Varlığımızın Derinliği: Gerçek Kimlik

Biraz oturup, ben kimim diye düşününce; aklıma ilk gelen şeyler isim, yaş, memleket, yaptığım iş, inanç… Bu beni oldukça rahatsız etti çünkü etraflıca düşününce bunların beni temsil etmediğini farkettim.

Tanıştığım insanların kendini nasıl tanıttığına dikkat ettiğimde de aynınıydı. İki üç dakika içinde isimden, memlekete, işe her şeyi duyuyordum. Gerçekten bu insanları temsil eden şeyler bunlar mı? Sanmam.

En yakın olduğum insanları düşündüğümde ise tam tersi. Yakınlaşmanın tüm bunlarla hiçbir ilgisi yok. En keyifle tanıştığım insanlarla da, aynı şekilde. Normalde ilk 5 dakika da, konuşulan konuların hepsi günler aylar sonra gündeme gelmiş.

Peki bu neden böyle? Neden kendimizi işlerimizle tanıtıyoruz?

Benim düşüncem bu ego ve sosyal normalar. Tabii bir de yüzlerce yıllık öğrenimler.

İnsanoğlu kendini özel hissetmeyi seviyor. Yaptğı, inandığı her şeyin çok özel olduğunu düşünmek egosunu fazlasıyla besliyor. Özellikle bunun için çok çaba sarfettiğiyse, ulaştığı şeyin statüye dönüşmesi kaçınılmaz ve oldukça doğal.

Geçmişte işler babadan oğla geçiyordu. Herkes yaptığı işin uzmanıydı ve bulundukları ortamda teklerdi. Doğal olarak meslekler, o kişilerin kimliğiydi.

Bugünlerde de, birçoğumuz okullar okuyarak, belli aşamaları geçerek elde ettiğimiz mesleklere ulaşıyoruz. Ayrıca meslekler ilgilerimize, kişiliğimize yönelik ipuçları da veriyor. Bunun dışında günümüzde, mesleklerimiz gelir grubumuzu da ortaya koyuyor. O yüzden de, okumuş elit mesleğini de imlik olarak benimsiyor.

Benim düşüncem ise, bunun tam olarak doğru olmadığı. Gün içinde edindiğimiz kimlerler yeni bir rol oynuyoruz. Dress-codelar, resmiyet, sabahları zorla uyanmak, burn-out, birçok kişinin işi yüzünden psikolojik sorunlar yaşaması bunun en büyük göstergesi. Yani kariyere yapılan büyük yatırımlar, iş-hayat dengesi arasındaki çizgiyi yok ediyor ve farketmeseniz de, sizleri hayattan uzaklaştırıyor.

Ayrıca kendinizi işle tanımlamanız, diğer insanlarla olan iletişimizini de kısıtlıyor ve alanınız dışındaki herkese sizi tanıma kapılarını kapatıyor. Benzer şekilde işinizin değişmesi, işin yapılış şeklinin ve statüsünün zaman içinde değişimi de, anksiyete, depresyon, varoluşsal sorunları artırıyor. Dikkat ederseniz; birçok insan hayalindeki işi yapmıyor, işinden memnun değil. Bunun üstesinden gelmek için kendini parayla avutuyor ama para tatmini de, azalınca umutsuzlaşıyor.

Bu bir anda değiştirebileceğimiz bir şey değil elbette. Çocukluktan itibaren, büyünce ne olacaksın diye, bir meslek seçimi isteniyor. Çocukların beyinleri farklı önerilerle, isteklerle yıkanıyor. Çocukluktan itibaren, meslek kimliğe dönüştürülüyor. Özgür bireylerin oluşması engelleniyor. Kız çocukları için ise bu daha da sorun. Mesela mühendislik erkek işi olarak görülüyor. Kız çocuklarının bakımlı, makyajlı, alımlı olması beklenirken, erkeklere aynı baskı yapılmıyor. Bu da ileride kişilik bozukluklarına, ‘aptal sarışınara’, cinselleştirilmiş kadın figürüne ve fırsat eşitsizliğine, kadının sosyal normlar yüzünden ezilmesine, objeleşmesine yol açıyor. Yani determinist yaklaşım, birçok hayatı daha başlamadan yok ediyor.

Öyleyse kendimizi tanıtmanın başka bir yolu olmalı? Bizi tanımlayan şey işimiz değil. (sadece işimiz değil ya da büyük oranda işimiz değil)

Benzer şey inançlar ve fanatiklik için de geçerli. İnsan egosunu bir ürünü olarak, inanç sistemi genelde dünyanın insan etrafında döndüğünü empoye ediyor. Korkular ve belirsizlikle birleşen bu duygu; inancı da kimliğin bir parçasına dönüştürüyor. Dünyanın dört bir yanındaki 5bin dini, onlarca inanışı ve bunların birbirleriyle çelişkilerini de düşününce; bizi ifade edin şeyin bu olması da anlamsız geliyor. Zaten daha çok insanla bir arada olunca, daha çok kültürle kaynaşınca farkediyorsunuz ki, ortak değerler çok daha önemli. Mesela en temelde insan olmak.

