Şut ve Gol

Her zamanki gibi toplanmışlar ve boş stadyumdan yararlanarak oyun oynamaya başlamışlardı. Zaman geçtikçe stadyumun dolmaya başladığını hissettiler. İlk başta her zamanki gibi kendilerinden sonra oynamayı bekleyen çocuklar olduğunu sandılar, ancak sonra durumun farklı olduğunu gördüler.

Photo by Giorgio Trovato on Unsplash

Stadyum neredeyse yarı yarıya dolmuştu. Alışılmış hafta sonu etkinlikleri bu sefer gerçek bir atmosfere dönüşmüştü. Sahalardan ayrılmaya karar verdiklerinde aynı yaş grubundan başka bir takım gelip atmosferin tadını çıkarmayı teklif etti. Beşer kişilik sekiz takım ortaya çıkmıştı. Bir turnuva yapacaklardı. Kazanan, önümüzdeki haftalarda daha uzun süre serbestçe oynama hakkını kazanacaktı. Yorgun olsalar da mahalledeki en iyi takım olduklarını düşündükleri için teklifi kabul ettiler.

Serbest oyun için fazla baskıydı. Stadyumda artan coşku, şeffaf kubbeye vuran şiddetli yağmura karşı bir tezat oluşturuyordu. Kaptan Angelo, maçın ikinci devresinden sadece birkaç dakika önce takım arkadaşlarının yüzlerindeki endişeye tanıklık etti. ‘Ne kadar yorulsak da, bu maçı kazanacağız ve saha bizim olacak’ dedi. Ancak yüzlere yansıyan endişenin sadece kazanmakla ilgili olmadığını farketti. Kendisi de, aynı şekilde neden böyle bir atmosfer oluştuğuna, neden bu kadar efor vermeleri gerektiğini anlayamamıştı.

Maç başlamıştı. Gerçek, yorgun düşen takım arkadaşının sahadan çıkma isteğiyle ortaya çıkmıştı. Tanımadıkları bir adam sahadan çekilme gibi bir seçenekleri olmadığı gibi oyuncu değişikliğine de izin olmadığını söyledi. Final maçına kadar böyle bir şey yoktu, nereden çıkmıştı? Artık yürümeye ve koşmaya mecali kalmayan Roberto, buna karşı çıktı ama adam sert bir hareketle onu sahaya itti. Tüm takım bu tavır karşısında şaşkınlık içindeydi. Duruma tepki göstermeye başladılar. Bu sefer adam silahını çıkarıp onlara doğrultu. Stadın farklı noktalarından da, lazerler üstlerindeydi. Artık kazanma arzuları, yorgunlukları, anlam veremedikleri çekince; anlam kazanmaya başlamış ve yerini korkuya çevirmişti. İkinci yarı, başlamıştı. Bir süre sonra Roberto daha fazla dayanamayarak sahayı terketmeye çalıştı ve diğer bir gerçek daha ortaya çıktı. Silahlı adamlar, çekinmeden vurmuştu Angelo’nun takım arkadaşını. Roberto yerde uzunca kıvranıyordu ama yavaşça kendini sahaya doğru sürükledi. Vurulduğu bacağı düşündüğü kadar kötü değildi. Olduğu gibi öldürülmek ya da durarak kan kaybetmek yerine sahada mücadelesini vererek giderim diye düşündü ve sürüklenerek sahada yerini aldı. Bu hareketi taraftarı da fazlasıyla ateşledi.

Final maçı basit bir maç değil, bir katliam oyunuydu. Hayatta kalma mücadelesi idi. Oyuncular, isimsiz bir kimlik tarafından düzenlenen çarpık bir oyunun piyonlarıydı.

Kurallar kısaca oyunculara anlatıldı. Kazanan serbest bırakılacak ve dileği gerçekleşecekti. Artık sadece kazanma arzusunun bir oyunu değil, aynı zamanda masumları kurtarmaya yönelik bir oyun haline gelmişti. Atılan her gol sadece kazananı belirlemeyecek, ülkenin bir yerinde bomba patlamasına neden olacaktı.

