Özgür Filistin

Biraz çevremdeki insanların ‘konu Filistin olunca konuşmuyorsun’ demeleri, biraz evimin önünde neredeyse her hafta 3 kere olan Filistin protestoları, biraz da konuya karşı farklı yaklaşımları görmem sebebiyle konu üzerine yazma isteği duydum.

Aslında ortadoğu ile ilgili konuya bakışım tam da, önceden yazdığım kurgusal hikayedeki gibi:

https://bahadirhancicek.medium.com/m%C3%BClteci-610fa89e11b9

Zamanında Suriyeli bir arkadaşım, Halep dümdüz olduktan birkaç sene sonra memleketi Halep’e dönmüştü. Gördüğü şey anlattığı kadarıyla harabeler, vücut parçaları ve binalarla birlikte yok olan anılarıydı. Bir de, o cehennemde dışarı çıkamadığınızı düşünün. Hayal etmesi zor. belki de, Türkler olarak savaşa hem genetik olarak hem de coğrafi olarak alışığız ama batıya yaklaştıkça empati daha da zorlaşıyor. Ukrayna savaşı, belki de ilk defa Avrupalıların empatisini, korkusunu tetikledi. O nedenle, Ukraynalı mültecilere olan farklı yaklaşımları sadece mülteci konusundaki tecrübe değil, aynı zamanda ‘ya biz benzer bir şey yaşarsak’ korkusunun bir yansımasıydı bence.

Geçen hafta yazdığım beyaz türkler konusunda biraz kibirden, biraz da öğrenilen yanlışlardan bahsetmiştim ama beyaz türkler yine de açık görüşlü demişti. Filistin konusunda da, bence bu refleksler çatışıyor zaman zaman. Bir yandan öğrenilmiş bir Arap nefreti. Çünkü onlar bizim için gericiliği ifade ediyorlar. Diğer yanda ise açık görüşlülük ve humanizm. Ha bir de, ülkedeki mülteciler.

Photo by Levi Meir Clancy on Unsplash

Bence Arap nefreti bazen gözümüzü o kadar kör ediyor ki, onların bize nazaran daha çok kültürel iletişime açık olmalarını, daha çok birbirlerini tutmalarını küçümsüyoruz. Türkiye, Ortadoğu ve Asya’nın en gelişmiş, en modern ülkesi düşüncesi nedeniyle; bu coğrafyadaki entellektüel birikimden, kültürel etkileşimlerden habersiz kalıyor ya da gözümüzü kapatıyoruz. Bunu yüksek lisansa gelene kadar ben de farketmemiştim. Ortadoğudan, farklı insanlarla tanıştıkça, bu insanlarla daha çok etkileşime girdikçe, mültecilerey yardımlarda bulundukça, dertlerini dinledikçe farketmeye başladım. Fikrimi değiştirmeyen tek bir ülke kaldı o da, Pakistan ve biraz da kısmen de Afganistan.

Öyle ya da böyle kendinizi açık görüşlü görüyorsanız, humanist olarak görüyorsanız sığınabileceğiniz bir ‘ama’ yok. ‘Ama’ ile başlayan her cümle aslında o değerlerden ne kadar uzak olduğunuzu gösteriyor. Geçenlerde iki komediyenin muhabbetini gördüğümde, ne kadar ırkçı olduklarını düşündüm.

https://eksisozluk.com/iki-kadin-komedyenin-irkcilik-sohbeti–7821815

Yorumları okuyunca hak vermeleri görmek hem üzdü hem düşündürdü. Sadece duygumu belirtiyorum, ırkçılık olarak söylemiyorum diyor ama tam da ırkçılık bu aslında. Genellemek. Bunu ne yazık ki, toplum olarak sevmeiğimiz her şeye ve herkese karşı yapıyoruz.

https://www.greenpeace.org/international/story/66044/there-cannot-be-climate-justice-without-gender-justice/

