Kendini Nasıl Tanırsın: Gelişim Kafası

Gelişmiş ülkelerde dikkatimi çeken şeylerden birisi de, etkinlik merkezli düşünmeleri. Planlamak, sürekli bir etkinlik içinde olmak, arkadaşlarla buluşunca bile oyun oynamaya çalışmak… İki sebebi var bence. Birincisi, sosyalleşme. (böylesi daha kolay). İkincisi de, stres atmak ve kafayı boşaltmak. Yani aslında o çok sportif avrupalıların spora bağımlılıklarının sebeplerinden bir tanesi de, paylaşmamaları olabilir.

Bir taraflarımdan salladığım ve hiçbir kaynağa dayanmayan varsayımımdan sonra da, şunu düşünüyorum. Neden kendimizi sürekli geliştirmek zorundayız? Neden mesela biz bu kadar hırslıyken, avrupalılar böyle değil. Tam tersine yarı hedonist takılıyorlar. Bu medeniyetin ve ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepede olmanın bir sonucu mu? Örneğin, büyük şehirlerde daha sakin ve yarıştan uzak bir hayat sürülürken, büyük şehirlerdeki koşuşturmanın sebebi ne? Diğerlerini koşarak görmek mi yoksa temel ihtiyaçların tehlikeye girmesi mi?

Belki de tüm bunlar tüketim kültürünün bir parçası. Hep daha iyi olma isteği, bilgiyi ve statüyü tüketme arzusu. Sürekli kendimizi geliştirmeye çalışmak, çocukluktan beri bir türlü yansıtamadığımız full potensiyele erişme arzusu olabilir. Hoş, biz her zaman iyisini hakediyoruz. Sisifos’un cezasını anımsatıyor biraz. Belki de, hayatımızı olmayacak bir işin peşinde, kayalığı dağın tepesine taşımaya çalışarak harcıyoruz.

Tüm bunları düşünürken yanımdan bir yere yetişirmişcesine kendini hırpalayarak spor yapan alman geçiyor. Niye diye soruyorum, stres atmak ve beynimi boşaltmak için diyor. Demek ki diyorum, onların da sorunları var. Onlar da, yaptığı her neyse belli bir mükemmelliyete erişmeye çalışıyor. Kendisiyle de yarışsa, aynı kalmak istemiyor.


Küçük şehir ve büyük şehir örneği verdim. Daha önce de, hayaller ve hayatlar mini serisinde, büyük şehirin avantajlarından, sağladığı imkanlardan bahsetmiştim.

Çevrenizde bir mücadele yokken, tek başına mücadeleye kalkışmak her zaman zor bir iş. Özellikle, hedefinize ulaşmaya uğraşırken, aynı noktada olmayan insanlarla çevrildiğinizde, motivasyonunuzu düşürmemek için, çevrenizdekilerden vazgeçmek de olası.

Bugün düşüneceğimiz şey şu: Çevremizi nasıl kendi gelişim süremize dahil ederiz?

Sürekli kendi geliştirme isteğinin, arzusunun ve çabasının içinde sosyal hayatınız gibi birçok şey etkileniyor. Özellikle siz gelişirken, çevrenizin aynı yerde kaldığını görmek can sıkıcı bir durum. Bir süre sonra da, ister istemez o çevreden kopuyorsunuz. Sizce, sürekli kendini geliştirmek mutluluğunuzu etkiliyor mu? Geriye bakıp, iyi çocuktu bir gecede cahil kaldı yazık oldu. Keşke böyle olmasaydı mı diyorsunuz yoksa durumu her türlü idare edip, kendi sosyal çevrenizi şekillendirebiliyor musunuz?

Hedeflerinize ulaşma yolunda isteyerek ya da istemeyerek elenen insanlar sizi üzüyor mu yoksa ulaştığınız nokta da, bunun gerekli olduğunu görebiliyor ve kabul edebiliyor musunuz?

