Mevzular Açık Mikrofon, Oğuzhan Uğur ve Seçimler

Öncelikle Oğuzhan Uğur’un hakkını vermek lazım. Hem özlenilen bir formatı geri getirdi hem de birçok gazetecinin başaramadığı şeyi başardı. Oldukça başarılı bir fikir ve başarılı bir format. Kendi taraflılığının yanında, programdaki tarafsızlığı ise takdire şayan.

Şu ana kadar olan tüm açık mikrofon programlarını izledim ve farkettiğim bazı noktalar oldu. Kimisi gelecek adına umut kırıcı, kimisi geldiğimiz noktayı yüzümüze vuruyor, kimisi ise umut verici. Biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.

Kısa değerlendirme:

Gergerlioğlu, birçok önyargıyı bilerek oraya geldi. Sorular karşısında hazırlıklı gözüküyordu. Defalarca yanıtlamış olabilir. Tipik bir politikacı gibi yuvarlak cevaplarla geçiştirdi ya da anlamamazlıktan geldi. Soruları soranlar ise etkili sorular soramadı, üzerine gidemedi. Zaman zaman gereksiz agresiflikler oldu. Karşılarındaki insanın seçilmiş biri olduğunu unuttular.

Ümit Özdağ, onca yıllık akademisyen ve siyaset tecrübesine rağmen oldukça alıngan ve saldırgandı. Gelen sorular karşısında da, sürekli saldırı ve atak modundaydı. Daha çok bildiğini okuyor ve karşısındakini dinlemiyordu.

Muarrem İnce, nispeten rahattı. Siyasi tecrübesine rağmen, yeni siyasete atılmış biri gibi dobra dobraydı. Doğru bir üslup kullanmak yerine otoriter bir üslup kullandı. Bu da biraz karakteri hakkında ipucu veriyor bence. Bazı olaylara yaklaşımı, tamamen duygusaldı.

Cem Uzan, o ana kadar çıkanlar arasındaki en mantıklısı, en rahatı ve en çözüm odaklı olanıydı. Bunda elbette salonda olmamasının, siyasi derdinin düşük olmasının da etkisi vardır. (Taban olarak) Çözümleri tane tane anlattı, sorulara tane tane cevap verdi. Mantık akışında hiçbir problem yoktu. İş tecrübesini, siyasete nasıl aktaracağını güzel açıkladı. Dünya görüşü, diğerlerine göre daha açık ve gerçekçiydi. Ara ara agresifleşti ancak cevapları kitabına uydurmayı başardı.

Davutoğlu, cevapları, üslubu ve yaklaşımıyla gerçek bir devlet adamı izlenimi verdi. Devlet tecrübesindeki farkı hissediliyordu. Siyasi ve eğitim tecrübesi de, onu diğerlerine göre farklı kılıyordu. Karşılaştı sorulara cevapları uzun ama açıklayıcıydı. Zaten sorular genelde yorum ve önyargılarla harmanlanmış sorulardı. Yaklaşımı, video sorular hariç iyiydi. İnsancıl yaklaşımı güzel olsa da, mevcut siyasi kimliğinden sıyrılmakta zorlandığını da gösterdi.

Gelelim izleyiciye, sorulara ve diğer gözlemlere:

Tartışma Kültürü

Aslında program tartışma programı değil, ama yine de gördüğüm şey soru soranların, izleyicilerin, tweet atanların, youtube’a yorum yazanların tartışmayı bilmediği. Tartışmayı bırak, karşılıklı konuşmayı bilmiyorlar. O nedenle de gereksiz bağrışmalar çıkıyor. O nedenle en önemli şey dinlemek ve gözlemlemektir. Daha sonra hazırlanmak ve doğru şekilde aktarmaktır. Ne yazık ki, soru soranların çoğunda bilgiden çok duygular ön plandaydı. Tatmin olmadıklarında ise olay daha çok iddialaşmaya ve karşılıklı dalaşmaya girdi.

