Tükeniş

Amazon’un daimi işçilerinden yalnızca birisi yaprak kesen karıncalar. Boyları 90 metreye kadar uzanan ağaçların bulunduğu ormanda, en üst tabakayla en alt tabakayı birbirine bağlıyorlar. İnsandan sonra en karmaşık hayvan topluluklarından birini oluşturuyorlar.

https://www.treehugger.com/crazy-facts-leaf-cutter-ants-4864484

Genellikle, ağaçların tepelerindeki yeni yaprakları kesip, yavaş yavaş onları dev toprak yığınlarına taşıyorlar. Amaçları, mantar oluşumu için temel oluşturmak ve yetişen mantarlarla kolonilerini beslemek. Bu mantarlar karıncalar tarafından evcilleştirilmiş,bu nedenle spor üretmezler.

İnşa ettikleri toprak yığını( yeraltı yuva höyüğü), 30 metreye kadar büyüyebiliyor. 80 metre yarı çapına erişebiliyor. Yani standard tenis kordunun 3 katı. Olimpik yüzme havuzunun yarısı gibi. Burası toplam, 8 milyon bireye ev sahipliği yapıyor.

https://www.growfurther.org/making-mountains-out-of-anthills-an-unconventional-fertilizer-changes-farming-in-zambia/

Yaprak kesen karıncalarda, kast sistemi mevcut. Toplam 4 ana kast var.

Minimler: En küçük işçiler. Büyüyen yavrularla ve mantar bahçeleriyle ilgileniyorlar.

Minörler: Karınca kolonisinin ilk savunma hattı. Yiyecek arama ile ilgileniyorlar. Yiyecek arama faaliyeti tehdit görürse, tehdide karşı anında savaş açıyolar

Mediae: Yaprakları kesen ve yuvaya getiren toplayıcılar.

Majörler: Bunlar boyut olarak en büyük işçiler. Yuvayı davetsiz misafirlere karşı koruyan askerler olarak hareket ediyorlar. Ancak son kanıtlar majörlerin ana yiyecek arama yollarını büyük döküntülerden temizlemek ve hacimli eşyaları yuvaya geri taşımak gibi başka faaliyetlere de katıldığını gösteriyor.

Koloninin yaşlı karıncıları, daha çok atık yönetimi ile ilgileniyorlar. Atık yönetimi, her hangi bir koloninin devamı için oldukça önemli. Yaşlı karıncalar, ayrışmayı düzenlemek için çöpleri atık yığınına götürüyorlar. Atık yığını çalışanları, ayrışmaya yardımcı olmak için atıkları sürekli karıştırıyorlar.

Karıncaların mantarlarla ilişkisi sadece yaprak taşımaktan ibaret değil, aynı zamanda karıncanın metapleural bezlerinde yaşayan Actinomycetota bakterilerinin antibiyotik salgısı sayesinde, mantarları Escovopsis parazitinden korunuyor. Actinomycetota, bugün dünyadaki antibiyotiklerin çoğunun üretiminden sorumlu.

Yine de, parazit sorun olmaya devam edebilir ve yanlış mantar oluşumu ile yayılabilir. Bu durumda da, karıncalar bu tip mantarları ayırıp, çöpe atıyorlar.

Bu karıncalar, biyokütlenin geri dönüşümünü sağlayarak, Amazon’nun hayatında önemli bir rol oynarken, tarım için zararlı olabiliyorlar. Özellikle, narenciye üretimi için sorun teşkil edebiliyorlar.

Tek bir karınca kolonisinde 500 bin kadar koruyucu işçi çalışıyor. Bu işçiler, ağırlarının 20 katına kadar yük taşıyabilirken, yaprakları 100 metre uzaktaki yuvalarına korumalar eşliğinde götürüyorlar. Bazen küçük meslektaşları da, yanlarında uçarak, düşmanın saldırı riskini azaltmaya çabalıyorlar.


Yukarıda anlattığım karınca kolonisi, dünyanın akciğerleri olarak anılan, 5.5 milyon kilometreyi kapsayan(Türkiye’nin 7 katı büyüklüğünde),16000 farklı türe, 390 milyar ağaca ev sahipliği yapan Amazon ekosisteminin sadece küçücük bir parçası.

Yüzyıllardır süren çalışmalara rağmen, halen daha Amazon’un biyoçeşitliliğinin büyük bir kısmı bilinmiyor. Yeni türler keşfedilmeye devam ediyor. Bilimsel ve tıbbi ilerlemeler için eşsiz genetik özellikler gün yüzüne çıkıyor.

