Demokrasi, Maymunlar ve Karıncalar

Hangi diziydi hatırlamıyorum. Ya Expanse ya da Battlestar Galactica… Neden demokrasi sorusuna şu yanıtı veriyorlardı:

Birbirinden kötü sistemler arasında, en tahammül edilebiliri…

Benim de düşüncem bu. Oldukça vasat bir sistem ama alternatiflerine göre daha kapsayıcı. Düzgün işlemese de, aşırılıkların önünü biraz olsun kesebiliyor.

Photo by Pau Casals on Unsplash

Bizdeki dedelerden sonra ABD’li dedelerin yarışına da bakınca demokrasiye olan inancım ve güvenim daha da azaldı.

Demokrasi’nin ana bileşenlerini düşünürsek: halk egemenliği, hukukun üstünlüğü,özgür ve adil seçimler, hak ve özgürlüklerin korunması, güçler ayrılığı, siyasi çoğulculuk, hesap verebilirlik ve şeffaflık, kapsayıcı katılım. En temelde ise, ortak karar alma ve kolektif bilinç. Yani bireysel çıkarlardan çok, ortak kazanımlar.

En temelden başlarsak, ortak kazanımlar konusunda çok yol kattetmiş gibi gözükmüyoruz. Dünyanın birçok yerinde, siyasete giriş bireysel hırsların ve ön planda olma isteği ile oluyor. Yani büyük bir güç savaşı. Kimsenin halkını düşündüğü falan yok. Öyle olsa, bunca savaş yaşanmazdı. İnsanların ölmesi bu kadar normalleşmezdi. İnsanlar, saçma sapan kahramanlık hikayeleriyle uyutulmaz, birbirine düşman yapılmazdı.

Photo by Sinitta Leunen on Unsplash

Ortak kazanım nasıl olabilir ki? Sistem herkesin bir konuda uzmanlaşmasını istiyor. Sistemler kompleklestikçe, uzmanlık alanları da, bütünden o kadar uzaklaşıyor. Birbirinden alakasız gruplar bir araya gelip, bir seçim yapmaya zorlanıyor. Ortak paydalar arıyor. Nefes alp vermekten başka hiçbir ortak paydaları yok bu grupların.

Sürekli özel olduğumuz anlatılıyor. Farklısın, özelsin, önemlisin… Sçeime gelince ise, o kadar da özel değilsine geçiliyor. Çoğunluk oluşturmaya çalışıyoruz, hrkes ne yapıyorsa onu yap geç deniliyor.

Seçim dönemlerinde yakınlarıma şu soruyu soruyorum:

Doğru seçim yaptığına nasıl emin oluyorsun? Seçmek için kriterlerin neler? Politikacılardan, seçtiğin politik partiden beklentin ne? Hükümet, hangi politikaları uygulasın istiyorsun?

Şu ana kadar aldığım cevaplar hep maddiyatla ilgili. Politikacı inançlı olsun, camiye gitsin, kiliseye gitsin diyenleri de bu kategoride değerlendiriyorum. Görmek istiyorlar, şov istiyorlar. İnançların, somutlaşarak seçim ve yönetim malzemesi olmasını istiyorlar. Bunların dışında ise emeklilik parası, işsizlik parası, yardım parası, vergilerin düşürülmesi, bina, otoban, köprü, yol, araç, uçak, vergi indirimi, daha fazla asgari ücret vs… Herbiri kolaylıkla manipulasyon malzemesi olabilecek şeyler. Tüm bunlar normalde istenmesi gereken şeylere ulaşmak için araç aslında. Ne yazık ki, tam tersi oluyor. Bunlar olursa gerisi gelir diye düşünülüyor. Doğal olarak sıra dezavantajlı gruplara, sosyal adalete, temel ihtiyaçlara, eğitimde eşitliğe, hayvan haklarına, cinsiyet eşitsizliğine, ırkçılığın azaltılmasına, kültüre, sanata gelmiyor. Durum böyle olunca da, kimisi Meksika sınırındaki yapılacak duvara, kimisi de ‘yerli, mili’ füzelerle öldürülen yüzlercesine seviniyor. Buna demokrasi diyoruz. Bu savaşın içinde yer almak istemeyen ise ya hain oluyor ya korkak. Halbuki gerçek kahramanlar, insani değerlerini duruma ve çıkara göre eğip bükmeyenler.

