Psikolojik Manipulasyon: Dominant Anne

Korkularımız, heyecanlarımız, yeteneklerimizi nasıl kullandığımız hatta sahip olduğumuz yetenekler büyük ölçüde nasıl büyüdüğümüze bağlı. Psikolojik açıdan otoriter anne, çocuğun kimliğini ve niteliklerini ve çevresiyle kurduğu ilişkileri fazlasıyla etkiliyor.

Aynı benzerlik kedi sahiplerinde de var. Kimi kediler agresifken, kimisi daha sevecen ve sakin oluyor. Bazıları tutarsızken, kimisi gayet tutarlı hareketler yapıyor. Tüm bunlar aslında kedinin cinsinden çok sahibinin yaklaşımıyla ilgili.

İnsana dönersek; anne sevgisi en etkili sevgidir. Anne bizleri besler, büyütür ve öğretir. Nasıl davranmamız gerektiğini gösterir, neyin üstesinden nasıl geleceğimizi, nasıl kontrol edebileceğimizi, ders çalışma ve dinlenme saatlerimizi nasıl ayarlayacağımızı aktarır. Elbette bu sadece annenin işi değil ama yine de bir çocuğun duygusal tarafını en çok etkileyen; ona en yakın olan genelde annedir. Bu seksist yaklaşımdan devam edersek. Anne bizim yeteneklerimizi geliştirir ve ilham kaynağı olur, bizi korur, sakinleştirir, hasta olduğumuzda iyileştirir. Müthiş bir sabır ve ilgi ile yanımızda olur. Nasıl sorumluluk sahibi olacağımızı, bağımsız olacağımızı öğretir. Cesaretlendirir, gerekirse cezalandırır.

Yarı tanrı gibi değil mi? Kesinlikle öyle. Diğer canlılara göre de, daha çok sorumluluk alır insan annesi. Çünkü bakım süresi uzun.

Peki tüm bu davranışlar annenin sevgisine işaret midir? Her zaman değil. Bazen gizli otoriter duyguların dışavurumudur. Başkalarını kontrol etme duygusunun tatminidir. Kimi zaman da, hayat problemlerini çözme arzusudur. Ceza, ödül, çocuk için her şey olmak gibi. Yarı tanrı hissetmek gibi. Bu karakteristik, otoriter anneye örnek olabilir.

Peki aile çocuk hakkında her şeyi bilmek, kontrol etmek ve onları korumak zorunda değil mi?

Evet, aileler çocuklarını korumak, farklı durumlarda nasıl davranmalarını öğretmek için zaman zaman güçlerini kullanırlar ama ortada temel bir fark var.

Ne zaman annemiz garip davranıyor? Hangi davranış otoritenin göstergesi? Otoriter anne tam olarak ne demek? Bunların hepsinin cevabı yazının ilerleyen kısımlarında gelecek.


Erich Seligmann Fromm(Alman Sosyal Psikolog) ‘Sahip olmak ya da olmak?’ isimli kitabında yaşamak için iki farklı yol gösterir. Birisi ‘sahip olmak’ diğeri ise ‘olmak’… Bütün mesele hangi olduğumuz.

Bu iki karakter yapısının birisi baskın olur ve düşünce yapısını, eylemleri ve duyguları etkiler. Her iki yol da aile ilişkilerini, sosyal ilişkilere yansır.

Sahip olmak karakter yapısı; aktiftir ve kendini gerçekleme tüketim üzerine kurulur. Yani kişi başarmak için tüm eforunu ve yeteneklerini ortaya koyar. Fromm’a göre bunun anlamı tüm yeteneklerini ve kabiliyetini herkese göstermeye çalışmak ve takdir beklemek.

Olmak ise kendini geliştirmek, büyümek, güçlü ilgiler üzerine kurulur. Daha vericidir, yani daha paylaşımcı ve dışa açık. Zamanını, dikkatini, sevgisini, ilgisini ve kendini tamamen vermeye çalışır bu mentalitedeki kişi. Çevresindeki insanları sever. Froom’a göre ise sadece gerçeklerden bağımsız olan insanlar çocukları dahi birini sevme yetisine sahiptir.

Eğer anne, ‘olmak’ stratejisini benimsemişse, çocuğunu her yönüyle kabul eder. İyi ya da kötü düşünmez. Toplumun çocuklara olan yaklaşımından bağımsız bir sevgi besler. Çocuğunun derslerinden, görünüşünden, başarısından, doğru ve yanlış yaptıklarını bir kenara koyarak sever. Çocuğunu güvende hissettirir, onu korur ama aynı zamanda onu bağımsızlık ve sorumluluk duygusuyla ödüllendirir. Bu bağımsızlık ve sorumluluk duygusu, sevgi ve özgürlük hissi çocuğu ruhsal olarak derinden etkiler. Arzularını ve kendini en iyi şekilde ifade etmesine yardımcı olur. Böyle bir sevgiyle büyüyen çocuğun özgüveni yüksek olur, komplekslerden arınır. Potansiyelini gerçekleştirebileceğini anlar, potansiyelini boşa harcamaz, sakin olur ve gerginlikten uzak durur.