Bir diğer dikkatimi çeken şey de, Avrupa’nın ve Amerika’nın birçok yerinde gösterilere katılanlara yapılan yorumlar. Hiçbir şeyin değiller, ‘ılık g…ler’, ‘tatlı su solcuları’ gibi yakıştırmalar yapılıyor. Aslında benim için gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, az gelişmiş olan ülkelerin farkı tam da burada ortaya çıkıyor. Gelişmiş ülkeler bazı şeyleri önceden yaşadığı ya da aştığı için farklı şeylere farklı hassasiyetler gösterebiliyorlar. Bize her ne kadar samimi gelmese de, aslında insan haklarına, eşitliğe, hümanizme verilen değer yalandan yere, arkasından binbir hesapla verilen değer değil; oldukça samimi ve içten bir değer. Burada fark eden şey genelde, yakınlık hissi. Herkes, her şeye aynı derecede yakın hissetmez. Bu çok sevdiğiniz bir sporcunun ölümüne üzülürken, yakınınızın ölümüne o kadar üzülmemeniz gibi bir şey. Fakat bizim gibi politik iklimi karışık ülkelerde, ona tepki gösteriyorsun ama buna göstermiyorsun gibi genellemeler ve beklentilerin oluşmasına neden oluyor.

Gelişmekte olan ülkeler ise daha çok, gelişim derdinde. Hayat tarzı da, buna odaklı. Hep daha iyisi olsun, daha yenisi olsun, sürekli yarış halinde olalım, sürekli üretelim, kim daha çok çabalarsa o daha çok kazanır bakışı. Bu nedenle de, aslında işin psikolojik, sosyal ve insani tarafı görmezden geliniyor. Mülteci konusunda da benzer. Sadece sayı. Sayının sonucu ise sorun. Sorunun sebebi ise sadece mültecilerin gelmesi ya da demografik işgal. Halbuki; işin büyük bir insani boyutu var.

Gelişmemiş ülkelerde ise, daha da farklı. Temel ihtiyaçların erişimi kıt, zor. Gelecek hayali mümkün değil. Doğal olarak ilk fırsatta, başka bir yerde insanca yaşama isteği duyuyorlar. İşgalci diye baktığınız insanların da, derdi aslında sadece daha eşit şartlara erişmek, gelecek hayai kurabilmek. Fakat bunlar daha da büyük bir mücadelenin içinden geliyorlar. Kimisi belki milyon kere ölümle yüzleşmiş. Kimisi hayatında medeniyet görememiş. Doğal olarak kaybedecek hiçbir şeyleri yok. İşte tehlike ve huzursuzluk da burada başlıyor. Hali vakti yerinde olan insanların bakışı, ne halleri varsa görsünler ya da zaten devlet her şeyi veriyor oluyor. Sonra da, yerimizi işgal ediyorlar. Bir de ülkede kötü giden şeyler için, en kolay suçlanacak onlar olduğu için, hedef tahtasına onlar koyuluyor. Böyle bir gerçeklikle yüzleşen, kaybedecek bir şeyi olmayan nüfus bu sefer her an patlamaya hazır bir bombaya dönüşüyor. Yani olay daha çok politika, insanların kendisi değil.

Gelişmiş, gelişmemiş, gelişmekte olan farketmezsizin, her ülkede elbette farklı dezavantajlı gruplar, farklı görüşler ve yaklaşımlar var. O nedenle bu genellemelere karşı argüman bulmak da zor olmayacaktır. Bahsettiğim şey sadece genel karakter ve düşünsel motivasyonlar.

Her zaman ki gibi konuyu dağıttım. Daktilonun köşesinden tutup, satır başına yani İsrail konusuna dönüyorum.

https://www.i24news.tv/en/news/israel-at-war/1699363617-how-hamas-prepared-october-7-report

Önce Hamas’ı kısaca özetleyelim. Hamas, 1980lerde İslami Yardım Kuruluşu olarak kurulan ve zaman içinde Filistin-İsrail çatışmasında daha çok yer alan paramiliter bir yapılanma. Yani devlet tarafından desteklenen düzensiz askeri bir güç. Aynı zaman da, Arap dünyasının en güçlü ve en eski aşırı sağ muhalif grubu Müslüman Kardeşlerle de ilişkili. Savaş içinde yer aldıkça, Başta ABD, AB olmak üzere Japonya, Yeni Zelanda, Paraguay, Arjantin gibi birçok ülke için terör organizasyonu. Ancak bir şekilde seçimle Filistin’i yönetimini ele geçiren ve 2007’den beri otokratik tek parti ile yönetilmesini sağlayan sunni müslüman grup. Son yıllarda ise Filistin’de populerliliği artan bir yönetim.