Aslında dünyanın akciğeri diyerek küçümsüyoruz Amazon’u. Dünyanın kendisi, dünyayı var eden yer demek daha doğru. Ne yazık ki, günümüzde insan faaliyetleri nedeniyle yavaş yavaş yok ediliyor. Bu durum iklim değişikliğini hızlandırırken, birçok türün de tükenmesine yani ekosistemde, sonucunu bilmediğimiz değişikliklere yol açıyor. Bazı şeyleri teknoloji ile çözsek de, Amazon’un karmaşık ekosistemini henüz çözemediğimizi düşününce, teknolojiyle, birçok şeyi de geri getiremeyeceğimiz açık.

Amazon, tek başına yıl içinde 2 milyar insanın ürettiği, karbondiyoksiti emiyor. Böylece sera gazı etkisini azaltarak, dünyanın ısınmasını engelliyor. Ayrıca, yaşam döngüsünün devam etmesini sağlıyor. Yani türlerin yok olmasını engelliyor.

Bunun önemini ne yazık ki anlayamıyoruz. Belki şöyle anlatmak daha doğru. Belki de, dünyada,her şeyin üzerinde düşünülmesi gereken konu bu ama ne yazık ki tam tersi oluyor. Düşünülünce de, tepki görüyor. Karbon ayak izi, karbon vergileri, artan fiyatlar anında tepki görüyor.

Her şeye sahip olma isteğimiz, tüketim isteğimiz, lüksümüz ağır basıyor.

Distopik geliyor ama belki 10 sene sonra deniz ürünü diye bir şey kalmayacak. Çocuklarımıza, fantazi bir hikaye gibi denizden canlılar vardı, onları yakalayıp yiyorduk, böyle besleniyorduk diyeceğiz. Boş arazileri gösterip, buralar hep suydu diye anlatacağız. Sadece Türkiye’de, son 30 yılda 70’e yakın göl tamamen kurudu ve yok dolu. Göllerin yarısından fazlası küçüldü.

Yakın gelecekte, bugün normal dediğimiz her şey anormal olacak. Ürettiklerimiz, tükettiklerimiz, siparişlerimiz… Hepsi lükse dönüşecek. Bugün bile, eskisi gibi fazla fazla üretip depolamak yerine, sipariş usulü üretiyoruz. Bu ileride daha farklı bir noktaya gidecek. Muhtemelen birçok şeyi satın almak yerine kiralayıp, paylaşmak zorunda kalacağız.

Tatil yerlerinde su kalmayınca, açık büfeler, her şey dahil tatiller, çektiğimiz o tüm selfieler anı olarak kalacak. Hatta belki göstermeye bile utanacağız. karanlık geçmişimiz olacak. Tatil kavramı tamamen değişecek.

Birçok yer yanacak. Kül olacak. Tıpkı depremde olduğu gibi, yüksek sayılar konuşacağız, ah edip vah edeceğiz.

Türkiye, bugün su tehdidi altında. Kaynak suları, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tükeniyor. Türkiye, alarm verilen ülkelerin başında yer alıyor. Su, lüks olacak. Belki de, su arzı belli takvimlerle yapılacak. Maaşının yarısını suya vereceksin. Öyle dilediğin gibi bahçe sulayamayacak, bir şeyler yıkayamayacak, araba temizleyecek hatta duş alamayacaksın. Açık bıraktığın musluğa acıyla bakacaksın. Buna bağlı hastalıklar artacak ama iş işten geçmiş olacak.

Bugün, Hindistan 50 dereceleri görüyor. Antalya, 50ye yaklaşıyor. Bir süre sonra büyük göç hareketleri de göreceğiz. İnsanlar, kaçacak. Sıcaktan kaçacaklar. Canlarını kurtarmak için göç edecekler. Bugün, yaşadıklarımız yanında hiç kalacak. O zaman, keşke 150km yi de, uçakla gitmeseydim diyeceksiniz.

Uçak demişken, biraz daha tüm bunları neden yaşayacağız, nasıl kendi ipimizi çekiyoruz, daha detaylı bakalım.

Bunun en büyük sebebi, bencilce ve bilinçsizce tüketmemiz.

Amazon’u en çok etkileyen şeylerden bir tanesi et tüketimi. Amazon diyorum ama aynısını Türkiye ve diğer ülkeler için de düşünün.

Sığır eti tüketimi, büyük oranda ormansızlaşmaya yol açıyor. Sığır çiftlikleri üretmek için, orman temizleniyor. Büyük çiftliklerle, dünyanın et arzı sağlanıyor. Markette, ürün olarak gördüğümüz etler, aslında sonumuzu hazırlıyor. 2023 yılındaki çiftlik hayvanı sayısı, 933 milyon. Bunların çoğu doğal değil, insanlar yesin diye üretilmiş hayvanlar. Bu yüzden sadece iklim açısından değil, sağlık açısından da, oldukça büyük bir tehdit. Kullanılan antibiyotikler, hayvanların yetiştiği koşullar, parazitler vs. büyük tehdit ama bunu başka bir zaman yazacağım.