Açgözlülük ve Fazlası

Fromm’a göre modern tüketici toplum en büyük önemi eşyalara, varlıklara, kazanca ve güce veriyor. ‘Daha çok sahip ol, daha çok anlam ifade et’.

Güç insanların benliklerini etkiliyo. Sahip olma duygusuyla, benliği yönlendiriyor. İsmimiz, statümüz, bilgimiz dahil sahip olduğumuz her şey, kendimizle ilgili düşüncemiz ve yaratmak istediğimiz imaj; benliğimizi oluşturuyor. Tüketim toplumunda bu benlik de, tüketilen bir objeden öte gitmiyor.


‘Sahip olma’ stratejisini benimseyen kişi, kendini, başkalarının nasıl baktığına göre değerlendirir. Kendini nasıl tanırsın serisinde de, bahsettiğimiz çevrenin etkisi hayatının temelini oluşturur. Yaptığı her şey başkalarının gözünde değer görmek içindir. Eğitim, toplumdaki rolleri, sahip olduğu eşyalar, evler, arabalar, varlıklar ve hatta çocuklar.

Çocuklar da, o anne için bir ürün, bir maldır. Çocukları ile ilişki de, buna göre şekillenir. Mülk sahibi, malını en iyi şekilde korumak ister. Malını düzenli ve temiz tutar. Bu tip anneler; gereksinimlerini sıralar ve çocuklarının da bunu bilmesini isterler. Çocuklarının hisleri ile ilgilenmez, kendi isteklerini zorlar. Tıpkı sahip olduğu diğer mallara yaklaşımı gibi.

Otoriter anne, çocuklarının isteklerini bilir ve sorunlarını çözmeye çalışır ama her zaman ilişkilerini, çocuğun ilgilerini, arkadaşlıklarını kısıtlar. Böylece otoritesini gösterir ve kendi güç isteğini de tatmin eder.

Dominant anne, her şey de dominant olur. Bazen bu tamamen mantık dışı da olabilir.

‘Berkcan, hemen ceketini giy!’

‘Hayır anne. Çok sıcaklıyorum’

‘Hemen giy dedim. Annen daha iyi bilir sıcaklıyor musun üşüyor musun! ‘

Annenin bu denli kontrolü; aşırı ilgiye ve çocuğa karşı çok güçlü bir sorumluluğa dönüşür. Çocuk, uzun süre çocuk kalır. Çünkü aslında otoriter anne çocuğunun büyümesini ve kontrolü kaybetmeyi istemez. Çocuğunun artık onun malı olmadığını kabullenemez.

Beni ben yapan sahip olduklarım ise, onları kaybettiğimde ben kim olurum?

Sahip olma stratejisindeki birinin en büyük korkusu sahip olduklarını kaybetmektir. Hırsızlık, ölüm, ekonomik değişim, hayat standardındaki değişim, hastalık kadar özgürlük, aşk, sevgi, değişim ve gelişim en büyük korkusu olur.

Siz de farketmişsinizdir, çevrenizde bu tip çok insan var. Hatta ülkenin sosyal sorunlarının başında da; kendi olmayan, değişimden korkan, yeniliklere cephe alan, başarısız ve huysuz insanların hakimiyeti geliyor.

Çünkü her değişim bilinmezlik demek. Bu da huzursuz ediyor. Kuruntuya sebep oluyor. Değişimin hep kötü olacağı varsayılıyor. İSTİKRAR bozulacak korkusu sarıyor.

Kişisel olarak da hastalık hastası olunuyor çünkü en büyük korku sahip olduklarını kaybetmek. Bu da daha çok strese yol açıyor, insanları agresifleştiriyor. Daha sert, daha şüpheci ve içe dönük hale geliyorlar. İŞte böyle annelerin çocukları şu an belki de, hayatımızı etkileyecek kararlar veriyor.


Arzular, ihtiyaçarı oluşturuyor. Daha güvende hissetmek için, daha çok şeye ihtiyaç duyuluyor. Bu düşüncelerin merhamedi hak ettiği düşünülüyor. İşte bu nedenle, ‘Sahip Olma’ karakterine uygun insanlar, kendilerini acındırmayı, ilgi çekmeyi de severler. Tanıdık geldi mi?

Bu tip annelerin çocuklarının, anneleriyle ilişkisi nasıl olur?

Muhtemelen, memnun ve mutludurlar. Çünkü anneleri güçlüdür.


Bir kadının otoriter/dominant anneye dönmesi genelde eğitim düzeylerinin ve büyüdükleri ortamın sonucudur. Her ailenin kendine göre özellikleri var elbette. Üzücü şekilde, otoriter annerler çocukları üzerinde çok fazla kontrol ve baskı kurmaya çalışır ve aynı baskıyı kendi üzerlerinde de hissederler. Hayatları bunun üzerine kurulmuştur. Bu da hem çocuğun hem de annenin ruh ve akıl sağlığını etkiler. Hatta öğrenme kabiliyetleri de bundan etkilenir. ‘Olmak’ strtejisini seçen annenin için önemli olan derin iken, ‘sahip olma’ stratejisinde ise mümkün olduğu kadar fazla bilgidir.