Politikadan Kopukluk ve Birimlerin Görevlerini Bilmeme

Bu yine birçok yerde rastladığım bir durum. Programda da dikkat çekiyor. İnsanlar genelde siyasi birimlerin görevlerini bilmiyor. Başbakan ne yapar, cumhurbaşkanının görev ve sorumlulukları nelerdir, hükümetler ne için vardır, milletvekili nedir ne değildir. Bu nedenle de, hükümetlerin görevleriyle belediyelerin görevleri karıştırılıyor. Yasama ve yürütme karıştırılıyor. Hükümetlerin, devleti yöneten temsilciler olduğu unutuluyor. Devlet ve hükümet arasındaki farkı kavrayamıyorlar. Siyasiler de, bu durumu kullanıyor aslında. Programda da, bazı sorular anlamsızlaşıyor o nedenle.

Ak ve Kara

Siyasetçilerin yalan söylemesi normal bir şey. Oy almak için, karşısındakine istediğini vermek zorundalar. Belli bir tabanları olsa da, her politikacı daha çok destek görmek ister. 83 Milyon insanı ise memnu etmek elbette mümkü değil.

Ayrıca siyasette hiçbir şey göründüğü gibi ak ve kara değildir. Arka planda birçok farklı parametre ve etki mekanizması vardır. Bu bazen yasalar, bazen uluslararası anlaşmalar, bazen kişilerdir. Bu kadar ikili ilişkilerin olduğu bir ortamda elbette günlük hayatta etik olmayan, doğru olmayan şeyler, siyasi açıdan doğru olabilir. Ekranlarda birbirine giren insanlar, farklı mecralarda bir arada olabilirler. Siyaset bir güç yarışı ve stratejidir. Doğal olarak ortak bir doğru ve yanlıştan bahsetmek zor. Özellikle, ideolojik açıdan doğrular ve yanlışlar birbirinden bu kadar farklıyken. Peki önemli olan ne? Saygı, hesap verebilirlik, kontrol mekanizması ve iyi niyet. İyi niyet derken kastettiğim, zamanı gelince çekilmeyi, değişmeyi, öz eleştiri yapmayı bilmek ve eleştirilmeyi kabul etmek.

Programda insanlar genelde duymak istediklerini duymayı istediler. Duymayınca da memnun olmadılar. Politik dinamiklerden uzaktılar. Özellikle mülteci, kürt meselesi gibi konularda tamamen duygusal yaklaşım sergilediler ve aynı duygusallıkla cevap beklediler. Verilen cevapları beğenmemelerinin ana sebebi de buydu. Örneğin, Cem Uzan da, Davutoğlu da mülteci konularına oldukça gerçekçi ve mantıklı cevaplar verdi. Benzer şekilde Davutoğlu’na yöneltilen soruların bir kısmı kendisini ilgilendirmiyordu, bir kısmı ise aşırı genelleme içeriyordu. Kendisinin Akp’nin temsilcisi olarak gelmediğini ve bir başbakanın her konuyu detaylıca bilmesinin mümkün olmadığını genelde unuttular. Yaklaşım 20 yılın sorumluluğunu sadece onun üstüne yıkmak gibiydi. Bu nedenle de, bazı önemli sorular havada kaldı.

Ayrıca diğer katılımcılara yönelik sorularda da aynısı oldu. Evet- hayır, katılıyorum-katılmıyorum, destekliyorum-desteklemiyorum gibi cevaplar beklenti. Halbuki siyasette dost ve düşman yoktur. Doğru ya da yanlış da yoktur. Bunların hepsi şartlara göre değişir. Ayrıca hukuk konusu olan konular, hukuk konusudur. Seçim konusu değil.

