Sevip sevmemek, elestirmek edebi bir tercih; düsüncelerine katilmamak, karsi olmak ideolojik bir tercih; okumamak, üzerinde düsünmemek kisisel bir tercih; fikir sahibi olmadan linc etmek, hedef göstermek, küfretmek ise bir tercih degil. Kültürel yozluk ve eksiklik belirtisi.
Ne zaman konu bir sekilde azinliklara, soykirima, Türklüge gelse; gündeme bir sekilde Orhan Pamuk geliyor. Kendisinin konusmasina bile gerek yok. Hemen aldigi Nobel, kitaplari, demecleri tartisiliyor. Onlarca elestiri, küfür, linc… Isin en ilginc tarafi ise bu her kesim tarafindan yapiliyor. Tartismalarin odagi ise ne yazdiklari ne de ideolojisi.
Orhan Pamuk’u bu sene ilk defa okudum.
Öncelikle aliskanlik olarak, biraz da yazari tanimak amaciyla önce yazarin hayatini arastiririm. Nasil bir ortamda büyümüs, neler yasamis, yasadiklari romanlarina nasil yansimis, ne kadari kurgu ne kadar gercekle ilintili, yazar kimlerden, hangi tekniklerden etkilenmis vs..
Yazari tanimadan okumak anlamsiz gelir genelde. Bazen bir kitap icin cok sikici diyebilirsiniz ya da cok siradan, halbuki o kitaplarda bile yazarin ortaya koydugu önemli seyler vardir. Ikinci olarak, bir yazarin her kitabini okumaya calisirim. Son olarak da önce kitap üzerinde düsünür, katildigim, katilmadigim, etkilendigim, elestirdigim, zayif ve güclü buldugum yanlari düsünür, bunun üzerinde biraz karalar ve ardindan da baskalarinin elestirilerini okurum.
Tüm kitaplarini henüz okuyamadim. Fakat okudugum kadariyla, gayet etkileyici ve ilginc buldum.

Orhan Pamuk’un hayatina baktiginizda, dönemine göre üst düzey, varlikli, rasyonel ve kültürel olarak birikimli bir ailede büyümüs. Bizzat tanistigi, evlerine gelen usta yazarlar olmus. Kendisi ise icine kapanik, bulundugu ortami sorgulayan, iyi gözlemleyen bir cocuk. Biraz varolusculuga kayan taraflari var. Ilginc sorgulari ama diger yandan da, ayagi yere basan, dünyadan kopmayan/kopamayan bir yani…
Etkilendigi 43 kitaba baktiginizda, zaten ruh hali konusunda biraz fikir sahibi olabilirsiniz. Romanlarin hepsi birbirinden agir. Varolus, toplum, sikilganlik, yasamin anlami, günlük zorluklar, edinilen kimlikler, toplumsal mücadeleler gibi bircok mesaj ve düsünce iceren bu kitaplar ona fazlasiyla hitap etmis. Cekingenligini, sorgularini, ic dünyasini beslemis.
Buradan, kitaplarindaki derinliginin nereden geldigini, ic dünyasindaki agir basliligi ve bunalimi anlayabiliriz. Ayrica hayatinda bir baska önemli nokta ise yasamasi. Icine dönük, utangac kimligine ragmen, bircok ortama girip cikmis, bircok seyi tecrübe etmis.
Cocuklugundan beri de, üretken, yaratici tarafini beslemis.(Resim, mimarlik). Böyle bir sorgunun, üretkenligin sonucu olarak önce gazetecilige sarmasi, sonra yazar olmasi sürpriz degil. Kitaplarina gelirsek uzun uzun bahsetmeyecegim. Isteyen arastirabilir.
Hikayecilige baslamasiyla, 23 yasinda ilk ödülünü kazaniyor. Sürekli teknigini gelistirmeye calisiyor. Bunun icin denemeler yapiyor, kurslara gidiyor, Bu süre icinde de, ödüller kazanmaya devam ediyor. Bir süre sonra ise ünü, ülke sinirlarini asiyor.
Ülke sinirlarini asmasi demek, kitaplarinin sadece cevrilmesi, taninmasi degil. ayni zamanda dünyaca ünlü yazarlarla, edebiyat profersörleri ile, edebiyat topluluklariyla da tanismasi anlamina geliyor. Yani hem kitaplari hem de kendi, taninmaya devam ediyor.

