Bugünün sorularına başlamadan önce, yukarıdaki videoyu paylaşmak istedim. Video Polonyalı yönetmen Kryzstof Kieslowski tarafından çekilmiş. Konuşan kafalar(Talking Heads, gadające głowy)
Bebekten yaşlıya kadar kim olduklarını ve hayattan ne beklediklerini soruyor. Sorduğu insanlar; yaşları itibari ile 1.Dünya Savaşı, 2.Dünya Savaşı öncesini ve sonrasını kimisi çocuk olarak, kimisi genç olarak, kimisi de orta yaşlı/yaşlı olarak yaşamış insanlar. Kimisi yetimhanede büyümüş, kimisi ise yeni umutlarla iyi ailelerde büyümüş kimseler.
Çalışmayı oldukça etkileyici buldum. Kimsin sorusunun cevabının yaştan yaşa değişimi, hayattan beklentinin ve gerçeklerin nasıl farklılaştığını görmek oldukça olağan üstü. Mesela genç bir birey kendisini işiyle tanımlarken, yaşlılar için önemli şeyler apayrı. Kimisi ideolojisi ve inancı üzerine benliğini kurarken; kimisi sadece barış ve insanlık arzuluyor. Kendini bu değerlerle tanımlıyor. Kesinlikle izlenmesini tavsiye ettiğim bir video.
Bugünün sorularına gelirsek de, işinizde mutlu musunuz? Tam olarak neyi seviyorsunuz? Kendinizi yaptığınız işle ilgili ne akdar kalifiye buluyorsunuz?
Yukarıdaki videoyu bugün paylaşma amacım aslında, 20.yy’da iki savaşın ve onca zorluğun ardından insanların işe bakış açısını göstermekti. Kendi ailelerimizde de, benzer şeyi görebiliyoruz aslında. Onlar için daha çok iş sahibi olmak meseleyken, 21.yy’da bu biraz daha ‘sevdiğim işi yapmalayım’a dönüştü. Bir yandan iş sadece para kazandığımız ve yaşamımızı devam ettirmemiz için gerekli bir şey olsa da, diğer yandan hayatımızın büyük bir çoğunluğunda, zamanımızın %25–30unu alıyor. Bir nevi hayatımızı iş yerlerimize kiralıyoruz.
Bu kadar zaman geçirdiğimiz bir aktivitenin de, rahat hissedeceğimiz bir şey olması; yaptığımız aktivitede anlam aramamız gayet doğal. Ayrıca belki de tarihin en lüks yaşanabilen çağına denk geldiğimiz için, iş arama ve seçme lüksümüzün olması da gayet normal.
Kişisel görüşüm, ‘istediğim şeyi yapmalıyım’ fikrinin biraz overrated olduğu yönünde. Hiçbirimiz çocukken; insan kaynakları, pazarlamacı, test mühendisi, proje yöneticisi, hademe, fabrikada işçi olmak istemedik. İsteklerimiz, bildiklerimizden ibaretti. Kısacası, önümüze yeni bilgi ve fırsat çıktıkça seçenekler arttı. Teknoloji sayesinde kıyas yeteneğimiz de, arttı. Peki kendimizi tanırken yapmamamız gereken en önemli şey neydi?
Kendimizi başkasıyla kıyaslamak!
İş için de aynısı geçerli diye düşünüyorum. Kendimizi kıyaslayıp, farklı işlere özenerek, remote çalışma hayalleri kurarak sadece mutsuz olmuyoruz aynı zamanda önümüzdeki fırsatları da kaçırarak zamanı boşa harcıyoruz. Özendiğimiz noktada olsak, zaten o şekilde hayata devam ederdik. O kadar öncelikli ise, o yöne doğru yolumuzu alırdık. Eğer hayatın gerçekleri buna uygun değilse, en mantıklı şey elindekiyle yetinmek değil; kendine fırsat yaratmak, elindekinden maksimumu almak ve yeni fırsatların kapısını açmak. Tıpkı çocukluktan bu yana ne olacaksın sorusuna verdiğimiz cevapların değişmesi gibi.
Benim için de önemli olan bu. İşimde yeni şeyler öğreniyor muyum? Geliştiğimi hissediyor muyum? Yeni imkanlar açılıyor mu? Bu imkanlara yönelmem için yeterince destek alabiliyor muyum? Her gün aynı mı geçiyor? yoksa merakımı besleyen bir işle dolu dolu mu vakit geçiriyorum? Bu iş beklentilerimin ne kadarını karşılıyor?
Eğer yaptığım iş; maddi ya da mesleki ya da duygusal beklentilerimden en az birini karşılıyorsa; kendimi kötü hissetmek için bir neden görmüyorum. Sadece maddi beklentimi karşılıyorsa; biraz sabır, biraz kendimi tanıma biraz da kendimi geliştirerek istediğim noktaya ulaşabileceğimi de biliyorum.
Yine uzun lafın kısası;
Benim için maddiyat ön planda değildi. Daha çok yaptığım işin bir amaca hizmet ettiğini görmek istiyordum. Yaptığım işin merakımı tetiklemesini, o merakın peşinde sürekli geliştiğimi hissetmek, sürekli gelişirken öğrenme şansı bulmak, araştırmak, araştırdığımı çıktıya dönüştürebilmek önemliydi. Aradan geçen yılların ardından bu düşüncem pek değişmedi ama iki şey farkettim.
