Cehalet Üzer

Cahil halk denildiği anda gelen cevaplar, aşağı yukarı aynı. Aslında bunun en büyük sorumlusu dah; her konuya ‘cehalet’, ‘cahil halk’ kelimelerini yapıştıran bizleriz. Bu kelimeleri her kullandığımızda şöyle bir algı oluşuyor:

Ben sizden üstünüm, aydınım ve siz cahilsiniz.

Karşınızdaki insan olaya böyle baktığı için de; hiçbir şekilde söylediğiniz şeyin içeriğiyle ilgilenmiyor ve kör bir döngüye giriyorsunuz. Özellikle sosyal medyada, ‘cahil’ kelimesini duyup üşüşen fazla. Buna katılanlar anında destek olurken, katılmayanlar ise anında kendini savunmaya geçiyor, saldırganlaşıyor. Evet, bu durum sözü üstüne alınması ve cahıl kimliğini benimsemesine yani cehaletle gurur duymasına işaret ama bu önemli değil.

Siz yanlışsınız!


Cahil kelimesi arapçadan gelen bir kelime olup, bilgisiz anlamına gelmektedir.

Aynı zamanda;

nefsin bilgiden boş olması,

gerçeğin dışında bir şeye inanma,

bir konuda yapılması gerekenin tersini yapmadır. Yani akla yatkın olan, mantıklı olanın tersi.

Anlam açısından baktığımızda kullanımı gayet de yerinde.

Toplumsal açıdan bakarsak; her iki tarafı da haklı çıkaracak örnekler var. Zeka ve bilgi tanımı aldığınız eğitime, yaşam koşullarına, çevrenize, edindiğiniz bilgiye bağlı. Sizin ortalama olarak kitap okuma alışkanlığınız varken, karşınızdakinin böyle bir alışkanlığı yoksa cahil yakıştırması yapmak çok da sürpriz degil. Fakat bizim gibi kutuplaşmış toplumlarda yapılan bariz bir hata. Çünkü erdemli ve aydın bir kişi karşısındakini suçlamaktan çok, genel yorumunu bır yorum yapmalı ya da zaten aynı seviyede olmadığını bilerek muhattap olmaktan kaçınmalı. Bizde ise, tam tersi. Biraz okuduğunu düşünen insan, saldırganca etrafına cahil yakıştırması yapmayı tercih ediyor. Bu da, aslında doğru anlamda kullanılan kelimeyi, polemik meselesine çeviriyor.

Yani kimse ben senden üstünüm algısı yaratmasa ve evet, dünyada öğrenilecek çok sey var ve hepimiz aslında bir şeylerin cahiliyiz algısı yaratabilse; belki daha ortak bir zemin bulunabilir. Yalnız bu da sorunlu bir yaklaşım çünkü mütevaziliği pısırıklık kabul eden bir toplum yapısına sahibiz.

Doğal olarak, herkes argümanını en etkili, en vurucu ve en rahatsız edici şekilde söylemeyi tercih ediyor.


Benim cehalet tanımım şu:

  1. Neden ve sonuç ilişkisi kuramama, olayları ve sonuçlarını kavrama kapasitesine sahip olmama
  2. Birey olamama ve sorumluluk almama
  3. Bilgisizlik
  4. Genel Kültür Eksikliği
  5. Empati Eksikliği
  6. Kendinin farkında olmama

Tüm bu kriterler de aslında kısmen yaygın eğitimin sonucu. Yani eğitim sisteminin ürünü. Aynı zamanda bireylerin, birey olamamasının da etkisi büyük.

Kör döngü de burada başlıyor. Cahil topluluk, cahil yöneticileri seçiyor. Bizler de o cahil yöneticilerden mantıklı kararlar almalarını bekliyoruz. Tabii bu cehaletten sadece eğitim sistemini sorumlu tutmak da zor. Kişisel insiyatifler de önemli. Sonuçta yaygın eğitim, ideolojiler, inançlar dışında da bir birey olabilirsiniz ama azınlıkta olursunuz.


Yukarıdaki düşüncemi sosyal medya da zaman zaman dile getiriyorum. Genelde aldığım cevaplar aynı.

  1. CHP- Bu en popüler cevaplardan. Hemen bir kalıba sokulup ona göre değerlendiriliyorsunuz.
  2. Yönetenler de insanlar da cahil değil aksine gayet akıllı insanlar
  3. Saldırgan cevaplar.
  4. Sen kimsin? Atom mu parçalıyorsun? Devletten daha mı iyi biliyorsun?

Sondan başlayalım. Atom parçalamadım ama atom düzeyinde işlerim oldu. Atom parçalamak sanıldığı kadar zor ve havalı bir iş değil.

Ben kimim?

