„Yurtta sulh, cihanda sulh“
79 yıl sonrasının Türkiye’si iç huzuru, uluslararası ilişkileri ve barışçıl yaklaşımı ile dünyaya örnek oluyor ve tüm dünyanın takdirini topluyor. Tıpkı, Atatürk’ün hayalindeki gibi içeride müthiş bir dayanışma hakim. İnsanlar canla başla çalışıyor, düşeni elinden tutup kaldırıp, yollarına devam ediyorlar. Bu en küçük birim aileden, okullara, şirketlere ve politikaya kadar aynı. Aynı zamanda „Memleketler çeşitlidir fakat medeniyet birdir“ mottosu ile insanlığın tamamını bir vücut olarak kabul etmişler, herhangi yerdeki bir sorunu çözmek için yorulmadan çalışıyorlar. Çünkü biliyorlar ki, „Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun, huzur ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur“
„Ey Kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın“
Populer feminizmin aksine Türk kadını, kendini öne çıkarma, hakları için mücadele etmek zorunda değil. Çünkü Türk halkı bunları aşalı çok oldu. Gerek rakamsal olarak, gerek özgürlükler açısından kadın tartışılacak bir konu olmaktan çıkalı belki 50 yıl geçmiştir. Çünkü Türk insanı biliyor ki, dünya üzerinde görünen tüm güzellikler kadının eseri .. Bu yüzden dünya kadına yönelik şiddet, ayrımcılık gibi duymaya alışkın olmadığımız sorunlarla uğraşırken; bugünün Türkiye’si örnek olarak,umut olarak gösteriliyor.
„Uygarlık yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadi hayatta, ilim ve fen sahasında başarılı olmak için yegane gelişme ve ilerleme yolu budur“
„Bu millet ve memleket ilme ve irfana çok muhtaç; eğitim ve öğretim görmek için, ilim ve fen almak için Avrupa’ya, Amerika’ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz. „
Artık medeniyet düzeyinin çok üstünde, çıtayı oldukça yukarıya çıkarmış bir Türkiye var. Dünya bu yenileşmeye zaman zaman ayak uydurmakta zorlansa da, her geçen gün yükselen çıta, sadece Türkiye’yi değil, dünya medeniyetini de oldukça ileriye taşımakta. Artık ilim ve fen için göç veren değil, göç alan, başarılı bilim adamlarınnı bulunduğu, tüm dünyanın ibretle izleyip, bulunmak istediği bir Türkiye var.
„En büyük savaş cahilliğe karşı yapılan savaştır“
Cahiliyet kelimesi unutuldu bile. Çünkü millet, esaret ve sefaleti değil, özgür, bağımsız, şanlı yüksek bir topluluk olmayı seçti. Çünkü millet kafasına „Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir“ sözlerini kazıdı. Ülkeye verilebilecek en büyük hizmetin silahla, tüfekle, bedenle değil, akılla, beyinle olacağının farkına vardı. Bunda tabii, öğretmenlerin payını es geçmemek lazım. Tıpkı, Atatürk’ün söylediği gibi, her fırsattan yararlanarak halka koştular. Sadece alfabe okutan değil, her anlamda bireyleri geliştiren oldular. Sayelerinde düşünceleri hür, vicdanı hür,irfanı hür nesiller yetişti. Bundan dolayıdır ki, Türk eğitim sistemi birçok ülkenin model aldığı, aydınlık, açık görüşlü bir sistem haline geldi.
„Çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek ise boşuna yorulmak terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.“
„Milletimizin saf karakteri yetenekle doludur. Ancak bu doğuştan gelen yeteneği geliştirebilecek metodlarla donanmış vatandaşlar lazımdır. Kurtulmak ve yaşamak için çalışan, çalışmak zorunda olan bir halkız. Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır, yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve ömrünü çalışmadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuzda yeri yoktur, hakkı yoktur.“
Çağdan hiç kopmayan hatta çağın ötesinde yaşayan bir Türkiye var artık. Tembel milletlerde olduğu gibi gençler mevki, makam peşinde değil. Bir terfiyle, müdürlükle tatmin olmuyorlar. Herkes bilgiye aç. Çiftçisi, en modern yöntemlerle ekip biçiyor, işçisi en son trendlere uyuyor, mühendisi ise teknolojiye ön ayak oluyor. Toplu taşımada, yolculukta, boş vakitlerde herkesi okurken görüyorsunuz. Şirketler sürekli bilgi peşinde koşan gençlere yetmiyor. Üniversiteler, bir saniye bile yerinde saymıyor, araştırmaların hızına yetişilemiyor artık. Barlarda, kahvecilerde boş boş oturan, kafasını telefona gömmüş insanlar göremezsiniz. „Asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, yüksek kültürde ve fazilette dünya birinciliğini tutmaktır“ diyerek, bu birinciliği kimseye bırakmaya da niyetli gözükmüyor Türk halkı.