Photo by Marco Bianchetti on Unsplash

Belki böyle bakınca, karıncalar, miretler, bal arıları, Afrika’daki vahşi köpekler kadar bile kolektif bilinç geliştirememiş olabiliriz. Karar verme mekanizmalarının, nasıl bütüne yayıldığına bakın bu hayvanlarda.

Biz daha çok şempanze ve goril seviseyindeyiz. Bu türlerde, alfa erkekler yönetiyor tüm kabileyi. Güç için her şeyi yapıyorlar. Şiddetin dozu artabiliyor kimi zaman. Kimi hayvanlarda bu alfa çift ya da alfa dişi de olabiliyor. O kadar bile gelişemedik. Günümüzde; Putin, Orban, Uzun Adam, Kim Yong-un rejimlerinin, maymun topluluklarından farkı var mı siz söyleyin. Amerika, sistem olarak bu maymunluğu engellese de, bireysel olarak yine aynı. Sistem içinde sivrilmeye çalışan yaşlı goriller.

Sorun sadece seçilenin güç isteği değil elbette. Seçenin de, bu gücü kabul etmesi, bu güce itaat etmesi ve desteklemesi. Desteklemeyenler ise, dışlanıyor. Hani çoğulculuk? Hani kapsayıcılık?

Kimse neden birkaç kutup arasında seçim yapmak zorunda olduğumuzu söyleyebilir mi? Neden azınlıkların sesi çoğunluğun arasında kaybolmak zorunda? Neden azınlık denilince akla sadece radikal gruplar gelmek zorunda mesela?

Photo by Arnaud Jaegers on Unsplash

Oy kullanmıyorum dediğimde, o zaman konuşmaya hakkın yok diyorlar mesela. Aslında, temsil edilmediğim için oy kullanmama tercihini kullandığım için, oy kullananlara göre daha çok kojnuşma hakkım var diye düşünüyorum. Seçim barajları yüzünden, seçimlerin birkaç kutba indirgenmesi yüzünden, populizmin yeni normal olması yüzünden temsil edilmediğini hissetmek benim değil, demokrasinin ayıbı. Böyle bir demokraside, tehditkar sözlerin havada uçuşması, kurşunlamaların, saldırıların havada uçuşması, insanların mal gibi değerlendirilip oraya buraya gönderileceğinin söylenmesi, en basit haklarının bile tartışma konusu olması demokrasisiyse, bence maymunlara saygı duyalım.

Halk Egemenliği, Seçme ve Seçilme, Özgür ve Adil Seçimler

Demokrasi bize şunu söylüyor. Hepiniz eşitsiniz. Herkes, doğrudan seçme ve seçilme hakkına sahip. Hepiniz seçimlerinizde özgürsünüz, sisteme de güvenin.

Seçme ve seçilme hakkı demokratik kararlara doğrudan ya da temsili katılımı ifade ediyor. Peki herkes gerçekten seçilebilir mi?

Tabii ki hayır. Siyaset güç. Güç ise para ve nüfus. Paran yoksa seçilmek için aday bile olamıyorsun, aday olsan ile yarışamıyorsun. Nüfuslu değilsen de aynı. Öyle aday olayım, söylediklerimden etkilenirler, kendi tabanımı oluştururum diye bir şey yok.

Photo by Vishnu Mohanan on Unsplash

Seçme kısmına gelirsek de, size şöyle bir soru sorayım. Otonom aracın, mesafe sensörünü kontrol etmek için yapacağımız elektronik kontrol ünitesinde hangi mikroişlemciyi seçmeliyim?

Elektronik mühendisi değilseniz, birkaç şekilde cevaplayabilirsiniz.