Yine benzer şekilde fanatizm. İster futbol fanatiği olun ister milliyetçi. Bu değerler de, aslında sizi temsil eden değerler değil. Milliyetinizi seçemiyorsunuz. Dilinizi seçemiyorsunuz ve bunlar sizi üstün yapmıyor. Tuttuğunuz takımı seçiyorsunuz ama o takımın kazanması, kaybetmesinde sizin en ufak bir etkiniz yok. Dolayısıyla, bu tip bir kimlik de, anlamsızlaşıyor.

Özellikle pandemi döneminde tüm bunların ne kadar anlamsızlaştığını da, görmüş olduk. Evinize kapandığınız da, ne stadyumlar doluyor, ne milletiniz bir anlam ifade ediyor ne de inancınız sizi özgürleştiriyor.

Birçok insan, karantina kavramı ile ilk defa pandemi de tanıştı. Özellikle dışarda vakit geçirmeyi seven, enerjisini sosyalleşerek toplayan, eve girmeyen insanlar; böylesine bir özgürlük kısıtlamasıyla bunalıma girdi. Kimisi agresifleşti, kimisi hayata küstü. Zaman içinde ise, kendini eğlendirecek hobiler bulmaya başladı. Ailesiyle vakit geçirdi, arkadaşlarıyla vakit geçirdi. Biraz düşünen bir insansa; hayatta kendi için nelerin önemli olduğunun da farkına vardı.

Trajedi her zaman olabilir. Elinizdeki her şey, bir anda yok olup gidebilir. O nedenle gerçekten değerleriniz neler, sizi siz yapan şeyler neler üzerinde düşünmek lazım. Materyaller, nesneler gittiğinde siz kim olacaksınız?

İnsan sosyal bir varlık. O nedenle çevremiz bizi büyük ölçü de etkiliyor. Bizi, biz yapan etkenlerin başında aile ve arkadaşlarımız geliyor. Bunların dışında aslında doğa ve çevre geliyor. Çünkü hayat sadece biyolojik vücudumuzdan ibaret değil. Nefes almadan yaşayamıyorsak, güneş olmadan hayat olmuyorsa, su olmadan hayatta kalamıyorsak, yemek yememiz gerekiyorsa, psikolojik durumumuz tüm bunlardan etkileniyorsa; kendimizi sadece biyolojik vücutla sınırlı bir varlık olarak düşünmemiz de saçmalık oluyor. Özümüzde; ağaçlar, kayalar, denizler kadar doğanın bir parçasıyız ve onlarla var oluyoruz. Egomuzu bir kenara koyup, şamanlar gibi doğanın bir parçası olduğumuzu, doğaya verdiğimiz zararın kendimize de zarar olduğunu da anlamamız gerekiyor.

Konfüçyustan, Budaya, Buda’dan Aristo’ya, Kant’a, Marx’a, Freud’a tarih boyunca bu sorunun cevabı çok arandı. Gerçek bir benliğimiz var mı, tanrı mıyız, rasyonel yaratıklar mıyız, sosyal miyiz, irrasyonel miyiz, makina mıyız, biyolojik bir parça mıyız yoksa kendi yarattığmız bir gerçeklik miyiz. Bunların hepsi doğru olabilir ama tek bir gerçek var; uzun yıllar boyunca evrimleşen canlılarız. Teknoloji ve bilimle de, bu evrime ve dönüşüme devam ediyoruz. Nereden geldiğimizi bilsek de, nereye gittiğimizi bilmiyoruz. Öyleyse benliğimiz biraz da, yaşadığımız devirle alakalı ama bazı şeyler var ki, devrin de ötesinde gerçekten bizi biz yapan şeyler.

Tekrar başa sarıp, bizi biz yapan şey ne diye düşündüğümde aklıma şunlar geliyor. Aile, arkadaşlar, hobiler, yeteneklerimiz, öğrendiklerimiz, değerlerimiz, kısmen inançlarımız, başarılarımız, yaşam felsefemiz, ortak kültür ve ortak değerler, seyahetlerimiz, kültürel arka planımız, okuduklarımız, izlediklerimiz, hayatımızda dönüm noktası olan olaylar, bizi derinden etkileyen yaşanmışlıklar, hayaller, hedefler, bizi motive den şeyler, hırslarımız… Yani her birimizin otantik yanları.

Tüm bunların içinde kazandığımız para, sahip olduğumuz araba, ev, mesleklerimiz, hisselerimiz en düşük paya sahip. Hayatımızı bunlara göre tanımlamak sadece boşluğumuzun ve egomuzun ne kadar büyük olduğunun belirtisi. Herbiri hayatımızın akışını, düşüncelerimizi, arzularımızı, fantezilerimizi değiştiren şeyler olsa da; bizi tanımlayan, gerçek benliklerimizin bir parçası değil. Aksine oynadığımız rol.

Elinizdeki her şeyi kaybettiğinizde geriye ne kalacağını iyi düşünün. En temel değerleriniz orada saklı.

,

Comments

Leave a comment