Sorumluluk yıkma, Suçlu arama

Sorular hep ön yargılar üzerine kurulduğu için insanların beklentisi hep bir itiraf, tartışma, suçlama. Programın amacı bu olmamakla birlikte, bu biraz da vicdan rahatlatma meselesi. Bir olayın sorumluluğunu başkasına yıkma arayışı. Programın her bölümünde bunu hissettim. Bu biraz da az önce bahsettiğim, siyasetten kopuklukla ilgili. Bireylerin fikirlerinin, parti ideolojilerinden ve uygulamalarından farklı olabileceği; fikirleri uygulamanın ise 599 tane diğer milletvekili ve bunların dışında binlerce etki eden faktörler beraber oldukça zor olduğu genelde birçok vatandaşın kaçırdığı bir nokta.

Davutoğlu bölümünde ise, psikoloji biraz anlaşılabilir. Sonuçta son 20 senenin 14ünde üst düzeyde görev yapmış ve karşı argümanlarla muhattap olan ilk kişi kendisi. İnsanların biraz agresif olması ve farklı tavır sergilemeleri doğal.

Nefret ve Güvensizlik, Seçmen beklentisi

Türkiye öyle bir durumdaki, herkes birbirinden nefret ediyor. Güvensizlik hadsafhada. İktidarı destekleyenler bile birçok sorunun farkında ama gözardı ediyor. Sistem gereği birçok şey zaten kontrol dışı. İnsanların politikadan ve siyasetten bu kadar uzak oluşları sürpriz değil. Tek çıkar yolu ise gelecek insanlara güvenmek ama daha da önemlisi talep etmek. Ne yazık ki, siyasetten uzaklık ne talep edilmesi gerektiği konusunda da sorun yaratıyor. Kimisi ev, araba istiyor; kimisi çocuğu iyi şartlarda yaşasın istiyor, kimisi yurt bulmak, kimisi iyi okulda okumak… Talepler genelde kişisel ve ana tema ekonomi. Ancak Türkiye’deki en büyük sorunlar sistem ve sosyal sıkıntılar. Doğal olarak evrensel ilkelere bağlı, kontrol mekanizmasının güçlendirildiği, yerel yönetimlerin güçlendiği, kurumların özerk olduğu, bireylerin birbiriyle saygılı şekilde yaşayabildiği bir toplum diğer tüm sorunları çözer. Bu toplum ise ancak takep ile ortaya çıkar. Son 20 yılda yapılanların, tekrar yapılması oldukça zor mesela. Çünkü değişim isteyenler olan bitenden bıkmış ve farklılık talep ediyor. Daha çok insan hakkı, daha çok şeffaflık istiyor. Zaten muhalefetin söylemlerinde bu talepleri az çok duyuyoruz. Bugünün yandaşları ise, kendilerine atfedilen suçlamalara karşı yeni geleni didik edecekler. Doğal olarak sistem içinde kendi kendine bir kontrol mekanizması çıkıyor. Bu elbette yeterli değil ama talep sonuç doğuruyor. Bugün en muhafazakar parti bile LGBT konuşuyorsa, en ırkçı parti bile beraber yaşamdan bahsediyorsa bu talep ve gerçeklerle ilgili. Seçmene düşen ise bunların peşini bırakmamak ve doğru şeyleri talep etmek. Geçmişleri ne olursa olsun, farklı görüşteki partiler bir araya geliyor ve ortak bir hareket planı yapıyorsa buna saygı duymak zorundayız. Desteklemek zorunda değilsiniz ama bunu demokrasi açısından olumlu bir adım olarak kabul etmek zorundasınız. Bir şeyler başarırlar, başarmazlar ama birçok evrensel ve insani değeri gündemde tutmaları bile olumlu ve umut verici bir gelişme. Türkiye, tek adamlardan çok çekti. Artık farklı seslerin, geçmişe sünger çekeren bir araya gelip anlaşmasını istemeliyiz. Yoksa bugün olduğu gibi bölük börçük bir şekilde parçalanmaya doğru gideriz.