  1. Biraz google, biraz ChatGPT kullanarak, bulduğunuz ilk cevabı kopyalayıp yapıştırabilirsiniz.
  2. Google’a mikroişlemci diye yazıp, çıkan ürünerden bir tanesini rasgele seçebilirsiniz
  3. Elektronik mühendisi iseniz, yine benzer bir yöntem, biraz da eğitiminiz sonucu öğrendiğiniz yargılama yeteneğiyle bir cevap verebilirsiniz.
  4. Proje gereksinimlerini ve içeriğini öğrenip, tam olarak ne istendiğini anlayıp, tecrübenizi de kullanarak doğru cevabı verebilirsiniz. En azından işe yarayabilecek bir çözüm sunabilirsiniz.

Peki siyasi seçimlerde ne yapıyoruz?

İlk 2 seçenekteki gibi, seçimler yapıyoruz. Biraz daha, ilgiliysek 3.seçenekteki gibi bir seçim yapıyoruz. 3.seçenekte bile, elde edebileceğimiz bilgi, aslında seçim yapmamız için yeterli değil.

Ürün seçerken, kendi gereksinimlerimizi değerlendirirken, seçim yaparken, hiçbir gereksinimimizin olmaması saçma değil mi? Evet. Bu saçmalığa demokrasi diyoruz.

Photo by Felipe Pérez Lamana on Unsplash

Bu nedenle, Sokrates’ten bu yana demokrasi eleştiriliyor. Ayak takımının seçimi olarak görülüyor. Bu eleştiriye alternatif ise, yaygın eğitim öne sürülüyor. Yaygın eğitimin tanımı, gereksinimleri, sonucu ise başka bir tartışma konusu. Yaygın eğitim diye herkesi eşit kabul ederken, seçim yapan çoğunluğun olayla hiçbir ilgi ve bilgisinin olmaması gerçekleğiyle yüzleşip, insanlar bu kadar salak olamaz diyoruz. İnsanlar o kadar salak. Belki salak değil ama o kadar bilgisiz, habersiz, ilgisiz ve yetkinlikten uzak.

Sonuç olarak, 1,2,3 yöntemlerle seçilen mikroişlemci görevini yerine getiremiyor. Sistem çalışmıyor ya da şansa çalışıyor. Seçimi maymunlara yaptırmakla, insanlara yaptırmak arasında da bir fark yok.

%51 çalışırsa, budur diyip geçiyoruz. Neden bu kadar saçmalık var diye düşünüp duruyoruz. Sorun temelde. Binlerce yıldır aynı.

Böyle bir seçime adil diyebilir miyiz?

Daha çok bilgiye sahip, yargılama yeteneği daha fazla olan, daha çok düşünen, araştıran, algısı daha açık, çok yönlü bireyle; bunların tam tersi bireyin seçimdeki ağırlığının aynı olması adalet mi? Öyleyse, çocuklar, bebekler de seçsin ve seçilsin. Hatta maymunlara ve diğer hayvanlara da vatandaşlık verelim. Onlar da, yaşadıkları topraklarda söz sahibi olsun.

Photo by Idean Azad on Unsplash

Peki ya özgürlüğe ne demeli?

Seçimlerimizde özgür müyüz? Hiç de öyle gözükmüyor. Bir yandan her önüne gelenin parti kurması saçmalığıyla uğraşıyoruz, diğer yandan da her şeyi seçebilirsin ama şunlar şunlar hariç, şunlar şunlar olursa seçimin hiçbir anlam ifade etmiyor deniliyor. Birçok düşünce, sorun, öneri, azınlık temsil falan edilmiyor. Sokağa çıkınca bir bakın engelli olsanız ne olur. Kör olsanız, duymasanız, bir uzvunuz olmasa, tekerlekli sandalyeye mecbur kalsanız; şu an yapabiliklerinizden kaçını yapamıyorsunuz? Mesela kaç tane tekerlekli sandalyede doktor, eczacı gördünüz? Kaç tane sınıf arkadaşınız bu şekilde dezavantajlı durumda? Bunların az olması, sağlıklı bir çevreniz olduğu anlamına gelmiyor. Bu insanların gerçekten dezavantajlı olduğu anlamına geliyor. İstatistiklere göre her 8 kişiden 1’i engelli Türkiye’de.

