Başarmıştı. Cezasından kurtulmuştu. Sonsuzluk ve belirsizlik sona ermişti artık. Derin bir nefes çekti ve havayı ciğerlerinde hissetti. İlk defa tattığı bir duyguydu bu. Ciğerlerine dolan serinlik, göğsünün usulce hareketi, damarlarında hissettiği ferahlık bambaşka bir şeydi. Başarmıştı. Artık insan bedeninindeydi. Ölümlü ve sınırlı bir beden. Sahi neden bu kadar ilkel bir bedende, sonunun yok olmak olduğunu bile bile yaşamaya çalışırdı ki insanlar? Belki de güzel olan buydu. Sonun olduğunu bilmek ve fiziksel sınırlara hapsolmaktı.
Nefesini verirken dudaklarını sıyırıp geçen havayı düşündü. İnsan takvimine göre belki de milyon yıllık sorunlar, onca zorluk, bilinmezliğin verdiği yük sıcacık nefesiyle dışarı çıkıyordu. Diliyle dudaklarını hafifçe ıslattı. Muazzam bir histi. Daha önce gözlemlediği, insanların ‘öpüşmek’ dediği eylemin ne kadar keyif verebileceğini şimdi daha iyi anlıyordu. Biyolojik olarak bu kadar sınırlı bir bedende, dokunmanın, hissetmenin sınırı yok gibiydi.
Yüzünde hissettiği sıcaklığı anlamak için gözünü açtı ama hiçbir şey göremiyordu. Bir yıldız parıltısı gibi, büyük bir ışımaydı. Yavaşça görüntü geliyordu. Yüzündeki sıcaklık gerçekten de, bir ışımaydı. Güneşin ısısı yüzünü okşuyordu. Sanki bu okşama ona enerji veriyor, tüm evrende car olan tüm kasveti ortadan kaldıracak bir enerji veriyordu. İnsanların mutluluk dedikleri bu olmalı diye düşündü. İstemsizce gülümsedi. Yanaklarının, çenesinin, gözlerinin, alnının nasıl bir harmoniyle hareket ettiğini hissetti. Bir yandan da, aldığı nefesteki serinlik gibi bir serinlik tenine dokunuyordu. Varolmak ve yaşamak aynı şeyler diye düşündü.
Duyduğu bir sesle irkildi. Bedeni isteği dışında hareketini yapmış ve beklemeye geçmişti. Sesin geldiği yere baktığında hızlıca geçen bir tavşan gördü. Tıpkı onun gibi canlı ve yaşıyor gözüküyordu. Göz göze geldiklerinde, tavşanın bakışlarında bir anlam aradı ama tavşan hızlıca uzaklaştı. Belki de, git diyordu. Olduğun yerde durma, git ve keşfet. O an her şeyi duymak, çok uzakları görmek isterdi ama yapamadı. İnsan bedeni buna izin vermiyordu. Bir yandan oldukça rahatsız hissediyordu, bilememek, görememek, hakim olamamak; insan bedeninin bu sınırlayıcılığı can sıkıcıydı. Denedikçe yanılıyordu. Vücudunda bir şeylerin değiştiğini hissetti. Vücut ısısı artmış, kasları sıkılaşmıştı. Beyninde meteorlar çarpışıyor gibiydi. Bir şeyleri yapamadıkça, çarpışmalar hızlanıyor, daha çok ortalığa saçılıyordu sanki. Kızgınlık bu olmalıydı. Çarpışan iki yıldız gibi paramparça olmak, yok olmak istiyordu. Biraz sonra yaşadığı bu his yine mutluluğa döndü çünkü hissedilmek apayrı bir şeydi. Yaşamak buydu.
Aradan geçen birkaç saatten sonra bedenine, duyularına ve kısıtlarına daha çok alışmış ve kabul etmişti. Vücudunu istediği gibi senkron bir şekilde yönetebiliyor, etraftaki çiçeklerin kokusunu havayla birlikte içine çekiyor ve ormanın küçük müzikalini dinliyordu. Böcekler, ağaçlar kendisiyle konuşuyor gibiydi. Hepsini içinde hissediyor, hepsinin sınırlı hayat içinde ahenk içinde yaşadığını düşününce attığı her adımın, göğüsünün içinde hissettiği kalbinin her atışının değerini daha iyi anlıyordu.
Geldiği yere geri döndüğünde aldığı tatların, kokuların, bedeninde hissettiği değişikliklerin güzelliğini tekrar hissetti. Artık hava kararmış ve akşam olmuştu. İnsanların buna göre zaman kavramı kurmaları oldukça ilginç geldi ama bilinmezlik yorgunluğunu düşünce bu fikrinden anında vazgeçti. Kısıtlı zamana sığdırılmaya çalışan onca şeyin olması, bunların arasında seçim yapmak zorunda olmak belki de daha iyiydi. Kısa zaman ancak bu şekilde anlamlanıyordu.
Daha önce izlediği insanlar gibi yorgun hissediyordu artık ama merakı uyumasına izin vermiyordu. Duyuların sınırları ve o sınırların içerisindeki sınırsızlık düşüncesindeki muazzamlığı düşünüyordu. Bir kez daha diliyle dudaklarını ıslattı. Eliyle yüzünü hissetmeye devam etti. Elini yüzünde, boynunda dolaştırırken, ne kadar keyif aldığını düşündü. Sanki yıldızların tüm sıcaklığını bedeninde topluyor, mutluluk denen hissi giderek katlıyordu. Bir bebek gibi vücudunu keşfetmeye devam etti. Her dokunuşu yeni bir farkındalık yaratıyordu. Vücudunun her noktasına dağılmış sinir ağının nasıl haberleştiğini, bunun kalp atışlarını nasıl hızlandırdığını, beyninde ise nasıl bir haz yarattığını gördükçe kendine daha çok dokundu. Bunun başka birisinin sıcaklığı ile nasıl bir ahenk yaratacağı düşüncesi, vücudundaki heyecanı da artırdı. Bedenini en ücra köşelerine kadar keşfetme hissi ve isteği daha da artıp ve karşı koyulamaz bir hazza dönüşmüştü. En sonunda ise tıpkı nefes verirken hissettiği hafifliği hissetti. Yaşıyordu. Tüm hücreleriyle, tüm gerçekliği ile yaşıyordu. Sadece varolmuyordu. Daha keşfetmesi gereken neler olabileceği düşünceleriyle yavaşça daldı gitti. Yaşamak güzeldi ama sınırlıydı. Daha çok yaşamak için, daha çok enerjiye ihtiyacı vardı.

Leave a comment