Standart bir insanım. Okumayı, öğrenmeyi, öğrendiklerim üzerinde düşünmeyi, yazmayı severim. Cahil miyim? Anlamına bağlı. Bilgiye açım,a meraklıyım ve bilmediğim çok şey var. Aydınım demek cok iddiali olur ama aydın olmaya calışıyorum. Yarı cahil belki güzel bir tanım olabilir. Gerçi bu da yanlış anlaşılıyor.

Hayatta en çok değer verdiğim şey bilgi. Tek konuda uzmanlıktan ziyade, çok yönlü olmanın da fark yarattığını düşünüyorum. Bunun dezavantajlari da var elbette.

Bir konuda yorum yaparken de, yukarıda belirttiğim sebeplerden dolayı, net konuşmayı tercih ediyorum ama dilediğim şey insanların bana katılmasından çok söylediklerimin üzerinde düşünmeleri ve mantık çerçevesinde aksi iddialarını açıklamaları. Böylece yanılıyorsam niye yanıldığımı görebilirim. Yanılmıyorsam da, kendi düşüncemi destekleyen bir tane daha sağlam argümanım olur. Kısacası, her şey tartışılmalı. Tartışalım ki, gelişelim.

3 numarayla vakit kaybetmeye gerek yok.

Benim takıldığım ilk 2 madde. Öncelikle şunu da belirtmem gerekiyor. Demokrasinin mevcut haliyle doğru bır rejim olduğuna inanmıyorum. Genel eğitim düzeyi düşük bir topluluklarda demokrasinin otokrasiye dönüşmesi kaçınılmaz. O toplumun, her alanda yozlaşması da kacınılmaz.

Bunu bir yerlerimden uydurarak da söylemiyorum. MÖ 4.yüzyılda Platon da, Sokrates de aynısını belirtiyor. Tarih boyunca da, bir sürü insan söylemiş ve bunu doğrulayan yeterince örnek var. Mustafa Kemal Atatürk’ün de, ülkeyi kurunca demokrasiden önce laiklik ve eğitimi öncelik olarak belirlemesi bundan.

Demokrasinin yürümesi için diğer bir şart da, güven. Bu güven, devletin her dediğini doğru kabul etmek demek değil. Zaten herkesi memnun etmek de mümkün değil. Bu güven, devletin aklı ve bilimi takip ettiğine ikna olmak; yanlış yaptığında sorumluluk alacağını bilmek.

Yöneticiler akıllı mıdır?

Liderin halkın desteğini alması için çok bilgili, aydın, zeki olması gerekmiyor. İnsanları etkiliyebileyecek ortalama bir sosyal zeka, iyi hitabet, isteklerini aksiyona dökebilecek birkaç iyi danışman, kendisini yalnız bırakmayacak yol arkadaşı yeterli. Özellikle taban cahilse.

Örneğin; Hitlere bakarsanız, çok zeki olmadığını, aydın hiç olmadığını görürsünüz. Kitabını okumanız yeterli, ne kadar boş olduğunu anlamak için. Ayrıca Hitler’in uluslararası dahil her toplantıda boş konuştuğu ve saatlerce kendini övdüğü biliniyor.

Trump da akıllı bir adam değil ama kendi söylediği yalanlara dahi inanabilecek kadar iyi bir yalancı. Hayatı, iş adamı olarak, insanları kandırmakla geçtiği için de, onları iyi tanıyor. Cahil dediğimiz kesmi etkileyecek kadar da iyi bir konuşmacı.

Bunlar gibi onlarca, yüzlerce, binlerce politikacının da; akıllı, bilge, aydın olduğunu düşünmüyorum. Hatta benim kadar bile bilgileri olduğunu, sistem ve yönetim üzerinde düşündüklerini sanmıyorum.

Eğitim bu yüzden önemli. Eğitim denilince de, her şeyi bilmekten bahsetmiyoruz. Genel anlamda idrak yeteneğini geliştirmekten, sorgulamayı öğrenmekten ve her türlü ideoloji ve inançtan bağımsız birey olabilmekten bahsediyoruz.

Eğitim o kadar önemli ki, her otoritenin ilk işi eğitim oluyor. İyi ya da kötü kim olursa.

İyi olan, eğitimle aydınlığı, bilimi ön plana çıkarırken. Kötü olan ise eğitimi propaganda aracı olarak kullanmayı tercih ediyor. İnsanlari mümkün olduğunca akıldan uzaklaştırıyor.

Otoriterelerin diğer önemli yaptığı iş de, merkeziyetçilik. Merkeziyetçilik arttıkça, bilinmezlik artıyor. İdeal bir demokraside yerel yönetimler gelişmiş olmalı ve insanlar büyük problemler yerine kendi çevresiyle ilgilenmeli. Böylece yaşanan her şey üzerinde sistemi, devleti ve diğer güçlerinin yetmedigi konumları suçlamaktan vazgeçsinler. Otoriter rejimlerde ise bu tam tersi. Doğal olarak cahil dediğimiz insanlar söylediklerimiz karşısında bireysellikten uzak cevaplar veriyor ya da sizi birey olarak devletle kıyaslıyorlar. Bu hatayı biz de yapıyoruz. Yandaş diyip, tüm bir grubu suçluyoruz. Bunun doğru bir yanı var fakat bireylerin de buradaki sorumluluğu unutulmamalı.