„Ben Türk gençliğinin spor yaparak güçlü olmasını isterim. „
„Ben sporcunun zeki cevik ve ahlaklisini severim“
„Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.“
Yüksek kültüre spor ve sanatı da eklemek lazım. Çünkü herkesin bir ilgisi var. İnsanlar alışveriş merkezlerinde, barlarda, kafelerde boş boş vakit geçirmiyorlar. İşlerinde geliştikleri kadar, sosyal anlamda da, hobileri anlamında da kendilerini üst seviyeye taşıyorlar. Hatta içlerinden çok yetenekli, sanatçılar ve sporcular çıkıyor.
Spor ve sanatı meslek olarak icra edenler ise, çalışmalarıyla, davranışlarıyla, başarılarıyla yine tüm dünyanın takdirini ve hayranlığı topluyor.
„Cumhuriyet, fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz“
„Demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20’inci yüzyıl bir çok despot hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür!“
„Adalet seviyemizi bütün medeni toplumların adalet seviyesi derecesinde bulundurmaya mecburuz“
Fikir özgürlüğü, demokrasi ve adaleti konuşmak bile komik artık. Çünkü bilimle, kültürle yoğrulmuş bu toplum için adalet, demokrasi ve özgürlükler bir çeşit karakter artık. Despotizm kelimesinin unutulduğu, adaletin beşiği, tüm dünyanın yaşamak istediği özgür bir ülke Türkiye.
„Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır“
Bugün bu kelimeleri herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına söyleseniz, hangi çağda yaşıyoruz cevabını verirler.
„Ekonomisi zayıf bir ulus, yoksulluktan ve düşkünlükten kurtulamaz; güçlü bir uygarlığa, kalkınma ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasal yıkımlardan kaçamaz.“
Bu kadar çalışkan ve gelişmiş bir millet için ekonomi hiçbir zaman bir sorun olmadı, olamaz da.
İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!
Tam 79 yıl geçti. Türkiye, Atatürk’ün ideallerinin de ötesine geçti. İnsanlar 1938’e çakılı kalmadı. Onun resmine, ismine bakarak acizce ‚keşke burada olsa‘, ‚ah burada olsa‘ demedi. 1938’den sonsuzluğa yas tutmadı. Onun manevi mirasçıları olarak akıl ve ilmin rehberliğini seçtiler. Çünkü çocukken fakir haliyle eline geçen iki kuruşu kitaba yatırarak, Atatürk olduğunu herkes biliyordu. Türk halkı da aynısını yaparak medeniyeti ileriye taşıyan, örnek bir ülke oldu. Umulduğunun aksine, „memleketin hali ne olacak“ demediler, kurtarıcı beklemediler. Boş vakitlerinde barlarda, sokaklarda, kafelerde oturup, „Yaşa Mustafa Kemal Paşa“ demediler. Gözünü marsa dikmiş bir amerikalının, anıtkabir ziyaretiyle keyiflenip, kendilerini tatmin etmediler. Çünkü Atatürkçülük demek onun yüzünü görmek değildi. Duygularını, hissiyatını ve bakış açısını anlamaktı. Bu yüzden ki,çok okuyup çalıştı Türk halkı. Yüksek kültürde ve fazilette dünya birinciliğini elinden bırakmadı. Hep daha ileri gitti. Atatürk ise fitili ateşleyen olarak, ilk adımı atan olarak, daima hatırlanacak rehber olarak, onlarca Mustafa Kemalin ilki olarak kaldı.
Bugün, 10 Kasım 2017 günü, onu özlemle değil, büyük bir saygıyla anıyoruz.


Leave a comment