Evcil hayvan sayısı ise milyarları buluyor. Bunların da bir çoğu, insanlar eğlensin, egosunu tatmin etsin diye varlar. Onların oluşturduğu karbondiyoksit miktarı milyonlarca araçla eş değer.

Soya ürünleri de, benzer şekilde sorun. Soya, ekimi için de, ormanlar yok ediliyor ve bu ekim büyük oranda insan ihtiyacı için değil, hayvanların beslenmesi için.

Kereste ve kağıt kullanımı da, amazon için büyük bir tehdit. Yasadışı ve srdürülemez kereste hasadı, ormansızlaşmayı hızlandırıyor. Ahşap ürünlere olan talep de endüstrinin büyümesini sağlıyor. Ahşap nerelerde kullanıyor, bakın. Kağıt ise, artık plastik alternatifi olarak iş görüyor mesela. Sorunu bir yerden alıp, başka yere atmak gibi.

Palmiye yağı da diğer bir tehdit. Birçok gıda ve kozmetik üründe palmiye yapına rastlıyorsunuz. Çikolatalar, paket ekmekler, sıvı deterjanlar, ruj,şampuanlar.. Palmiye yağı içeren her ürün, dünyanın sonunu yaklaştırıyor.

Fosil yakıt kullanımı, zaten en meşhur iklim düşmanı aktivite. Amazon’da yapıan doğalgaz ve petrol sondaj çalışmaları da, ormana büyük zarar veriyor. Neden? Herkes uçağa binsin, her yere rahat rahat gitsin, araç sahibi olsun, yürümesin, yorulmasın diye.

Diğer büyük düşman da plastik. Hayatın her yerinde plastik. Plastiğin oluşturduğu, çevresel hasar belkide diğerleri arasında en fazlası. Plastik, toprağa, su yollarına, eko sisteme, her şeye zarar. Üretimi kadar, keyfi oalrak tüketimi de sorun. Sadece 25 kuruş diyip, 10 tane plastik torba aldığınızda, belki de birkaç neslin hayatını zehir ediyorsunuz.

Benzer şekilde betonlaşma da, büyük sorun. Konut sorunu arttıkça, konut üretimi artıyor. Bu da betonlaşmayı artrıyor. Denizler dolduruluyor, orman arazileri yok ediliyor. Daha çok ahşap, daha çok plastik, daha çok atık… Lüks yaşam arayışımız, her yerde olma isteğimiz, yazlık/kışlık merakı, birkaç tane evim olsun merakının bedeli dünyanın geleceği, milyarlarca insanın hayatıyla ödeyeceği bir bedel.

Moda ve hızlı tüketim ürünleri de, benzer şekilde sadece keyfi olarak sahip olduğumuz şeyler. Hem atık miktarını artırıyor, hem de kaynakların tükenmesini hızlandırıyor. Tüketim ülkesi olarak sahip olduğumuz lüks merakı, daha iyi bir yaşam diye düşündüğümüz şey aslında cahillik. Tekstil endüstrisi başta olmak üzere birçok normal olarak gördüğümüz endüstriyel üretim su ve enerji tüketimi gereksiz artırıyor ve doğayı da eksponansiyel olarak tüketiyor.

Elektronik endüstrisi de benzer. Elektronik mühendisi olarak, elektronik tüketimin bu kadar yaygınlaşmasına karşıyım. İleride mühendislik etiği ile ilgili bir seri düşünüyorum. Orada da, bahsedeceğim ama bugünkü üretimin çoğu sadece üretebildiğimiz için. Saçma sapan hayat tarzlarımız yüzünden sistemi döndürmeye çalışıyoruz. Mühendislik eğitiminde de, kazanılan görüş hep daha iyisini yapmak. Buna zorunda değiliz. Zaten yavaş yavaş üretim, tasarım işi de; artık en iyisine değil; en az atık ve en sürdürülebilir nasıl olur noktasına gidiyor. Elektronik üretimi sadece cihaz ve plastik atığı oluşturmuyor. Aynı zamanda, kaynak tüketimini artırıyor. Nadir materyallerin üretimi için yapılan madencilik faaliyetleri ormanları yok ediyor. (Bkz. Lityum ve elektrikli araçlar) İşin daha da garibi, uzun yıllarca kullanıbilecek ürün tasarlamak mühendislik açısından mümkün. Değiştirmemiz gereken şey mantığımız.