Bu insanların yaşadıklarından haberdar olmamanız, onların sağıklı insanların hayatında yer edinememeleri, sokakların, evlerin, okulların, kafelerin, sinemaların, iş yerlerinin bu insanları kapsayıcı olmaması demokrasi ayıbı değil mi? Bu insanlar temsil ediliyor mu sizce? Temsil edilse, bu kadar dışlanmış olurlar mıydı? İyi düşünün. Bu sadee bir örnek. Tonlarca örnek sayabiliriz dezavantajlı gruplara.

Hak ve Özgürlüklerin Korunması ve Güçler Ayrılığı

Belki bu konu, gelişmiş ülkelerde biraz daha iyi yürüyor ama yine maymun reflekslerinden etkilenerek, güç savaşının merkezinde yer alıyor. ‘Parası var. Ona bir şey olmaz’ bu cümle ve türevlerini kaç kere duydunuz? Eminim defalarca.

‘Koskoca bilmemkim. Ona bir şey olmaz’ bunu?

‘Trump’ı hapse atamazlar abi. Ortalık karışır’

‘Sarayı boşuna yaptırmadı’

‘Öyle seçimle falan inmez’

Bir de gazete başlığı vereyim. ‘Rusya lideri Vladimir Putin’e muhalefeti canıyla ödeyen siyasi isimler kimler?’

Her ülkeden benzer içerikler bulmak mümkün. 20 yüzyılda bolca örnek var. Öldürülenler, asılanlar, kesilenler, zehirlenenler, düşürülenler….

Buna demokrasi diyoruz işte. Aslında sonuç aynı. Sürüyü yönetecek, alfa karakter ve o alfa karakteri indirmeye çalışan diğerleri. Demokrasinin insan ürünü olduğunu düşünüyordum, şempaze ve goril değil.

Güçler ayrılığı olayına girmiyorum. Türk tipi demokraside, güçler ayrılığının yeri yok. Gücü al ve ez. %51 yeter.

Photo by Catalin Apostol on Unsplash

Hesap verebilirlik

Yine gelişmiş ülkelerde, az da olsa bir hesap verebilirlik var. En azından insanları kullandığı oyun peşine düşüp, hesap sorma eğilimi gösteriyorlar. Biz de, birkaç gösteri dışında böyle bir şey yok. Demokrasinin bileşeni hesap verebilirlik, sadece güçsüz olana işliyor.

Şeffaflık

Demokrasinin bu bileşeni çok büyük bir paradigma. Sebebi:

  1. Siyaset erişilebilir olmayıp, sadece güçlünün seçilmesi anlamına geldiği için şeffaflık mümkün değil.
  2. Herkesin editörsüz bilgi aldığı ve minimum bilgiyle maksimum yorumda bulunduğu; tonlarca bilginin nanosaniyeler içinde tüm dünyaya yayıldığı bir ortamda; şeffaflık demek tüm dengelerin kırılıp, tersine dönme ihtimalini artırmak demek.

Bu sebeplerle, demokrasinin ilacı olacak şeffaflık aynı zamanda en büyük çelişkisi. Kapalı rejimlerde ise, adı üstünde, şeffaflık kelime olarak kullanılamıyor.

Photo by Koshu Kunii on Unsplash

Siyasi Çoğulculuk ve Kapsayıcı Katılım

Siyasi çoğulculuk, birden çok siyasi parti ve vatandaşların siyaseti etkilemek için örgütlenmesini, hareketlerini, bu hareketlere katılmasını ve katılma özgürlüğünü ifade ediyor.