Bu da tanıdık gelmiştir!

Dominant anneler, çocuklarının diğerlerinden daha iyi olmasını isterler. Bu yüzden çocuğu olduğunca fazla etkinliğe, aktiviteye yönlendirirler. Çocuğun ilgisini, yeteneklerini, kabiliyetlerini anlamaya çalışmaz, bunun üzerinde düşünmezler bile. Onu sürekli geliştirmek isterler. Daha iyi araba almak gibi..

Çocuk ise annesini hayal kırıklığına uğratmamak için uğraşır. Bir şey kötü gidince kötü hisseder, depresyona girer.

Her şey kendi doğası nasılsa öyle gelişir. Bu yüzden dominant ailelerin çocukları, özgürlükleri için savaşmaya başlar ve başkaldırır. Bu farklı şekillerde olabilir.. Odasını daha çok kirletir, yemek yemez, çok yemek yer, sadist ilgilerini ortaya çıkarır, gürültü yapar, agresifleşir.

Her sey, kendi dogasi nasilsa öyle gelisir. Bu yüzden dominant ailelerin cocuklari, özgürlükleri icin ailesine baskaldirmaya baslar. Bu farkli sekillerde olabilir. Odasini daha cok kirletir ve temizlemez, yemek yemez, yada asiri yer, sadist ilgilerini ortaya cikarir, agresilesir. Daha da ileri gidip, zarar vermeye başlayabilir. Ya kendine ya da çevresine.

Bazen de bu isyanlar pasif olur. Çocuk hiçbir şey yapmaz. Tembelleşir. Her şeyden vazgeçer. Eğer isyan yoksa, çocuk yaşından bağımsız olarak büyümüyor anlamına gelir yani karakteri gelişmez. Bu tip insanlara da, rastladığınıza eminim.

Gerçek bir örnek:

48 yaşında bir adamın annesi ölüyor. Adam büyük sıkıntılar çekiyor. Çünkü evlenecek cesareti gösterememiş, hep annesinin yanında yaşamış. Annesi gibi bir kadınla tanışamamış. Annesinin yarattığı konfor alanının dışına çıkamamış. Annesini kaybedince de, bu boşluk ile ağır bir depresyona girmiş.


Dominant bir anneyim ne yapabilirim?

Anne diyoruz ama bu her ebeveyn için geçerli. Anne dememizin sebebi, annenin çocuğa büyüme döneminde en yakın kişi olması, biyolojik olarak onun parçası olması. Yani seksizm değil. Feministler sakin olsun.

Soruya dönersek de, yine sakin kalın derim. Her şey o kadar kötü değil. İlk olarak kendinizi dominant olarak tanımlamanız, kendinizi eleştirebildiğiniz anlamına geliyor yani dominant kategorisinin dışına çıkıyor ya da sınırlarda dolaşıyorsunuz, bu kategoriden çıkmaya hazırsınız.

İkinci olarak, ‘erken tanı, hayat kurtarır’.

Bu yüzden üzerinde düşünmelisiniz. Ne durumlarda gereksiz tepkiler veriyorsunuz, sınırınız neresi, nerede durmalısınız, hangi durumlarda duygularınıza hakim olmalı hangi durumlarda serbest bırakmalısınız. Dürüst olarak bu soruları cevaplayıp, uygulamak sizi dominant anne olmaktan çocuğunuzu da, ruh hastası olmaktan kurtarabilir.

Üçüncü olarak, dominant bir annenin mutlu evlilik geçirmesi de zor. Çünkü otorite her alana yansır. Sadece çocuğa değil, eşe de. Aşktan korkarlar demiştik. Doğal olarak evlilik mal paylaşımına indirgenir. Eşlerden birisi bu savaşı kazanmadıkça, işin sonu aldatmaya, terk etmeye ya da sonu olmayan kavgalara döner. Ya da eşlerden birisi içine döner, depresifleşir.

Genelde dominant anneler, aile hayatından derin bir mutluluk duymazlar.

Son olarak da, sürekli endişe hissedilen, sürekli sahip olma dürtüsü olan, iç dünyasından çelişkiler yaşayak, savaşan, sahip olduğu her şeyi kontrol etmeye çalışan bireyler güçlü bir sevgi istese de bunu bulamazlar. Bu da onları dominant karakterlere dönüştürür. Çünkü aşk hür insanlara ait bir duygudur. Yasaklar ve kısıtlamalar ile aşk duygusu gelişmez.

Tüm bunları düşününce bu karakterlere şunu sormak düşüyor:

Dominant karakterler, kendileri olmak için sahip olma stratejisinden vazgeçmeye hazır mı?

,

Comments

Leave a comment