- İnsanoğlu önce sorun yaratıyor sonra da bunu çözmeyi kendine iş ediniyor. Dünya üzerindeki işlerin çoğu, kendi yarattığımız sorunların sonucu. En manalı, en çok amaca hizmet eden işler bile aslında boş.
- Mükemmel bir iş olmayacak. Sonunda her şey önceliklerimizle ilgili. Para, imkanlar, sosyal ortam, stres. Her zaman bir kısmı iyi olurken, bir kısmı kötü olacak. Önem verdiğimiz şeylere bağlı olarak, hoşumuza gitmeyen şeylere katlanmayı öğreneceğiz.
Yapılan işle tatmin olmamanın diğer nedenlerinin de, yetersiz hissetme.
Bu da oldukça doğal. Kimse doğuştan tecrübeyle gelmiyor. O nedenle, özellikle yeni bir işe başladığınızda, yeni bir ortama girdiğinizde eksik ve yetersiz hissetmeniz olağan.
Genelde iyi uzmanlaşmış insanlar, oraya kadar nasıl geldiklerini unuturlar. Yaşadıkları zorluklar, olumsuzluklar, geçirdikleri zaman, yaşadıkları stres hiç var olmamış gibi davranırlar. Yeni başlayana karşı sabırları(kişiye bağlı olarak) düşük olabilir, onlar üzerinde iş stresi yaratabilirler. Bu da yeni başlayanın kendisini yetersiz hissetmesine, aşırı stres yaşamasına, sürekli korkuyla çalışmasına neden olabilir. Bu durumda hissediyorsanız, yapacağınız ilk şey bunun kişisel olmadığını anlamak. Üstünüzü empati yeteneğinden ve iyiliğinden bağımsız olarak; elinizden gelenin en iyisini yapmak ve bunu yaptığınıza inanmak.
Bunu başarırsanız, korkacak ve çekinecek bir şeyiniz de kalmaz. Bilgi ve uzmanlık zamanla oturacak bir şeydir.
Başaramıyorsanız; tavsiyem günlük tutmanız. İş günlüğü. Yaptığınız çalışmaları, öğrendiklerinizi, gününüzü, hissettiklerinizi yazmanız. Aradan geçen günler ve haftalardan sonra görecekseniz ki, aslında oldukça fazla yol katetmişsiniz.
Son olarak eklemek istediğim bir şey de, hergün birbirinin aynısı olan, tekrar eden fiziksel işlerde nasıl kendinizi daha iyi hissedebileceğiniz?
Bu tip işlerde öğrenciyken çalışırken, ‘ben burada ne arıyorum’ diye çok sık soruyordum kendime. Robot gibi aynı işi tekrarlayıp, düşünmeden çalışıyorduk. İnsanlar onlarca yıl bu işte nasıl çalışıyor ya da bu işten nasıl kurtulurlar diye düşünürken şunu farkettim. En sıradan, tekrarlı belki de aptal bir işte bile kendini geliştirebileceğin konular var. Bu geçici bir işse de, oradan kazanabileceğin şeyler var. Onları buldukça, iş de daha katlanabilir oluyor. (İşle alakasız bir öğrenmeyi de, işe entegre edebilirsiniz mesela. Podcast dinlemek, dil öğrenmek gibi)
Rutini küçük değişikliklerle kırmak, insanı rahatlatıyor. Bu kahve yerine çay içmek gibi anlamsız ve küçük değişiklikler bile olsa; yardımcı oluyor.
Hedef koymak önemli. Hedefsiz olunca, nerede olduğunu da bilmiyorsun. Hedefe ulaşmaya çalışmak iş motivasyonunu da, becerisini ce olumlu etkiliyor.
İşe mümkün olduğu ölçüde ara vermek önemli. Arada ise telefonda vakit geçirmek yerine, hava almak, düşünmek, rahatlamaya çalışmak lazım. Böylece zaman da, daha verimli bir hale gelebilir.
Anlam aramak. Bu tam bir anlam aramaktan öte, büyük bir işin/takımın parçası olmaya çalışmak aslında. İş bir anlam ifade etmese bile, ona az da olsa anlam yüklemek, bir yerde birilerine yardımcı olduğunu düşünmek de, iş motivasyonunu artıran bir şey olabilir.( Örneğin; ilaç fabrikasında bantta yapılan paketleme işinin, birçok hastaya ilaç tedariği sağladığını düşünmek gibi)
Çok fazla anlam arayıp, işin içinde kaybolunca aklıma karıncalar geliyor. Belki de yaptıkları, hiçbir anlam ifade etmiyor ama kendi içlerinde yaşam döngüsünün bir parçasılar.
Dağda duran bir kaya parçası çalışmıyor bile. Hayatı boyunca olduğu yerde yatıyor. Uzunca yıllar öylece duruyor. Tüm bunların anlam arayışına girdiğini düşünsenize!
Bizim ne haddimize bu kadar anlam arayışı? Sonunda hayat döngüsü içinde gelip gidiyoruz. Tek görevimiz hayatta kalmak. Bunu yaparken de, elimizde olandan en yüksek verimi almak.

Leave a comment