Neden bu kadar saçmalıkla karşılaşıyoruz?

Saçmalık derken kastettiğim şey politik kararlar, birbirini kesenler, öldürenler, kavga edenler, tehdit edenler, demeçler, hatalar, yanlışlar vs.

Kimi zaman bir haber okuduğumuzda, ‘bu kadar da olmaz’ diyoruz. Kimi zaman da, ‘nasıl bu kadar aptal olunabilir’. En sonunda ise, ‘bir bildikleri vardır heralde’ moduna geçiyoruz. Özellikle, akıllı olduklarını düşündüğümüz insanların kendileriyle ya da bizim inandığımız ve o kişiye yakın hissettiğimiz değerleriyle çeliştiğini görünce.

Bence bu biraz demokrasi sorunu. Kim söylüyordu hatırlamıyorum ama neden demokrasi sorusuna kötü sistemlerin arasında en idare edilebiliri diyordu. Binlerce yıldır tartışılmış, binlerce yıl sonra halen temel sorunları tartıştığımız bir sistem olsa da, biraz olsun adil bir sistem diyebiliriz.

Bana sorarsanız, aslında maymundan pek de farkımız yok. Özellikle yaptığımz tercihlerde, sosyalleşmede. Ama böyle diyince kendini beğenmiş oluyorum. Halbuki, bu ilkelliği kendi adıma da, kabullenmiş durumdayım.

Yine de, biz konuyu bahane ederek bazı verilere bakalım.

Veriler

Üniversite mezunlarının toplam nüfusa oranı. Türkiye’de bu oran 25-34 yaşları arasında %41,4; 55–64 yaşları arasında %10.8.

Tabii ki bunda üniversite sayısının etkisi de var.

https://data.oecd.org/eduatt/population-with-tertiary-education.htm

Doktora bitiren oranı ise %0.3 civarında.

https://data.oecd.org/eduatt/population-with-tertiary-education.htm

Diğer bir istatistik ise alana göre. Türkiye’de en çok İşletme (Business) okunurken, en az eğitim bilimleriymiş. Tıp ve mühendislik ise ikisinin arasında. İşletme dışında, dünya ortalamasının altındayız.

https://data.oecd.org/eduatt/population-with-tertiary-education.htm

Gelelim uluslararası öğrenci oranına. Türkiye’de bu oran oldukça az.

https://data.oecd.org/eduatt/population-with-tertiary-education.htm

Dünya genelinde bu oranlara bakarsak da; üniversite mezunu oranı dünya nüfusuna oranla %6,7. Yüksek lisans mezunları %1 civarlarında. Sosyal bilimler okuyanlar %2,5. Doktora ve üstü %0,5.%1 aralığında.

Okur yazarlık oranı dünyada %86. Türkiye’de ise %97.

Dünyada basılan kitapların %66’sı Amerika, Çin, Almanya, Japonya ve Hindistan’da satılıyormuş. Nüfus diyebilirsiniz. Almanya’nın nüfusu bizimle aşağı yukarı aynı.

Son bir ayda kitap okuyan oranı dünyada nüfusuna oranla %30larda. Herhangi bir kitap.

Başka bir istatistik de şu. Türkiye’de %68 kitap okumuyor. Kİtap okumaya ayrılan süre günde 1 dakika. Amerika’da bu süre 6 dakika iken, Avrupa’da 1 saat civarında.

Gelelim yönetenlere. Yönetenlerin oranı tahmini %0.5–1 civarında.

Dünya sermayesinin %35’i %1 lik bir nüfusun elinde.

Tüm servetin %85’i ise %10luk bir nüfusun elinde.


Buradan nereye varacağım ben de bilmiyorum. Kimisi tahmini kimisi eksik kimisi alakasız verilerle korelasyon haritası çıkarmak, anlamlı bir veri elde etmek güç olsa da; mevcut veriler biraz olsun sistemin saçmalığı konusunda fikir veriyor.

En iyi ihtimalle %80–90’lık bir nüfusun ne ekonomik ne de entelektüel olarak dünyaya ve ülkelerine hiçbir katkısı yok. Bir fikirleri de yok. (ekonominin parçası olarak, iş gücü olarak var sadece). Demokrasi gereği bu kalabalık kendini yönetenleri seçiyor.

Okumak ne demek tartışılır ama, sermayeyi yönetenlerin, oldukları yeri yönetenlerin büyük bir çoğunluğu da; öyle derin insanlar değiller. Dünyada sistem üzerine düşünen, çalışan, işin felsefesiyle, sosyolojisiyle, bilimiyle uğraşan kesim çok küçük bir azınlık. Muhtemelen genel anlamda etki alanları kısıtlı hatta yok.