Hamas’ın geçmişteki en büyük özelliklerinden bir tanesi tamamen İsrail karşıtı olmaları ve İsrail ile diyaloğa, iki devletli çözüme karşı olmaları. Kuveyt, Afganistan, Ürdün gibi ülkeler İsrail’i tanımıyorken, birçok ülke de Filistin’i tanımıyor.

İsrail ise, tarihin dinlerin çatıştığı yerine gitmeden anlatırsak; Osmanlı Devleti çatısı altında beraber yaşayan Arap çoğunluğun ve Yahudi azınlığın bulunduğu bölgede daha fazla göçle büyüyen ve devletleşen yapı. Avrupa’da anti-semitik hareketler arttıkça, Yahudiler kendilerine güvenli yer aradılar. Bu fikirlerin devamında siyonizm fikri ortaya çıktı. Yani yahudilik sadece bir din değil ama aynı zamanda etnik köken. Aday yerler arasında ABD’de Ararat City, Uganda, Japonya, Magaskar gibi yerler geçerken; dini geçmişe en uygun yer elbette içinde Yahudi nüfusu da barındıran, Filistin’di. Osmanlı Döneminde hali hazırda bölgeye göçler ve yerleştirmeler yapılırken; 1.Dünya Savaşı sonrasında, bölgeyi kontrol eden İngilizler de, bölgeye göçü destekledi. Artan ulusalcılık fikirlerinin de etkisiyle, İngiltere şu çözümü sunmuştu. Filistinli Araplara özgürlük ve Yahudilere güvenli topraklar. Elbette zaman içinde, konu İngilizlerin kontrolünden çıktı ve uzun yıllar süren savaşlar başladı.

İsrail bugün, aşırı sağcı hükümet tarafından yönetiliyor. Filistin’den farkı resmi devlet olması. Bu da, bence oldukça önemli bir ayrıntı çünkü diğer devletlerin yaklaşımını tamamen etkiliyor. Aynı şekilde savaşın meşrutiyetini de. Tam da bu sebeple, Filistin’in tanınmasına karşılar.

https://foreignpolicy.com/2023/11/03/israel-idf-hamas-gaza-war-military-strategy/

Savaş yıllardır sürüyor ama son olayların çıkış noktası, 7 Ekim’deki Hamas saldırısıydı. Hamas, daha sonra yayınladığı raporda saldırıda hatalar olduğunu kabul etti ve bunu İsrail savunma sisteminin hızlı çökmesine bağladı. Yani öyle olmasaydı, o kadar sivilin ölümüne sebep olmayacaktı. Bence bunu söylemeleri bile, taktik değiştirdiklerinin bir belirtisi.

Hamas’ın saldırısı ve sonrasında yayınlanan videolar; tipik bir terör/direniş saldırısıydı. Resmi bir saldırı değil, uluslararası hiçbir standardı ve kuralı kabul etmeyen, acımasız bir saldırıydı. Ancak bu saldırı ve sonrasındaki görüntüler, İsrail’in tetiklenmesi için birebirdi. Benzer bir şey bizim sınırlarda olsa, İsrail gibi tüm gücümüzle saldırırdık. İsrail de, bunu yaptı.