Kavramların Birbirine girmesi

Sorularda dikkatimi çeken bir konuda, soruyu soranların hazırlıksız olması, kavramları karıştırmalar soruya hakim olmayışları, dinlememeleri ya da dinlediklerini o an idrak edememeleri. Karşısındaki insanlar ise son derece tecrübeli ve madde madde hem soruyu hem cevabı açıklıyorlar. Böyle olunca da soruyu soran, tatmin olmasa bile tatmin olmama sebebini ortaya koyamıyor. Sorusunun manipule olmasına, laf kalabalığına karışmasına izin veriyor.

Basın Etkisi

Bu da çok ilginç bir durum. Gerek Cem Uzan’a, gerek Davutoğlu’na sorulan soruların bir kısmı tamamen basından duyulmuş şekliyle soruldu. Ufak bir google araştırması ile bile yanlış olduğu ortaya koyulabilecekken, ısrarla eksik ve yanlış bilgi ile sorular yöneltildi. Bu da, soruyu soran kişinin ciddiye alınmamasına yol açtı. Özellikle hdp, pkk, fetö, operasonlar, dolandırıcılık, ticaret, patlamalar, kararlar birbirine çok girdi. Bilgi ve bilgiye dayalı sorular yerine, itham, dedikodu ve karalama ön plana çıktı. Bu da cevapları gereksiz yere uzattı ve ortamı gerdi. Sosyal medya ve yandaş medyanın bu kadar yanlış bilgiyi, yandaş ya da muhalif herkesin zihnine aynı kelime ve terimlerle yerleştirebilmesi ise oldukça ürkütücü.

Mesela parlementer sistem konusundaki argümanların çoğu, yandaş basın argümanı. Federalizm korkusu var. Merkezi yönetim yerine, yerel yönetimlerin güçlenmesi farklı algılanıyor. Kurumların özerkliği farklı algılanıyor. Kaldı ki, federal bir devlet olunmasında da, bir sakınca yok esasen. Çok meclisli, düzgün işleyen bir demokrasi, güçlü yerel yönetimler 83 milyonluk bir ülke için hem mantıklı hem de sağlıklı. Burada önemli olan, kontrol mekanizması.

Slogan, Fanatizm ve Liderlik algısı

Gerek programda, gerek günlük hayatta; bıkkınlık ve dışlanmanın getirdiği bir şey de sloganlar. Programa, şov yapmak için gelen insanlar da var elbette ancak soruların slogana dönüşmesi, duygularla bu kadar harmanlanması, karşıdakine saldırıya dönüşmesi hiç hoş değil. Bu günümüzdeki Türkiye psikolojisi. Bugün Recep Tayyip Erdoğan, o programa katılsa, karşısındakilerin gerginliğini ve sinirini tahmin bile edemiyorum. Fakat bu yanlış. İki sebepten yanlış, bir mantıklı düşünceyi engelliyor ve haklıyken haksız konuma düşürüyor. İkincisi ise, öyle ya da böyle karşıdaki bir devlet adamı, iş adamı ya da her şeyden önce bir birey. O nedenle saygı her zaman korunmalı. Daha doğru ve faydalı bir tartışma için, daha iyi bir cevap için de duygular değil; durumlar, sayılar ve doğru argümanlar ön planda olmalı. Duyumlar ve arzular değil.

Liderlik konusuna gelirsek de, Türkiye’deki algı çok iginç. Sanki herkes bir kurtarıcı bekliyor. Tek bir kişiden, her şeyi çözmelerini, her soruna el atmalarını, her konuda aynı kalitede cevap vermelerini bekliyorlar. Ayı şekilde belki bağırıp çağırmalarını, kendilerini ön planda tutmalarını bekliyorlar. Bu geçen yüzyılda kaldı. Her şey gibi yönetim de, karmaşıklaştı. Tek bir kişinin altından kalkabileceği bir dünya olmadığı gibi, tek bir kişinin her konuda öncü rol üstlenmesi de sağlıklı değil. Bu bizi demokrasi algısına getiriyor.

Demokrasi Algısı

Bu konuda da çok yanlış algı var. Demokrasi üstünlerin, iktidarı demek değil. O, klasik demokrasi. Demokrasi, herkesi tek bir isimle çağırmak değil. Egemen olanın her istediğini yapması da değil. Modern demokrasi; çok seslilik, çok katılım, karşılıklı anlayış istiyor.

