığınızda, o arabaya bir şey olsun istemezsiniz değil mi? Çünkü onu binbir zorlukla aldınız. Benim bakış açım, o nedenle böyle bir sahiplik yaşamamak. Beni zora sıkacak şeyleri hayal etmemek. Alabiliyorsam zaten alırım. Alamıyorsam da, neden kendimi zora sokayım ve yaşadığım yaşayacağım güzel anları yok edeyim. Neden o anları, zaman ve maddi stresle geçireyim. Neden kullandığım şeyi, çok dikkatli kullanmak için strese gireyim?
Son olarak da, olmak. Sahip olmaktan daha anlamlı. Maddi şeyler gelip geçici. Çoğu şey de, sadece lüks ya da pazarlama. Beni ben yapan, sahip olduklarım değil, benim yetkinliğim, benim becerilerim ve düşüncelerim. Çevremdeki kimsenin bana, sahip olduklarım üzerinden değer biçmesini istemem çünkü o zaman kim gerçekten değerli, kim değil tahmin etmek de zor. Güvenmek de zor.
Cebimdeki para, altımdaki araba, sahip olduğum ev, kolumdaki saat, üstümdeki ceket, ayağımdaki ayakkabı üzerinden değerli olacağıma, hiç olmayayım daha iyi. O yüzden sahip olmak, her şeyi sırf elimde olsun diye sahiplenmek bence hayatta yapılabilecek en saçma şey. Ölmek için milyonlarca neden varken, ölünce hiçbir anlam ifade etmeyecek şeylerle neden zihnimi, bedenimi yorayım.
Bugün evsiz kalsam, sokakta yatsam ne değişir? Hiçbir şey.
14. Hayatı ciddiye almayın
İş toplantılarında, anlamsızca gülesim geliyor. Koca koca adamlar, kaşlar çatık, kimisi ciddi durmaya çalışarak, kimisi üstünlük kurmaya çalışarak oturuyor ve dünyayı kurtarırcasına tartışıyorlar.
Yaptıkları iş, ellerindeki ürünü daha çok satmak. Ürün ne? Modem, kozmetik, telefon, elektronik, elektronik bir ürünün bilmem ne parçası, hayvan yemi, araba vs. Komik. Bu insanları iç çamaşırla hayal ediyorum. Aynı ciddiyetle konuşabilirler mi yoksa utanırlar mı?
İş görüşmelerinde de aynı. Bu işi neden istiyorsun? Hep söylemek istediğim şey şu. Para için. Yoksa yaptığınız iş, pozisyon umrumda değil. Mümkün olsa çalışmam. Çocukken de, proje yöneticisi olayım diye bir hayal kurmadım. Proje yönetimi diye bir iş olduğunu 21 yaşımda öğrendim. Hiçbir çocuğun da, pazarlama müdürü, satış temsilcisi, bölge sorumlusu, Arge Yöneticisi gibi işler hayal ettiğini duymadım.
Sokakta yürürken, bazen ne yanlış gidebilir diye düşünüyorum. Bedenim de yanlış gidebilecek şeyler ayrı, bir de sokakta yanlış gidebilecek şeyler var. Aslında hayatta kalmak mucize.
Uçağa bindiğimde, bazen şunu düşünüyorum. Pilota neden güveniyoruz? Nasıl güveniyoruz? Otobüs şoförüne, gemi kaptanına neden güveniyoruz?
Evdeyken, acaba mühendis hiç hesap hatası yaptımı diyorum. İşçi, mühendise kızıp, bir şeyleri eksik bıraktı mı?
Yemekhanede, aşçının kafası atması an meselesi olabilir mi? Yarın bizi zehirlemeyeceği ne malum?
Bir biyolog, sivrisineğe hastalık enjekte eder mi? Ederse ne yaparız mesela? Veba gibi dünyayı silip, süpürmesi an meselesi olabilir mi?
Böyle bir ortamda neden hayatı ciddiye alayım ki?
Onu geçtim, 300bin yıllık canlı yaşamında 80–150 yı ne ki? O kadar büyük evrende, 1.5- 2 metre ne ki? Onca nanometre hatta nanometrenin de, milyonda biri organizma varken, biz neyiz ki? Onlar, bizim için neyse, biz de gezegen için oyuz.
Onca ölüden farkımız ne? Çiçekten, böcekten farkımız ne? Bin yıllık bir ağaç, bir dağ, bir kayalık bizden daha avantajlı değil mi?
Yaşayıp, öleceğiz. Hepsi bu. Neden bu kadar ciddiye alıyoruz ki hayatı? Sahip olduklarımızı, olacaklarımızı, ünvanlarımızı, yaptıklarımızı, söylediklerimizi neden bu kadar ciddiye alıyoruz ki? Gerek yok.
Hararetli hararetli siyaset tartışırken, durup bir düşünsek, kahkaha atacağız aslında. Hiçbir etkimiz olmayan, hatta bilgimizin de olmadığı bir konuda atıp tutuyoruz. Bir de kızıp, üzülüyoruz. Ya deliyiz, ya da aptal.
Suratımda leke çıkmış, burnum yamukmuş, saçım dökülmüş. Bu ne değiştiriyor. Neden herkes gibi olmaya çalışayım ki? Neden zamana, yerçekimine meydan okuyayım ki, anın gerekliliğini yaşamak, onu kabullenmek ve o andaki ben’i yaşamak varken?
Neden ünvanımla gurur duyayım ki? Benim yaptığım da iş, çöpçününki de, çifçininki de. Ben onların işini yapamam, onlar da benimkini.
Neden aldığım arabayla gösteriş yapayım ki? Arabayı ben mi yaptım? Ben yapsam bile neden? Bir park yerini daha işgal ettiğim, enerji ihtiyacını artırdığım, daha çok karbondioksit saldığım için mi, tüm sevincim?
Neden giydiğim kıyafet önemli olsun? Onlarca insanı köle gibi çalıştırdığı, onca çöp yarattığı için mi?
Hayat ciddiye alınacak bir şey değil. Şansa yaşıyoruz. Bize düşen sadece keyfini çıkarmak.

Leave a comment