İsrail saldırılarının başında, Başta ABD ve Almanya olmak üzere, halkları aynı fikirde olmasa bile birçok devlet İsrail’in yanında yer aldı. Korkunç terör saldırısına karşı bir olmalıyız mesajı verdiler. Ancak zaman geçtikçe, İsrail bu desteği toplu bir yok etmeye yani soykırıma çevirdi. Bu yüzyıldaki en çok kan dökülen savaşlardan birine imza atarken, insan hakları, savaş kurallarının da ötesine geçtiler. O kadar ötesine geçtiler ki, artık onları destekleyen ülkeler de, desteklerini geri çekmeye başladı.

Hamas, bilerek ya da bilmeyerek bir şeyi başardı. Dünyanın gözünü, Filistin’e çevirmesini sağladı. Uluslararası kuruluşların merceğine soktu ve Filistin’in mücadelesini meşrulaştırdı. İsrail ne kadar gözü dönmüş hareket ediyorsa, Filistin de o kadar mağdur ülke oldu. Bu da, savaşın poziyonunu değiştirdi. Filistin-İsrail savaşı artık Rusya-Ukrayna savaşı dahil, sıradan bir savaş değil. İnşa ettiğimiz ve uzun süre barış sağlayan sistemi test eden bir savaş. Artık kim haklı kim haksız karışık. Kim terörist kim değil, kim resmi devlet kim değil karışık. Birleşmiş Milletler ve diğer insani yardım kuruluşlar gerçekten hümanist mi yoksa politik kuruluşlar mı, yaptırım güçleri esnetilmeli mi esnetilmemeli mi, ülkelerin Birleşmiş Milletlerdeki konumları, sesleri tekrar gözden geçirilmeli mi gibi kompleks bir soruna dönüştü savaş. Aynı şekilde, dünyanın tek kutuplu olmadığının da bir ispatı. Tek bir Avrupa’dan, tek bir ABD’den, tek bir batıdan ve doğudan bahsedemiyoruz artık.

https://news.un.org/en/story/2024/03/1147342

Hamas, kendi nüfusunu kaybetmeyi sorun olarak görmüyor belli ki. Aksine yaptığı gerilla savaşını, stratejik bir oyuna dönüştürdü. Mağdur olarak Filistin’i tanınır hale getirecekler. İsrail de, bunun farkında. İş işten geçti. Şeytanlaştık diyerek, o ana kadar topraklarını genişletebildiği kadar genişletmeye çalışıyor, kritik bölgelerdeki nüfus çoğunluğunu artırmak için çabalıyor.


Ülkeler olaya her ne kadar siyasi çıkarları be ortaklıkları açısından yaklaşsa da, insanların daha çok insan hakları olarak yaklaştığını düşünüyorum. Bence tam da bu yüzden, ABD ve Avrupa’da birçok gösteri yapılıyor ve bu gösteriler karşılık buluyor. Devletler, teker teker desteklerini geri çekiyorlar. Eşitlik ve adalet isteyen herkesin de, bunu desteklemesi gerektiği kanaatindeyim.

Burada sadece tek bir sorun var. Anti-semitizm. Savaş karşıtlığı, anti-semitizm ve lanetleme üzerinden yapılmamalı. İsrail içinde de, mevcut hükümete karşı gösteriler yapılıyor. O insanlar da, İsrailli yahudiler. Doğal olarak, anti-semitist argümanlarıyla lanetlemek, aslında daha çok kendinle çelişmek oluyor. Olaya biraz da, Leipzig’te ya da ABD’de olduğu gibi kışkırtma ve şiddet de girince; bu sefer insan hakları ana konu olmaktan çıkıp olay ‘bakın haklıydık, bunların derdi insanlık değil, İsrail’in ve Yahudilerin yok olması’ na geliyor. Bu da, hem kendimizle çelişki hem de, olası çözüm için büyük bir engel.

Olası çözüm de, sadece Filistin-İsrail çözümü değil, tüm dünyanın geleceğini ilgilendiren, benzer çıkmazlar ve olası çatışmalar için bir model. Yani yeniden artan ırkçılık ve dışlayıcı söylemlere karşı da bir çözüm. Gelecek için bir umut, daha iyi bir dünya için çıkış yolu.

,

Comments

Leave a comment