Doğu Almanya Müzesi (DDR)

NOT: Aşağıda bahsi geçen her şey gerçek ve yaşanmıştır. Herhangi bir gönderme içermemektedir.

Daha önce önünden defalarca geçmeme rağmen hem lokasyonu hem de turist kandırmak için gibi duran tabelası yüzünden girmek istememiştim. Bu sefer yağmur sebebiyle bir şansı hakketti.

Eskinin Doğu Almanya’sında geçirdiğim 5 yıldan dolayı mı; yoksa o döneme duyduğum ilgiden dolayı mı bilmiyorum ama ben buraya neden daha önce gelmemişim diye kendime kızdım.

Sıkıcı ve vasat tatil blogu girişini de yaptığımıza göre müzeden bahsedebiliriz. Müze bolca o dönemin günlük hayatına dair eşya, fotoğraf ve anlatım içeriyordu. Ben de dikkatimi çeken kısımlar üzerinden Doğu Almanya Cumhuriyeti’ni anlatmaya çalışacağım.

BASIN

39 gazete, 2 televizyon kanalı ve 4 radyo istasyonundan oluşan Doğu Alman basınının en çok dikkat çeken tarafı hepsinin aynı şeyleri söylemesi.

Doğu Alman basını fazlasıyla sansürlenmiş. Her çarsamba günü, farklı alanlardaki medya editörleri toplanıp, ne yazmaları gerektikleri konusunda direktifler alıyorlarmış.

Bir de gazetelerde zorunlu bir bölüm varmış. İsmi ‘Yeni Almanya’.

O kadar garip ki, bu isim daha önce Hitler döneminde de kullanılmış. Sadece Almanya’da değil dünyanın farklı yerlerinde, farklı ülkelerde, farklı ideolojilerce de ‘yeni’ kavramı birçok kez tekrar edilmiş ve ediliyor.

‘Yeni Almanya’ köşesi, parti üyeleri için okunması zorunlu alan olarak belirtilmiş. Geriye kalan kısımlar ise yine devrimin ne kadar başarılı olduğu, ekonominin mükemmeliyeti, milli bilinç, siyasi başarılar vb…

Bunların dışında, televizyonlardaki çocuk programları, tartışma programları, eğlence programları hepsi propagandanın bir parçası olarak oluşturulmuş.

Bu propagandanın dışına çıkmak isteyenler ise, Batı Almanya televizyonlarına ulaşmak isteseler de, sinyal büyük ölçüde engellenmiş. Büyük ölçüde diyorum çünkü arada kaçırdıkları olmamış değil.

Barış icin güçlü ordu, barış için dayanışma (Gün birlik ve beraberlik günü)

Diğer bir propoganda yolu da, sinema. Sinemalar devamlı kahramanlık ve askerlik temalı filmler oynatmış. Filmlerin yetersiz kaldığı noktalarda ise ‘Görgü Tanığı’ adında kısa film/belgesel önemli bir yer almış. Bu belgeselde de, askerliğin ne kadar önemli olduğu, barış için silahlanmanın, güçlü orduya sahip olmanın önemi vurgulanmış. Böylece, insanların dayanışma halinde olmasının gerekliliği ve önemi ortaya çıkarılmış.

Askerlik, sadece filmlerle desteklenen değil, maddi olarak da getirisi çok fazla olan bir meslek olarak teşvik edilmiş.

Fotoğrafta; BARIŞ İÇİN SİLAHLAN yazıyor.

Düşman

Tabii ki, bir de dışarıdan bu güzel sistemi yıkmaya çalışan düşmanlar var. Bunların kim olduğunu herkes biliyor: İntikamci Savaş Çığırtkanları, Bonn’daki Neo-Neonaziler, Batı güçleri ve onların ajanları.

Ortaçağdaki şeytan gibi, bu düşman her yerde. Zayıf, kolay etkilenen sosyalistlerin kafasına şüphe tohumları ekiyor. Onların beyinlerini yıkamaya, onları kışkırtmaya çalışıyor.

Bu propagandaya inanan Parti üyeleri, Batıyla ilgili yapılan eleştirilerin bile arkasında, batılı ajanlar olduğunu görmüşler. Bu yüzden de, dışarıyı bu kadar da kötülemeyelim, her kötülügü halka yansıtmak iyi değil, halkta aşırı kontrol ve korku duygusu oluşturuyor diye; üniversiteler, okullar, sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla farklı yöntemler denemişler. Dışarıyla ilgili konulara direk olarak müdahale ise genelde yapılacak en son şey olarak düşünülmüş.