Başka bir perspektif ise, öğrenirken öğretmek, yardımcı olmak ve sürece çevrenizi de dahil etmek. Mesela sporsa, aynı sporla ilgilenen tanıdıklarınızla bunu yapmak, bilgi ve kitap okumaksa bunu ilgilenenlerle yapmak, empati, merhamet, sevgi gibi duygusal zekanızı geliştirecek şeylerse bunu paylaşmak; mutlu olmak memnuniyetse bu anlardan çevrenizdekilere bahsetmek, onlarla paylaşmak onların da mutlu hissetmesini sağlamak. Böylesi daha makul gibi. Bunu bir düşünün.

Diğer bir soru da neden gelişim kafası?(Aslında ingilizce mindset olan kelimeyi ‘kafası’ olarak çevirmek hoşuma gitti)

Neden bu kafa önemli. Yukarıda sorduğum gibi neden gelişiyoruz? Amacımız ne? Gelişmezsek ne olur? Ne zaman geliştiğimizi anlayacağız ve işi gücü bırakıp, egede yazlıkta boş boş denize bakacağız?

Benim düşüncem gelişim daha çok dert getiriyor. Cahillik mutluluktur. Bir kere düşünmeye başladıysan da, bunun dönüşü yok. Gerçi belli noktada, aynı düşüncelere kapılan insanlar da çok gördüm. Kendilerine açık görüşlü diyorlar ama görebildikleri kadar açık. Bence araştırmak, merak etmek yaşamın bir parçası. Dünyadaki varlığımızı anlamlandıran tek şey. Değişen ve sürekli hareket eden dünyada ve evrende sabit kalmak, sabit kaldığını zannetmek; hem aptallık hem de boşa harcanan bir hayat.

Peki tam potensiyelimize erişmek mümkün mü? Zeki ama çalışmayan çocuklar bir gün çalışıp büyük adam olacaklar mı?

Aptalların ülke yönettiği, kurnazların para kazandığı bir dünyada bu zor çünkü büyük adam tanımı yanlış. Bir tam potensiyel olduğuna da inanmıyorum. Biraz şans biraz da odaklanma aslında iş. Ne kadar odaklanır, ne kadar çalışırsan o kadar ileri gidersin. Vizyon bilgi ile, başarı ise çalışmak ile geliyor. Kendini tanıdığında ise, bu iki süreci de daha çok kolaylaştırıyorsun.

Kendini tanıyabilir misin gerçekten?

Aslında hayır. Tüm amacımız kendimizi kandırarak, kendimizi gerçekten gerçekleyip, Nirvanaya ulaşacağımızı zannederek hayatımızı anlamlandırmak. Hayat engeller, yaratılan problemler ve çözümlerden ibaret. Problem yoksa, hayat da yok. Hedef yoksa hayat da yok.

Bugünün son sorusu: Kendimize verdiğimiz değeri nasıl artırabiliriz ve bu sayede karşılaştığımız zorluklara karşı daha istekli şekilde savaş açabiliriz?

Soruyu chatgptye sordum.

Kendini sev, iç sesine kulak ver, kendinle ilgili negatif yorumlarını pozitiflerle değiştirmeye çalış, gerçekçi ol, ulaşamayacağın şeyleri hedefleme, başardığın şeyleri kutla, kendini ara ara şımart, sana destek olan insanlarla birlikte ol, sağlıklı alışkanlıklar edin(spor, iyi beslenme, sağlıklı hobiler mutlu hobbitler), hatalarından ders almaya çalış, yeni şeyler öğren ve onlarda iyi olmaya çalış(bu özgüveni çok artırıyormuş), çevrene karşı duyarlı ol, insanlara ve çevreye yardım et

dedi. Bunların hiçbiri olmazsa da, profesyonel yardım al boşuna canını sıkıp, hayatı kendine zehir etme de yazmış. Kısacası, artılarıyla eksileriyle hayatı kabul et ve dolu dolu yaşa. Alkole, uyuşturucuya düşüp serserilik yapacaksan bile ayarlı yap; zamanı para gibi düşün.

,

Comments

Leave a comment