Şunu eklemekte fayda var, vekillin ve hükümetin görevi hizmet etmek değil.(bize lanse edilen şekilde) Yasamayı sağlamak. Hizmet için gerekli altyapıyı sağlayacak kurumların işlevselliğini sağlamak ve bakanlıkları kontrol etmek. Ayrıca devleti ilgilendiren savaş, para basma gibi kararları vermek, verilmesini sağlamak. Yani hükümetin görevi size iş vermek değil, iş verecek ortamı sağlamak.

Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı birbirine girdiği için, partili cumhurbaşkanı, belediye başkanı gibi ülke yönettiği için, her şey merkezi yönetime bağlandığı için, talimatsız iş yapılmadığı için demokrasi anlayışımız da, bozuldu. Bunu Mevzular dahil her yerde görebiliyorsunuz. Gazeteciler dahil, sorularında devleti ilgilendirmeyen sorular sorabiliyor. Aynı şekilde gerek hdp, gerek demirtaş, gerek diğer vekiller ve partilerle ilgili anlamsız yorumalarda bulunabiliyorlar.

İnsan Hakları ve İnsani Değerler

Diğer iki siyasetçiye göre, Davutoğlu’nun evrensel değerler vurgusu çok daha içi dolu gözüküyordu. Kendini savunduğu konularda da, bu vurguyu satır arasında yaptı. 6’lı masa ile ilgili de, benzer şekilde demokratik ve insani değerler ön plandaydı. İzleyici haklı olara geçmiş konuları ve başbakanlığın dönemindeki söylemlerini ön plana çıkardı. Kendisi bu konuda da, değerleri tutarlı şekilde savunarak açıklamasını yaptı. Tatmin olduk mu? Hayır. Fakat benim için önemli olan, bu değerleri her fırsatta dile getirmesiydi. Cem Uzan da, benzer şeyler söyledi. İnce de, kısmen Özdağ da. Bu sevindirici çünkü herkes oluşan bıkkınlığın, yorgunluğun farkında. Herkes, dünyanın gerisinde kaldığımızın, ilkelleştiğimizin farkında. Siyasetçinin, yalan ya da doğru söylemesi, bu konuları sadece anahtar kelime oalrak kullanması önemli değil; gündeme getirmesi bile büyük bir olay.

İzleyicinin bu konuya ilgi göstermemesi, insani değerler konusunda LGBT dışında pek bir argüman öne sunmaması açıkçası hayal kırıklığı yarattı. Kadın, çocuk, hayvan hakları, adalet, gelir eşitliği gibi konuların yüzeysel geçiştirilmesi üzücüydü. Bu değerlerden ne kadar uzaklaştığımızın bir göstergesiydi. Özellikle mülteci konusunun hassasiyetini bilsem de, o insanlardan bir eşya gibi bahsedilmesi, içimizdeki nefreti söndürmenin ne kadar zor olduğunu gösterdi.

Atatürkçülük, Milliyetçilik, Devletçilik

Siyasetçilerin en çok kullandığı, seçmenin ise en çok dile getirmeyi sevdiği konular. Milliyetçilik ve devletçilik kavramları Türkiye’de her şey gibi içi boşaltılmış kavramlar. Aynı zamanda, Türkiye’ye en çok zarar veren kavramlar. Kimliklerimizi kendimiz seçmedik. Milliyetçilik dediğimiz şey; etnik kimlikleri ön plana çıkarmak olmamalı. Sürekli lazı, kürdü, çerkezi, alevisi, sunnisi, ıvırı zıvırı muhabbeti yapmamamız lazım. Aynı şekilde devletçilik. Devletin yaptığı her şey doğru değildir. Hiçbir vatandaş devlet için var olmuyor. Devlet olmasa da, o insanlar var olacaktı. Dolayısıyla, devlet insan için var. Devlet için, millet için kan verilmemeli. Normal işleyen bir demokraside, normal bir devlette zaten kan dökmeniz gerekmez. Devlet için verebileceğini tek şey aklınız. Hayat standardınızı artırmak için kullanacağınız aklınız, seçilenlerden talep edeceğiniz şeyleri düşünecek aklınız. Bizde ise anlamsız bir milliyetçilik ve devletiçilik var.