Kulakları artık yankılanan tezahüratları değil, çığlık atan masumları duyuyordu. Stat ise artık hınca hınç dolmuş ve ekranda görüntü bekleyen kalabalığın bağırış çağırışları dört bir yandan yankılanıyordu. Zorla da olsa maç tekrar başlamıştı.

Oyun şiddetlendi. Her kaçan fırsatla birlikte hava gerilimden titriyordu. Sonra, bir defans oyuncusunun yanlış hesaplanmış müdahalesi Angelo’yu kaleye doğru koşturdu. Zaman yavaşladı. Seyircilerin kükremesi uzak bir uğultu haline geldi. Rakibinin yüzündeki ıstırabı gördü, kendi acısının bir yansımasıydı. Keskin nişancılar ona doğrulmuştu. Bu pozisyonda herhangi bir hata hayatının sonu olacaktı ve bir gol binlerce masumun canına mal olacaktı. Hayatı boyunca her şeyi, ailesi, takım arkadaşları gözünün önüne geldi. Kalbindeki ağırlık gole engel olamadı ve gol attı.

Stadyum çılgınca neşeliydi. Konfetiler yağdı; bu dünyadaki zulmün ironisiydi. Yine de oyun devam etti. Stadyumdaki ana gelen görüntü ile izleyiciler yine coştu. Ekranın yarısında atılan gol, diğer yarısında ise patayan bombanın ve yok edilen şehrin görüntüleri vardı. Taraftarlar sanki ikinci görüntüyü hiç görmüyormuş gibi neşeliydiler. Birkaç dakika sonra gol olmamasına rağmen golmüş gibi bağırdı taraftarlar, şarkılar söyleyerek yeni görüntüleri izlediler. Bu görüntüler takımı dehşete düşürmüştü. Bu sefer ilk yarıdaki iki golün görüntüsü verilirken, diğer yarısında gollerle eş zamanlı patlayan bombalar gösteriliyordu. Söylenenin aksine ilk yarıdaki iki gol de, katliamı tetiklemişti. Bu sahne oyuncuları şoke etti ve durmalarına neden oldu ve yeni bir kuralı daha öğrenmelerini sağladı. Durursanız, sevdikleriniz aşağılanır, işkence görür ve ekranda canlı yayınlanır.

Bu çaresiz maç 2–1 sona erdi. Oyunu kazandılar ama üç şehir ve takımın yarısı sonuna kadar dayanamadı. Kazanmanın bedeli yüksekti.

“Kazananlara” bir dilek vadedildi. Angelo tamamen hissizleşmişti ve gözleri ürpertici bir boşlukla doluydu. İki dileği vardı. Birisi tüm bu oyunu durdurmak ya da rakip takımı ve onların ailelerini kurtarmak olabilirdi. Peki ikincisi? Derin bir nefes aldı, bir süre düşündü. Yaşadıkları, karar vermesini de zorlaştırıyordu. Bu işin doğrusu var mı diye düşündü ve verdiği karar ağzından yavaşça döküldü. Birinci dileği, takımı için artık oyun olmaması ve ikincisi ise kalan takımların yeni bir turnuva yapmasıydı.

Angelo’nun ruhu tamamen bitkindi. Ana ekrandaki haber akışına baktı. Her hafta oynadıkları basit oyun, barbarlığın sembolüne dönüşmüştü. Ailesi ve takımı güvende olsa da kararı daha fazla ölüme neden olacaktı. Mücadelenin bitmediğini biliyordu. Diğer hayatta kalanlarla birlikte bir seçimleri vardı — umutsuzluğa yenik düşmek ya da bu çarpık oyunu bozmanın bir yolunu bulmak, zaferin yok oluş bedeli olmayacağı bir gelecek için savaşmak.

Stadyum yeni oyun için konfetilerden temizlendi, ama kan lekeli ülke değil. Gerçek oyun, öyle görünüyordu ki, yeni başlamıştı.

,

Comments

Leave a comment