Romanlarina gelirsek, her romani icin mümkün oldugunca fazla bilgi topluyor. Anlattigi yerlerde yasiyor, röportajlar yapiyor, insanlari, kültürü, yerel aliskanliklari ögreniyor. Yani romani sadece kurgulamiyor, ayni zamanda yasiyor.
Roman teknigi konusunda da, takintili diyebiliriz. Teknik konusunda taviz vermiyor. Edebiyat bilgisi ise üst düzey. Zaten etkilendigi yazarlara ve yazim stiline bakarsak; hem dünya hem Türk edebiyatina fazlasiyla hakim oldugunu görebiliriz.
Orhan Pamuk’u özel kilan da bu aslinda. Detayli gözlemler yapan, toplumu iyi cözümleyen bir yazar. Bati edebiyati ile, Anadolu’yu cok iyi harmanliyor.
Üst sinif ve muhtemelen politik muhabbetlerin sikca oldugu bir aileden geldigi; ic dünyasina dönük bir cocuk oldugu, duygusal ve ideolojik catismalara sahit olan bir birey oldugu icin tüm bu derin düsüncelerden ilham almis ve bir yandan politik egilim de göstermis.
Kendisi, politik bir figür olmayi tercih etmis. Edebiyatta bircok örnegi var. Toplumsal olaylar, ideolojiler, inanc catismalari, yazmak icin iyi bir ilham kaynagi.
Ayrica yazar, zaten bu konularda daha cok gözlem yapan, üzerinde düsünen, yorumlayan biri olarak elestirmeli, toplumsal konularda fikir sahibi olabilmelidir.
Onu elestiri konusu yapan da, yine bu politik kimligi. Cünkü düsünceleri, elestirileri toplumun düsünce sistemiyle pek uyusmaz. O ise, düsüncelerini ortaya koymaktan cekinmez. Öte yandan, düsüncelerini tam olarak da ortaya koymaz, korkak bulunabilir.
Edebi acidan da, karakter derinligi yakalayamadigi, muhtesem hayal gücü ve edebi derinligine ragmen, anlatiminin yeterince dogal ve etkileyici bulunmaz. Karakterlerinin psikolojik yanlarini cok göremeyiz. Özellikle etkilendigi yazarlarla kiyaslandiginda oldukca yüzeysel kaldigi söylenebilir.
Bunun biraz da, kendi bunalimlarini tamamen ortaya koymak istememesi ve etkilendigi yazarlari taklit etmeme kaygisindan kaynaklandigini düsünüyorum. Cünkü olay kurgusu ve teknik konusunda kendini gelistirmesine ragmen, karakter gelisimi konusunda ise zayif.
Diger bir elestiri konusu da, Türkcesi. Onu okuyan insanlar genelde hem anlatim tarzindan, hem de Türkce zenginligi olmamasindan dolayi onu basit bulur. Fakat bu elestiri de, tek basina bir anlam ifade etmiyor aslinda. Cünkü yukarida söyledigimiz gibi, onu Orhan Pamuk yapan Türkce’ye hakimiyeti, anlatim derinligi degil.
Bunlarin disinda reklama ve paraya düskünlügü, entelektüel seviyesini ortaya koyma cabasi onu yine elestiriye acik hale getiriyor. Bu elestirilerden de fazlasiyla etkilenince, özellikle röportajlarinda daha etkili ve dokundurucu kelimeler seciyor. Amacina da ulasiliyor. Hem istedigi gibi insanlara rahatsizlik veriyor, hem de sik konusmasa bile ara ara gündeme geliyor.
NOBEL
Nobel konusuna gelirsek: Nobel’e aday olmak icin, Isvec Akademisi üyeleri, buna benzer Enstitü, organizasyon ve topluluklar, dil ve edebiyat üzerinde calisan profesörler, eski nobel sahipleri, ülkelerdeki edebiyat topluluklari baskanlari ve otoriteler kisiyi aday olarak gösterebiliyor. Daha sonra Isvec akademisinin 18 üyesi adaylarin calismalarini okuyoar, degerlendiriyor ve adaylik icin Nobel Komitesine gönderiyor. 4–5 kisiden olusan Nobel komitesi de, degerlendirme yapip, adayligi onayliyor. Onaylanan kisilere, adaylik davetiyesi gönderiliyor. En son olarak Nobel Komitesi finale kalan adaylarin calismalarini, edebiyata katkilarini degerlendirdikten sonra ödülü alacak kisiye karar veriyor.