Kapsayıcı katılım ise, tüm vatandaşların doğrudan veya temsilciler aracılığıyla siyasi sürece katılma hakkını, marjinal ve yetersiz temsil edilen grupların siyasi karar alma süreçlerine dahil edilmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini ifade ediyor.

Yukarıda bunları biraz konuştuk aslında. Her önüne gelenin parti kurması fikri ayrı bir saçmalık çünkü oluşması gereken şey kolektif bilinç. Seçimlerin birkaç kutba indirgenmesi ise bambaşka bir saçmalık çünkü temsil edilme ihtimalini azaltıyor. Kısacası, yönetim ve particilik sistemi başlı başına bir facia.

Protesto hakkı, sendikalaşma, sendika hakkı, örgütlenme vs. ise dünyanın birçok yerinde gösterişten ibaret. Türkiye’de bu daha eğlenceli. Sendikalar, mesleki örgütler siyasi diye eleştiriliyor. Coğrafi dezavantaj. Fransa’da ortalığı yakanlarla, masaya oturulup ortak çözümler üretilirken, bizde terörist denilip, marjinalleştiriliyorlar.

Marjinal gruplar, siyasi azınlık gruplar, sosyal azınlıklar gibi yetersiz gruplar ise yetersiz oldukları için eleştirilip, ‘dikkate değer’ görülmüyor. Dışlanıyor ya da terörist ilan ediliyor.

Bunları da geçtim, yaşadığınız mahallede, sokakta ne yapılacağına bile karar veremiyorsunuz. Bir gün; burayı yıkıp, AVM, otel yapacağız, sizi dışarı sürüp burayı rezidansa çevireceğiz diyebiliyorlar. Denizi doldurup, sahilinizi bok edeceğiz, ileriye de nükleer atık bırakacağız falan diyebiliyorlar ve hiçbir şey diyemiyorsunuz. Adı da demokrasi oluyor. Oy kullandık ya, orada bitiyor iş.

Photo by Geraldine Dukes on Unsplash

Sonuç

Son derece vasat ve yetersiz bir sistemin tapma derecesinde sahiplenilmesi inanılmaz. Bu durum başta gorillerin, daha sonra şempazelerin ve diğer maymunların işine geliyor. Bonobolar ve merkitlere oluyor.

Saçma sapan bir sisteme doğru sistem muamelesi yapıp, dünyada olup bitenler niye oluyor diye düşünüyoruz. Buna kolektif aptallık mı denmeli, kolektif cahillik mi karar veremiyorum.

Alternatifin ne diyebilirisiniz? Karıncalar olabilir mesela. Karıncalar dışında, beklentilerimizi değiştirmek, eğitimden beklentimizi değiştirmek, kendimizi daha çok eğitmek, eğitilmek için daha çok denemek, talepte bulunmak, daha çok eleştirmek de olabilir.

Demokrasiye, bakış açımız da değişmeli. Bir de, dedeler emekli olmalı, 60 yaşından sonra siyasetin kapısından geçmemeli.

Bireysel olarak ne olabilir? Demokrasiye katılım artırılabilir. Yardım kuruluşları, yardım etkinlikleri, sosyal kurumlar, sendikalar, partilerle daha çok içli dışlı olunabilir. Sosyal dezavantajlı gruplar daha çok tanınabilir. Gereksiz övünmeler, dışlamalar, kalıba sokmaların yerini kapsayıcı ve çok katılımlı demokrasi arzusu alabilir.

Tüm bunlar olsa da, demokrasi maymunlar için ideal bir sistem değil. Maymun iştahımız devam ettikçe, tüketmeyi marifet saydıkça, güç arzumuzu her şeyin önüne koydukça, ilgi merakımızı dizginlemedikçe; hiçbir zaman da iyi bir sistem olmayacak.

Rastgele yapılan seçimlerin, rastgele sonuçlarını yaşıyoruz. Şansa hayatta kalıp, rastgele süreçlerden geçiyoruz. Belki de, yapılması gereken biraz bitki tüttürüp, içip eğlenmek. Gerisini ise yine şansa bırakmak.

,

Comments

Leave a comment