Fotoğrafta o döneme ait bir anaokulu canlandırılmış:

İleride kitap önerisi olarak yazacağım Auschwitz’den sağ olarak kurtulan psikatr Viktor Emil Frankl kitabında şunu söylüyordu:

‘Hayatta kalmak için ümit etmelisiniz çünkü sizi esir edip, her bir parçanızı kontrol edebilirler ama duygularınızı ve aklınızı asla’

Bence Sovyetler, duygu ve düşünceleri de, kontrol altına yeterince almış. İnsanların özgürlüklerine el koyup, onları tekrar küçük serbestliklerle özgürmüş gibi hissettirmeyi kısmen başarmışlar.

Seçimler

Seçimlerle ilgili mantığı, populer bir okul şakasıyla açıklıyor;

Kantin çocuklara seçenek sunuyor ‘ Ye ya da terk et’

Seçimlerdeki mantık da aynı. Ya Ulusal Cepheyi seçeceksiniz ya da oy kullanmayacaksınız. Her durumda da, değişen bir şey yok ama oy kullanmamak riskli. Çünkü kimin kullanmadığını ve kimin ‘hayır’ kullandığını görmek oldukça kolay.

Yandaki fotoğraf döneme ait seçim afişi. Üzerinde ‘Ulusal Cephe için aday seçiyoruz’ yazıyor.

Parlamento

Güçlü olmanın tek yolu birlik olmak mottosuyla yönetilen bir toplum. Doğal olarak Parlamentonun en büyük özelliği; herhangi bir anlaşmazlığın, aykırı sesin, tartışmanın olmaması. Sosyalist Birlik Partisinin liderliğindeki parlamentonun yapması gereken tek şey, söylenenleri, önerilenleri onaylamak.

500 vekilden oluşan meclis, yılda 2–3 kez tam katılımla zorla toplanıyormuş. Tarihteki tek ‘red’ vakası da, 9 Mart 1972’deki kürtaj yasası ile yaşanmış. CDU(Hristiyan Demokratlar)’dan azınlık bir grup, öneriye karşı çıkmış.

Hemen heyecanlanmayın!!!

Elbette bu da önceden planlanmış ve anlaşılarak yapılmış.

Parti Her Zaman Haklıdır!

Kulağa şaka gibi gelse de, gün içinde sürekli partinin haklılığı vurgulanmış. En çok tekrarlanan cümlelerden bir tanesi ‘Parti ve Devlet için birlik olun!’.

Politbüro(Parti politikalarını belirleyen organ) ve Sosyalist Birlik Partisi birbirinin gölgesi gibi hareket etmişler. Sosyalist Birlik Partisi, Doğu Almanya’da günlük yaşamı her anlamda kontrol etmek ve yönetmekle sorumlu. Doğal olarak bu bölgedeki ve belediyelerdeki etkin güç de bu parti.

Eskiden hükümette görev alan insanların bir çoğu da, sonrasında bu partide yöneticilik yapmış ve tüm önemli kararlar da, en kısa yoldan bu şekilde alınmış. (Hızlı karar mekanizması)

Aynı prensip, Ulusal Küçük Girişimlerde de, kendini göstermiş. Şirketlere eski devlet görevlileri, vekiller yerleştirilmiş ve bu şirketler onların aldığı emirlere göre yönetilmiş.

Parti yönetimi aynı zamanda, kendilerinden olmayan birçok kişiyi etkileyecek kararlar almış ve bu kişilere bildirme/danışma gereği bile duymadan uygulamaya koymuş. Böylece olası anlaşmazlık durumu ortadan tamamen kalkmış.

Yerli Milli Üretim ve Ürünler

Doğu Almanya, birçok ürünü kendisi üretmiş ve dünya kalitesinde ürünler ortaya çıkarabilmiş. Bunların sadece küçük bir kısmı Doğu Alman marketlerinde satılırken, çoğu dışarıya satılmış. Bu süreç içinde, Doğu Almanya, önemli endüstri ülkelerinden birisi olsa da, elektronik çağına ayak uyduramamış. Teknoloji ürünlerine geçişi başaramamış. Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi de, elektronik çağında yerli üretim modelinin yerini daha uluslararası üretimin alması ve karşılıklı ticaretin önem kazanması. Özellikle eğitim de, dışarıya kapalı olduğu için, elektronik çağına uygun altyapı kurulamamış.

Diğer önemli ve dikkat çeken nokta ise ürün profili. İçeriye %5 gibi az miktarda ürün verilmesi, talebi nasıl karşılıyordu?

Bunun cevabı basit, talep yoktu. Birçok ürün pahalıydı. İnsanlar harcamaya teşvik edilmiyordu ve birçok şeyi zaten devlet veriyordu.


Yöneticilerin Yaşamları

Toplumu yönetenler daima haklılardı. Haklı oldukları kadar da, zenginlerdi. Örneğin, halkın alabileceği tek araba Trabant iken, yöneticiler Volvo limuzinlere biniyordu.