Dolayısıyla seçenler nüfusun çoğunluğunu oluşturan, en ilkel dürtülerle karar veren insanlar olurken, seçilen de en iyi manipule eden kimi zaman parayla, güçle, kimi zaman çoğunluğa olan yakınlığıyla kendi yolunu çözen, yönetici modelini oluşturan vasatlar oluyor.

Bu vasatlar, atamalar yapıyor, karar verici oluyor, yasa çıkarıyor, onaylıyor, sunuyor. Verdikleri kararların büyük bir çoğunluğunun bir altyapısı olduğunu beklemek güç. Yani daha derin bir vasatlığa, iş bilmezliğe doğru yol alıyoruz. Tüm bu vasatların içinde de, sosyal sorunlara kafa yoran, anlayan, anlayabilen, yorumlayan, çok yönlü, zeki, çözüm üretebilen kişilerin sayısının bir elin parmaklarını geçebileceğini sanmıyorum. Seçilen için de, seçen için de.

Durum böyle olunca, her ne kadar kafa yorduğumuz ve ‘aydınlandığımız’ birkaç konuda düşünürken, sanki herkes aynıymış gibi bir yanılsama yaşıyoruz. Sonra da, karşılaştığımız saçmalıklarla şaşırıyoruz. Ya da bilgisini sunan bir uzmanı kibirli buluyoruz. Bence istatistikler gerçeklere bakınca bu uzmanın dert anlatmaya çalışmaması lazım. Çünkü anlayacak insan yok.

Aynı şekilde sosyal medyada, gazetelerde, televiyondaki tartışmaların da, ne kadar içi boş olduğunu bu şekilde anlayabiliriz. Hiçbir yere varması mümkün olmayan, herkesin kendine göre konuştuğu tartışmalar. İzleyici/dinleyici ise olaydan tamamen habersiz bir kitle.

Benzeri populer bilim için de geçerli. Biraz ilgi istediği, biraz teknoloji biraz da ‘bilim’ hayranlığına karşılık verme nedeniyle bir sürü uzman farklı konularda derdini anlatmaya, bilgisinin yaymaya çalışıyor ama sonunda yine iş bambaşka yerlere gidiyor. Gitmemesi mümkün mü? Bence bilimin topluma inmek gibi bir derdi olmaması lazım. Bilimsel çevre dışında bilim konuşmanın, hiçbir anlamı yok.

Tartışılınca da, olay ifade özgürlüğü adı altında içinden çıkılmaz bir saçmalığa dönüşüyor. İnternette fitrelenmemiş bilgiden sadece kendi anlayabileceğini alan kişiler özellikle bilginin kaynağı uzman gibi gözüken genellikle populist kişilerse, kendi düşüncesini ve duygusal olarak yakın hissettiği bilgiyi sahiplenerek satmaya kalkıyor. Buna karşı yapabilecek hiçbir şey yok gerçekten. Çünkü vereceğiniz her tepki ‘düşünce özgürlüğüne karşı’ olarak nitelendiriliyor. Siz, o bilmem neden daha mı iyi bilecekseniz?

Bunun yanında sahte bilgiler, yapay zekayla üretilenler, medyanın çanak tuttuğu yanlış bilgiler derken; bilgi zaten anlamsızlaşıyor. Ne anlatsanız boş.Siz ne yaparsanız yapın, içinde bulunduğunuz sistem, toplum bu yanlışlar üzerine, uzman olmayan kişiler tarafından, genelde duygusal ve irrasyonel temeller üzerine seçiliyor.

Hoş, rasyonellik ve doğru bilgi üzerine kurulu bir sistem daha iyi olur muydu? Sanmıyorum. Bu sefer de, işin duygusal ve bireysel yönleri daha çok göz ardı edilirdi ve karşılık bulamazdı.

O nedenle demokrasinin çıkmazları, aynı şekilde çıkmaz olmaya devam ediyor. En önemli şartı bilgi ise sağlanamıyor. Çünkü bu bilginin kalitesi, kalitenin dünya genelindeki eşitliği, buna erişim vs de bambaşka bir konu.

Uzun lafın kısası, kendi işimize bakmak en iyisi ya da içinden çıkılması imkansız olan bu vasatlığı kişisel algılamamak, tartışmalarımızın anlamızlığının farkına varmak, etki alanımız dışındaki şeylerle vakit öldürmek dışında hiçbir etkileşimde bulunmamak en iyisi. Ne geçmiş bugünden daha iyidi, ne de gelecek daha iyi olacak.

Dünya her zamanki gibi dönmeye, nesiller her zamanki gibi değişmeye devam ederken; insanoğlunun vasatlığı da aynı şekilde devam edecek. Evet , sonunda saçmalığa karşı yazımı da, bir türlü bağlayamayarak bambaşka bir saçmalık paylaşıyor oldum.

,

Comments

Leave a comment