Atatürkçülük için de aynı şey geçerli. Atatürk’ün fikirlerini benimseyebilirsiniz. Çağının büyük bir dehası. Hem taktiksel, askeri bir deha hem gerçek bir entelektüel hem de güçlü bir siyasi figür. Atatürk, siyasi bir figür olarak eleştirilebilir. Ben yönetici olsam, eleştirmem, gündeme de getirmem. O ayrı. Fakat sürekli her konuda, Atatürk’ü ön plana atmak, cumhuriyetin ilk dönemlerinde yapılanları mutlak doğru oalrak kabul etmek, Atatürk böyle demişti diye söylemleri, uygulamaları kanun haline getirmek anlamsız.

Atatürk, çağının gerekliliklerini en iyi şekilde ortaya koymuştu. Çapının ötesinde de, birçok işler yapmıştı. İyi bir liderdi ama yaptıklarının çoğunu bir ekiple, belli gereklilikle, belli altyapıyla yapmıştı. Bugün aynı şartlarda değiliz. O yüzden, Atatürk’ü ülkenin kurtarıcısı, kurucusu ve çağının dehası olarak bırakıp, önümüze bakmak zorundayız.

Örneğin, en çok örnek verilen Atatürk, kadınlara haklarını verdi argümanı çok fazla yanlış içeriyor. Kadınların hakları, Atatürk tarafından verilmedi. Kadınlar yıllarca hakları için mücadele etti. O dönem birçok feminist grup, haklarını aradı. Rejime karşı da, ortaya çıktılar. Atatürk ise bu mücadelenin karşılığını verdi. Karşılıklı bir anlaşmanın karşılığını verdi. Bu Atatürk’ü küçültmüyor, aksine böyle bir mücadeleyi ciddiye aldığı ve karşılığını verdiği için daha yüceltiyor. Gel gör ki, çoğu bu olup bitenden haberdar bile değil.

Salonda soru soranlar da, aynı şekilde birçok gerçekten habersiz. Atatürk’ün modernleşmenin bir parçası olduğundan, o dönem dünyada trend ve baskın olan modern toplumlara göre yeni bir devlet inşa ettiğinden ya habersiz ya da bunun görmezden geliyor. O yüzden de, her konuda sanki o dönemdeymişiz gibi bir arayış içine giriyorlar. Programdaki; Atatürk referansları, o nedenle, oldukça yersiz ve boş.

En son andımız muhabbetinde de, benzer bir yaklaşım oldu. Andımız farklı gerekçelerle, hatta nefretle kaldırılmış olabilir. Ancak andımızı geri getireceğiz diye bir seçim argümanı beklemek manasız. Modern Türkiye Cumhuriyeti; asker ülkesi değil, diktatörlük değil, klasik anlamda ulusal bir devlet değil. Her gün sıraya dizilip; andımız ve istiklal marşı okumak; günümüzde oldukça komik. Eğer bir yerlere varmak, çağın gerisinde kalmamak, evrensel ve temel insani değerlere sahip modern bir ülke olmak istiyorsak; mantıklı düşünmek zorundayız. Cumhuriyetin ilk yıllarına takılıp kalmakla, milliyetçiliği ırkçılığa çevirmekle, tarihte herhangi bir noktaya demir atmakla, farklılıklar üzerinden tartışıp durmakla hiçbir yere varamayız.

Umarım soru soranlar, izleyenler, cevaplayanlar artık bazı aşamaları, bazı tartışmaları aşmamız gerektiğinin farkına varırlar.

,

Comments

Leave a comment