Örneğin, sokağa çıkma yasağı rezaletinde, karar alıcılar kadar sokağa çıkanlar da suçlu. Olayı sadece ‘devlet önlem almadı’ya (evet, almalıydı ve öngörülü olmalıydı)indirgeyip, sokağa dökülen insanları mağdur göstermek son derece anlamsız. Özellikle eğitimsiz olarak gördüğümüz bu kitleyle aynı eğitim sisteminden geçen devlet yöneticilerinden de, mantıklı hareketler beklemek manasız.

Kısacası en baştaki ikinci maddeye gelirsek. Yöneticiler sandığınız gibi akıllı, bilgili insanlar değiller. Sadece kurnaz ve sosyal yönleri gelişmiş insanlar. Kişisel tecrübem de bu şekilde. Bunu size kanıtlayamam ama youtube’dan yöneticilerin konuşmalarını dinleyin. Aydın olarak bilinenlerle diğerlerini kıyaslayın. O insanlarla konuşanları dinleyin. Aydın bir yönetici genelde kendisiyle konuşanlara en az 1–2 etkili cümle söylemiş ve ilham vermiştir.

Bizim yöneticilerde bu şekilde olan oldukça az. Şu an yok zaten. Bu noktada da, 1. maddeye geliyorum. CHP.

İlginç şekilde hemen bir kalıba sokuluyorsunuz. Hem de yazdığınız içerikte herhangi isim, ideoloji. politik grup belirtmemenize rağmen.

Ben demokrasiye inanmıyorum, oy da kullanmıyorum, hiçbir görüşle de yakın hissetmiyorum. Bu yüzden de, sonuna kadar eleştirme hakkına sahip olduğumu düşünüyorum.

Particilik yapan hiçbir insanla da anlaşamıyorum. Doğal olarak bu önyargı yanlış. Fakat bunun şöyle de bir anlamı var; CHP aydın olarak ama aydın olduğu için de, halktan kopuk olarak gözüküyor.

Bu da bizi sıradaki demokrasi problemine getiriyor. Aydın bir yönetici, kendi işine bakıyor. Muhattap olmamayı seçiyor. Bildiklerini yapıyor. Uzun dönem bir plan ve halkı yukarıya çekmekle uğraşmayabiliyor. Türkiye’nin geçmisinde bunun örneği fazla.

Ayrıca Chp başka bir ülkenin partisi değil. Türkiye’deki cehalet oranı neyse her parti için aynısı geçerli. Yukarıda yöneticiler ile ilgili söylediğim şeyler aynı şekilde tüm partilerin başındaki insanlar için de geçerli. Zaten her şeyi çıkmaza sokan da bu. Türkiye cehaletle boğuluyor.

Son olarak şunu da eklemek istiyorum. Her bilim insanı, aydın olmak zorunda değil. Her aydın da, iyi niyetli olmak zorunda değil. Bunlar yönetici olmak zorunda da değiller. Ürettikleri fikirlere değer verilmesi, düşüncelerin tartışılması yeterli.

Ben Aziz Nesin’in %60 yaklaşımını iyimser buluyorum. %90–95 daha gerçekçi. Çünkü bu aptallığın içine hepimiz düşüyoruz. En aydını da, en cahili de. Sabit bir orandan bahsetmek zor.

Tüm bunların çözümü ne olabilir?

Bana göre yaygın eğitim önemli. İnsanların en azından en temel düzeyde sebep sonuç ilişkisi kurabilir düzeye gelmesi, belli bir genel kültüre sahip olması gerekir. Hatta belli bir seviyeye erişmeden, oy kullanma hakkı, seçilme hakkı bile verilmeyebilir. (bunu baska bir zaman daha detaylı yazacağım).

Yerel yönetimler daha güçlendirilebilir. Böylece insanlar kendi çevreleriyle ilgilenerek, yönetime daha çok katılmış olur. Vatandaşlık sadece oy kullanmaktan ibaret olmaktan çıkar ve her birey sorumluluk hisseder. Eylemlerinin direk sonuçları olduğunu görür.

Hiyerarşi. Yani herkes en yakınındakiyle ilgilenir. Bir üstü ya da bir altı. Merkezden ve en tepedeki, en alttakiyle ilgilenilmez. Bu da daha iyi bir görev dağılımı sağlar. Yönetici pozisyonundaki, her bir birey siyasi baskıdan kurtulur ve görevini yapar. Aynı zamanda aldığı tüm kararların sorumluluğunu da hisseder.

,

Comments

Leave a comment