Her şeyi almak, üretmek, sahip olmak zorunda değiliz. Aynı şeyin tonlarca modelini, tonlarca alternatifini yapmak zorunda değiliz. Mesela herkes aynı arabayı, aynı t-shirtü, aynı gömleği giyse ne değişiyor? Neden hepsinin her rengini, farklı markalar ile üretip böyle bir yarış yapıyoruz? Neden farklılığı görünüşte ve yüzeysel şeylerde arıyoruz? Düşüncelerimiz, fikirlerimiz, ilgilerimizle farklılık yaratabilecekken, neden bunu sahip olduğumuz şeylerle yapıyoruz? Cevap basit pazarlama ve tüketim kültürü. Tüketim kültürünün getirdiği ‘sen en iyisin, sen özelsin’ bakış açısı. (Modern pazarlamanın nasıl geliştiğine bakın. Edward Barneys’in amcası Freud’un Psikaanalizini kullanarak, tüketim toplumu oluşumuna nasıl bir katkı sağladığını okuyun. Barneys sadece basit bir örnek)

Dünyada birçok tür yok oluyor. Birçok orman arazisi yok oluyor. Birçok göl kuruyor, kutuplarda buz kütlesi kayboluyor. Dünyanın birçok yerinde, afet diyerek geçemeyeceğimiz ekstrem doğa olayları yaşanıyor. Bunlara bağlı hastalıklar artıyor, göç daha da büyük bir soruna dönüşüyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’na (WWF) göre, son 50 yılda Amazon ormanlarının %17’si kaybedilmiş ve son yıllarda ormansızlaşma oranları hızlanmıştır. Dünyada her yıl, Portekiz büyüklüğünde orman alanı yok oluyor ve bu durum sağ sola fidan dikerek çözülemeyecek kadar ciddi. Amazon’da bahsettiğimiz 80 metrelik ağaçlar bir anda olmuyor. Biyoçeşitlilik ve anlattığımız tüm o koloni mekanizması bir anda olmuyor.

Eğilimlerimizi, alışkanlıklarımızı değiştirmezsek, bizi aydınık bir gelecek beklemiyor. Amazon’un kaybı; sadece iklim ve biyoçeşitlilik üzerinde değil, insan refahı üzerinde de, yıkıcı etkier getiriyor yukarıda anlattığımız gibi. Biyolojik, kültürel, sosyal birçok krize de kapı açıyor.

Siyaset üstü bu konu için tüm dünya çalışmak zorunda. İnsanlar eğitilmek, eylemlerinin sonucunu tekrar tekrar düşünmek zorunda. Buna bağlı olarak da, yöneten iradeyi, bilimin de desteğiyle yönlendirmek zorunda. Önce var olanı korumaya yoğunlaşıp, hayati önem taşıyan ekosistem üzerindeki baskıyı azaltmak için sürdürülebilirliği hayat felsefesi haline getirmek zorundayız.

Yönetenleri, ormansızlaşmayı sınırlamak, yeniden ağaçlandırmayı teşvik etmek için zorlamayalıyız, aptalca politik gündemlere alet olmak yerine. Günlük hayattaki yeme içme, gezme topzma alışkanlıklarımızı değiştirmek zorundayız. Çevreye duyarlılığın büyük ölçüde bireysel bir sorumluluk olduğunu anlamalıyız. Doğal olarak bunu ancak anlatarak, paylaşarak, konuşarak, aksiyona geçerek başarabiliriz.

İklim konusu genelde tam olarak anlaşılamıyor. Etkileri direk olarak görülmediği, hızlı olmadığı ya da geçici algılandığı için ciddiye alınmıyor.

Aslında türler bizim çevremizde de yok oluyor. Birçok böcek artık görülmüyor, birçok doğa olayı benzer şekilde yaşanmıyor ama insanlar böyle algılamıyor. Eskiden de böyleydi diyip geçiyorlar. Egzotik hayvanların yok olması, hayvan türlerinin %60’ının yok olması bir anlam ifade etmiyor. Bildiği hayvanlar yok olduğunda, belkide çevresinde herhangi bir hyvan kalmayınca, anlayacak ama çok geç olacak.

Terimlerin, algılanış şekli de benzer. Örneğin, küresel ısınma diyoruz ama avrupa eski çağlarda olduğu gibi donma riskiyle karşı karşıya. Bunu okuyan bir kişi, hani ısınıyorduk diyebiliyor. Bu işin ciddiyeti nasıl anlatılır bilmiyorum ama umarım hem eğitim sisteminin, hem de politik sistemin en önemli konusu haline gelir kısa zamanda. Yine umuyorum ki, yazdılarım okuyucuların kafasında bazı ışıkları yakar. Onların yazdıkları, anlattıkları da, başkaları için bir başlangıç noktası olur.

İnsan doğanın bir parçası olduğuna göre, doğayı korumak da, varlığımızın en önemli amaçlarından bir tanesi. Üremekten, hayatta kalmaktan daha da ulvi bir amaç.

,

Comments

Leave a comment