Orhan Pamuk’la ilgili anlattiklarimin cogu Nobel öncesi icin de gecerli. Ermenilere destek ciktigi icin Nobel aldi yaklasimi oldukca aptalca. Cünkü Nobel’e kadar zaten bircok kitap yazmis, bircok edebiyat toplumu ve otorite ile tanismis. Reklam düskünlügü onu elestirilerin merkezine koyarken, ayni zamanda ününü artirmasina yaramis.
Nobel’e kadar yine hem Türkiye icinde hem de disinda bircok ödüle götürmüs. Uluslararasi taninir hale gelmis. Dogu-Bati sentezi ise onu uluslararasi ortamda ilgi ceker hale getirmis.
Sonunda bu topluluklar tarafindan Nobel’e aday gösterilmis. Nobel almak o kadar kolay olsaydi, herkes bir seyleri elestirir ve ödülü kapardi. Zaten dünya Türkiye etrafinda dönüyor yaklasimi da son derece komik.
Düsünceleri, ideolojisi, elestirileri katki saglamis midir? Dolayli olarak belki.
Ödül sirasinda yine politik olmayi tercih etse de, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Türk Yazar olmayi basarmis. Böylece sadece kendisinin degil, Türk Edebiyatinin da, dünyada taninmasina büyük katki saglamis.

Bence Türkiye’deki yüzeysel elestirilerin tek nedeni linc kültürü. Toplum olarak hicbir basariyi hep birlikte tebrik edemiyoruz. Her seyde art niyet ariyoruz. Senden, benden, bizden diye ayirmak hosumuza gidiyor. ‘Farkli’ düsüncelere acik degiliz.
Farkli düsüncelere acik olmadigimiz gibi ideolojiyi, kisisel kimlikleri ile kurumsal kimlikleri, edebi, bilimsel, kültürel, sanatsal kimlikleri birbirinden ayiramiyoruz. Daha da kötüsü, elestirdigimiz hicbir sey hakkinda tam olarak fikir sahibi olmuyoruz. Iyi ya da kötü, sadece sonuclar üzerinden sacma yorumlarda bulunmayi seviyoruz. (elestiri ya da övgü farketmez) Cogu zaman elestirdigimiz ya da övdügümüz sey hakkinda fikir sahibi bile degiliz.
Dogal olarak sadece toplumsal basarilara karsi degil; bireysel basarilara karsi da hazimsiziz. Yillarca beraber calistiginiz arkadasinizin daha iyi bir is bulmasi, terfi almasi, sinif arkadasinizin ödül kazanmasi, eski bir arkadasinizin meshur olmasi, komsunuzun bir seyde basarili olmasi bile icimizi kemiriyor. Tebrik ediyoruz ama ardindan bir sürü sey üretiyoruz. En iyi ihtimalle sans diyoruz.
Sertab Erener, yahudi mi; Aziz Sancar, Türk mü Kürt mü?; Galatasaray’in UEFA kupasi cemaat sayesinde mi; Orhan Pamuk, Ermeni sevici mi?; Nuri Bilge balon mu; Fazil Say, hain mi? Ne yazik ki, böyle bir milletiz.


Leave a comment