Trabant- 8000 Mark

Volvo 264- 45000 Mark

Lüks içinde yaşayan devletin üst kademeleri için, her ihtiyaclarını(ve fazlasını) karşılayabilecekleri özel mağazalar ve marketler de vardı. Bu marketlerde hem Doğu Alman ürünlerini hem de pahalı ithal ürünleri bulabiliyorlardı. Bunların arasında tropikal meyveler, içkiler, kozmetik ürünler, mücevverler ve deri çanta, ayakkabı, mont gibi ürünler de yer alıyordu.

Ayrıca, özel istekler olursa(özellikle elektronik ürünler), Batı Almanya’dan sipariş ediliyordu.

Ortalama bir vatandaşın, gelir ve giderini kıyaslamak gerekirse;

1949’da ortalama maaş 249 Mark,

1970’de 750 Mark

ve 1989’da 1300 Mark.

Mühendis maaşı ise 1988’de 1400 mark iken, renkli televizyon setinin fiyatı 4900 mark.

12li yumurta 4.68 Mark

Televizyon 5000–6000 Mark

Trabant marka araba 8000 Mark

Kozmetik ürünler 5–6 Mark

Saç kestirmek 0.95 Mark

Vodka 16 Mark.

Deterjan 7 Mark

Çamaşır makinası 3000 Mark

1 Kılo Pirinç 0.80 Mark.

Volvo Lumizin ise 45000 Mark

Temel ihtiyaçlar genelde pahalı değil. Alınan maaşlar ise temel ihtiyacları karşılamaya ancak yetiyor.

Temel ihtiyacların dışına çıkmak oldukça pahalı. Özellikle buz dolabı, televizyon gibi lüks tüketim araçları. Ayrıca temel ihtiyaçlarda ve normal bir vatandaşın ulaşabileceklerinde, Doğu Almanya ürünleri dışında bir alternatif ve çeşitlilik yok.

Sağlık

Alman Demokratik Cumhuriyetinde en çok önem verilen konulardan bir tanesi de sağlık. Eğitim kısmından, propogandalardan bahsederken hızlıca geçtim ama sağlıkta olduğu gibi eğitimde de, asıl amaç; sağlıklı, düzgün, birikimli örnek vatandaşlar ortaya çıkarmak. (Birikim özgürlük getirmeyecek şekilde)

Bu yüzden de spor konusuna önem verilmiş ve halk spor yapmaya teşvik edilmiş. Parti politikası(ve zorunluluk); herkes haftada bir kere spor yapmalı.

Sosyalist kişiliğin en temeli olarak spor görülmüş ve bu konudaki büyük beklentiler sadece uluslararası sporcular için değil, her erkek ve kadın vatandaş için geçerliymiş. Bu yüzden de, 1980lerde nüfusun %20si Alman Jimnastik ve Spor ligininin üyesiymiş.

Bu organizasyon, birçok spor kulübü ve branşı için şemsiye organizasyon görevi görürken, bu kulüplere katılmak ise ücretsiz.

Yine bağlantılı olarak insanlara(evö okul ve kamu alanlarında) aşağıdaki gibi temizliğı ve sağlığı teşvik edici zorunlu bilgiler getirilmiş.

Resimde evde, okulda, iş yerlerinde bulundurulması zorunlu sağlık kurallarını görüyorsunuz. Türkçesi şu şekilde;

Her gün duş alın.

Çalışırken dik oturun, kitaplarınıza doğru eğilmeyin.

Soyunurken, baştan ayağa doğru soyunun.

Günde yaklaşık 10 saat uyuyun.

Günde 1–2 saatten fazla televizyon izlemeyin ve yaşınıza uygun şeyler izlediğinizden emin olun.

Kilonuza dikkat edin. Yoksa kalp problemleri, safra kesesi problemi, karaciğer problemleri yaşayabilirsiniz.

Sigara içmek sizi hem sağlıksız hem de fakir yapar.

Yukarıda tüm anlatılanların dışında, elbette bir de istihbaratın fişlemesi günlük rutinler içinde yer alıyor. Yani istihbarat, her vatandaşı mümkün olduğu kadar dinliyor. Kontrol altında tutuyor. Herbir vatandaş için profiler oluşturuyor.

1984 romanının uygulanmış hali gibi bir dönem ama aslında Nazi Almanya’sında da ve diğer otoriter rejimlerde de benzerleri bolca.

Aşağıdaki resimler tipik bir Doğu Alman evinin müzedeki gösterimi olsa da, bugün bile bu tip evlere ve bu tarz yaşayan insanlara rastlamak mümkün. Sırasıyla; Salon, Oturma odası, Mutfak ve Banyo.

Fotoğraflar bana aittir.
,

Comments

Leave a comment